Türkiye’de binlerde öğrenci üniversite kapısında. Avrupa’daki Türk gençlerin bir kısmı da sınavlara girip üniversiteyi Türkiye’de okumak istiyor. İki yazı halinde Türk yükseköğretim sistemini masaya yatırmak istiyorum.
Tarihsel gelişimleri itibariyle bakıldığında üniversitelerin üç temel işlevi olduğu, yani başlıca üç amaca hizmet ede geldiği görülür. Bunlar, araştırma yoluyla yeni bilgiler üretmek, eğitim/öğretim kanalıyla yeni kuşaklara bilgi aktararak donanımlı insan gücü yetiştirmek ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek hizmetler sunmak biçiminde sıralanabilir.
Ne var ki küreselleşme, uluslararasılaşma, bilgi ekonomisine geçiş ve rekabet, üniversitelerin bu geleneksel hizmetlerine bir yenisini daha eklemiştir. Bu da Prof. Roger L. Geiger ve Creso M. Sa’nın Harvard Üniversitesi yayınlarından yeni çıkan Tapping the Riches of Science, Universities and the Promise of Economic Growth (2009) adlı çalışmalarında belirttikler gibi, üniversitelerin ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacak şekilde yeniliklere açık olmasıdır. Yani modern üniversiteler artık dört temel amaca hizmet etmektedir. Tekrar etmek gerekirse bunlar, araştırma, eğitim/öğretim, topluma hizmet ve bilgiye dayalı ekonomik kalkınmaya katkı.
YENİ GELİŞMELER KARŞISINDA ÜNİVERSİTELERİMİZ
Türk yükseköğretim sistemini değerlendirebilmek için hem yukarıda özetlenen işlevsellik boyutlarını hem de küresel gelişmeleri göz önünde bulundurmak durumundayız. Çünkü, Türkiye’de yükseköğretim alanını ilgilendiren konuları dünyadan soyutlayarak ele almak mümkün değildir. Genel olarak bakıldığında dünyada yükseköğretimle ilgili bazı konuların ön plana çıktığını görmekteyiz. Yükseköğretimin gelişmesi için bir taraftan yeni imkan ve fırsatlar yaratan, diğer yandan yeni meydan okumaları da beraberinde getiren söz konusu gelişmeler arasında şunları saymak mümkündür:
Birincisi yükseköğretim görmek isteyen öğrenci sayısında sürekli bir artış gözlenmektedir. Sosyal mobilite ve istihdam edilebilirlik şansını artıran yükseköğretim, dünyanın pek çok yerinde talebi karşılamakta zorlanmaktadır. Bir ülkenin gelişmişliği ile o ülkedeki yükseköğretimli insan sermayesi arasında pozitif bir ilişki vardır. Bu nedenle pek çok ülke üniversitede okumak isteyeni geri çevirmiyor veya kapıda bekletmiyor. Ne yazık ki, OECD ülkeleri arasında yükseköğretim mezunu insan gücü oranı bakımından Türkiye en gerilerde yer almaktadır. Genel nüfus içinde 25-34 yaş arası yükseköğretim mezunu OECD ülkeleri ortalaması yüzde 32 olmasına karşın, Türkiye’de bu oran yüzde 12’de kalmaktadır ki bu oran Belçika’da yüzde 41’e, Kore’de ise yüzde 51, Japonya’da yüzde 53 ve Kanada’da yüzde 54’e çıkmaktadır.
Yukarıda zikredilen ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakıldığında, yükseköğretimin bir ülke için stratejik açıdan ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Türkiye bunu ne yazık ki diğer ülkelere oranla geç keşfetmiştir. Uzun vadeli planlar yapmak yerine, geçmişte günübirlik siyasi tartışmalara daha çok mesai harcayan yükseköğretim yetkilileri, maliyeti yüksek olan bir miras bırakmıştır bugüne.
TÜRKİYE’NİN GELİŞMESİ İÇİN YENİ AÇILIM ŞART
Gelişmişlik ve rekabet edebilirlik açığını kapatmak amacıyla, geçte olsa, yükseköğretime erişimi artırmak için yeni devlet üniversitelerinin kurulması, vakıf üniversitelerinin teşvik edilmesi ve öğrenci kontenjanının artırılması gibi, ürünleri, ancak uzun vadede görülebilecek bazı kararlar alınarak uygulamaya konulması ise olumlu beklentiler doğurmuştur. Her ne kadar yeni üniversitelerin kuruluşu ve kontenjan artırımı, yeterli önlemlerin alınmaması halinde, kalite açısından sorun yaratma potansiyeli taşısa da, bu geçiş döneminin iyi yönetilmesi durumunda, yükseköğretim mezunu kaliteli insan gücü ile Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda gelişmişlik düzeyi ve rekabet edebilirlik gücünü artıracağını söylemek bir kehanet olmayacaktır.
Yükseköğretim alanında Türkiye’nin kayıtsız kalamayacağı ikinci gelişme, rektörlük seçimi, liderlik, saydamlık, hesap verebilirlik ve karar alma mekanizmalarında kurumsal özerklik ve paydaş katılımı gibi unsurları içeren yönetişim alanında karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de, yükseköğretimin yönetimi genelde merkezi olmuş, katılımcı bir kültür ve gelenek oluşturamayan üniversitelerde, rektörlerin, yetkilerini savurgan biçimde kullanması birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bugün gelinen noktada, üniversite rektörlerinin belirlenmesi ve yetkilerinin kurullara devredilmesi konularında, mevcut yapının değiştirilmesi gerektiği açıklamaları ve temennilerinin ötesinde henüz bir gelişme olmamıştır. Haftaya diğer meydan okuma fırsatlar ile devam edeceğiz.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder