3 Aralık 2009 Perşembe

Çözüm AB sürecini hızlandırmakta...

Türkiye'nin AB üyeliği açısından yeni fırsatlar doğurabilecek gelişmeler olmasına karşın, bu konu hâlâ gündemin en alt sıralarında yer alıyor. Örneğin 1 Temmuz tarihi itibarıyla Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde ilerleme sağlanmasına katkı vereceğini ilan eden İsveç, Avrupa Birliği dönem başkanlığını devraldı.

Türkiye gündemini, hükümeti devirme ve darbe planları, devlet içindeki bazı gizli yapılanmaların girişimleri ve ordu-siyaset ilişkisi esir etmiş olmalı ki; AB bir yana, küresel ekonomik krizin ülkemize etkileri bile ciddi tartışma konusu olmuyor. İşte tam da bu nedenle AB sürecine daha sıkı sarılmak gerekiyor. Artık bir devlet politikası haline gelmiş olan AB'ye üyelik projesinin iç politika krizleri ile gölgelenmesini ve ertelenmesine izin verilmemeli çünkü bugünlerde tartıştığımız sorunların çözümü, saydamlık, hesap verebilirlik, asker-sivil ilişkilerinin normalleşmesi ve atanmışların değil seçilmişlerin gerçek iktidarının kurulmasından, yani AB üyeliğinin kazanımlarından geçiyor. Tam üyelikle birlikte bugün bütün toplumsal kesimlerin enerjisini tüketen konuları tartışmaktan öte, sosyal refahın artırılması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi gibi günlük hayata dokunan meseleleri tartışıyor olacağız.

AB SÜRECİ, İÇ POLİTİKANIN TUTSAĞI OLDU


Hem dışarıdan hem de içeriden bakıldığında Türkiye'de sık sık dile getirilen konulardan birinin, Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinde yeterince mesafe kat edilemediği, hükümetin, üyelik çerçevesinde gereken reformların yapılması konusunda ayak sürüdüğü ve süreci yavaşlattığı konusu olduğunu görüyoruz. Kısmen haklılık payı olan bu görüşü savunanlar daha kaygılı bir tonlamayla "Avrupa Birliği projesi rafa mı kaldırıldı?" sorusunu soruyor haklı olarak.

Tam üyelik müzakerelerinin başladığı dönemle karşılaştırıldığında bugün görülen heyecan kaybı, üyelik çerçevesinde gereken reformların yapılması konusunda hükümetin ayak sürüdüğü görüntüsü veriyor. Ancak derinlemesine yapılan bir analiz, Avrupa Birliği üyelik treninin yoluna yavaş da olsa devam ettiğini ve yakın gelecekte ivme kazanacağını gösteriyor. AB üyelik süreci, ne yazık ki iç politikadaki kriz ve sorunların gölgesinde kaldığı için siyaset, medya, sivil toplum ve aydınların gündeminde çoğu kez ilk üç sıraya bile giremiyor.

2002'de iktidara gelen AK Parti'nin AB'ye tam üyelik yolunda iyi bir miras devraldığını, süreci hızlandırmak için gereken zemini hazır bulduğunu söyleyebiliriz. Devraldığı mirası reformlarla güçlendiren Türkiye, 2005 Ekim ayında tam üyelik müzakerelerine başlama hakkı elde etti. AK Parti, 2002-2005 arasında çok aktif bir AB üyelik politikası izledi ve birbiri ardına gerçekleştirdiği reformların sonucunda elde edilen tam üyelik müzakerelerine başlama heyecanı ile 2006 yılında da iyi bir mesafe kat etti. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tartışmalarla başlayan iç politikadaki sürtüşmeler AB, demokratikleşme, normalleşme ve hukuk devleti konularını gündemden düşürüverdi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2007 Nisan ayında Genelkurmay Başkanlığı sitesinde yayınlanan e-bildiri ile neredeyse tek gündem konusu olarak kamuoyunu meşgul etti ve hem iktidar hem de muhalefet partilerinin, yaklaşan genel seçimlere odaklanmalarıyla birlikte AB üyelik sürecine ilişkin girişimler ihmale uğradı. AB üyelik sürecini olumsuz etkileyen en belirgin etkenlerden biri Silahlı Kuvvetler'in e-muhtırası ise bir diğeri de muhalefet partilerinin AB sürecine destek vermemeleri, hükümeti teşvik etmemeleri ve hatta bu konuda uyarıda bile bulunmamaları olmuştur. Bu nedenle AB üyelik sürecindeki hız kaybında, iktidar kadar onu denetlemekle görevli muhalefetin de payı olduğu söylenebilir.

Bugün gelinen noktada, AB üyelik sürecinin Türkiye'ye getirdiği en önemli kazanım, demokrasinin güçlenmesine, özgürlük alanlarının genişlemesine, askerî vesayetin kaldırılmasına ve asker-sivil ilişkilerinin normalleştirilmesine yönelik toplumsal isteğin artışı olmuştur. Ne var ki, toplumsal taleplere rağmen reformlarda beklenen hedeflere ulaşılamamış ve iç politikanın ezici gücü AB üyelik sürecinin hız kesmesine neden olmuştur. 2007 genel seçimlerinde tekrar iktidara gelen AK Parti, bu kez de kapatılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, kurumsal varlığını koruma çabaları içinde AB konusu yine istenilen düzeyde takip edilmemiştir.

KABİNE REVİZYONU, SİYASÎ DESTEĞİN GÖSTERGESİ


2009 yerel seçimleri sonrası gerçekleşen kabine revizyonu, Egemen Bağış'ın, başmüzakereci devlet bakanı olarak atanması, yani bütünüyle bu projeyi takip edecek birinin belirlenmesi, AB üyelik sürecini olumlu etkileyecek bir gelişmedir. Öte yandan siyasî kişiliğinden çok bilge kişiliği ve felsefî müktesebatı ile tanınan ve bu özellikleri ile siyasete yeni bir derinlik ve içerik kazandıran Bakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanı olur olmaz, AB projesinden geri dönülmeyeceğini, hatta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Türkiye aleyhtarı görüşleri savunan Hıristiyan Demokratlar ve diğer sağ eğilimli partilerin kazançlı çıkmasına rağmen üyelik müzakerelerinden geri atılmayacağını belirtmiş olması, AB üyeliğine verilen siyasî desteği bir kez daha teyit etmiştir.

Darbe girişimlerinin belgelendiği, devlet içinde gizli yapılanmaların gün yüzüne çıktığı, hukuk devleti nosyonunun zedelendiği, Silahlı Kuvvetler üzerinden seçimle iş başına gelen iktidara yönelik yıpratma çabalarının arttığı şu günlerde, AB üyelik sürecinin tekrar gündeme alınması ve hızlandırılması, Türk demokrasisi açısından hayatî önem taşımaktadır. İktidar, muhalefet, medya, üniversite ve sivil toplumun el ele vererek artık bir devlet politikası sayılan AB üyelik projesini iç politikanın sığ tartışmalarının gölgesinden kurtarması ve hak ettiği yere oturtması gerekiyor. Hükümet, bu noktada Türkiye'nin AB üyeliğine sıcak bakan İsveç'in dönem başkanlığını iyi değerlendirmeli ve bütün kaynakları mobilize etmelidir.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...