ABD Başkanı bu hafta Mısır’da İslam dünyasına hitaben bir konuşma yapacak. Herkes bu merakla bekliyor bu konuşmayı acaba ne mesajlar verilecek diye. Söz konusu konuşmayı değerlendireceğiz haftaya. Bundan önce Barack H. Obama’nın Avrupa ve Türkiye ziyaretlerinin kısa bir analizini yapalım istedik.
ABD Başkanı seçilmesi dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi Avrupa’da da yeni beklentilerin ve iyimser bir havanın oluşmasına neden oldu. George W. Bush döneminde, İngiltere’nin sorgusuz sualsiz sadakat ve desteği bir yana bırakılırsa, Avrupa-ABD ilişkilerinin sıcak bir zeminde yürüdüğünü söylemek çok zor olur. Her ne kadar Avrupa ülkelerinin dış politikalarının bir bütünlük arz etmediği gerçek olsa da, Avrupa Birliği’nin pek başarılı olmamakla beraber uzun yıllardır inşa etmeye çalıştığı ortak dış politika anlayışı, Irak’ın işgali ve Filistinlilere karşı İsrail’e verilen kayıtsız-şartsız destekten dolayı ABD ile uyumlu bir görüntü vermiyordu. İngiltere’nin ABD’ne verdiği destek ise kamuoyu, medya ve sivil toplum desteğinden büyük oranda mahrumdu. Bu dönemde İngiliz yayın organlarının bir kısmı zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair’i ciddi biçimde eleştiriyor ve karikatürlere alay konusu malzemesi yapıyordu.
Avrupa Birliği, dış politikada bir “birlik” sağlayamadığı ve küresel bir aktör olma iddiası bulunmadığı için ABD’nin dünya politikalarının belirlenmesindeki önderliğini ister istemez kabul ediyordu. Ancak Avrupa ülkelerinin kamuoylarına bakıldığında, politikacıların yaptıklarından çok daha derin ve anlamlı bir Amerikan politikası eleştirisini görmek mümkündü. Toplumun sosyolojisini yanlış okuyanlar bu durumu çoğunlukla Amerikan karşıtlığı olarak gündeme getirdikleri işinde gerçek gündemden uzaklaşılmış havası doğuyordu. Halbuki, Avrupa kamuoyunun karşı olduğu Amerikan halkı değil, ABD’nin izlediği politikalardı. Nitekim Obama sonrası yapılan kamuyu araştırmalarında ABD imajının birden iyileşme trendi gösterdiği ortaya çıktı, çünkü Obama çatışmacı bir lider olarak algılanmıyordu.
Obama’nın Avrupa’da verdiği mesajlara ve bunların nasıl algılandığına bakılırsa, estirdiği rüzgarın ne kadar kalıcı veya etkisinin ne kadar uzun süreli olacağını kestirmek mümkün olabilir. Avrupa kamuoyunun beklentileri ile ilk örtüşen Obama’nın şiddet ve çatışmadan uzak söylem dili olmuştur. Bush dönemindeki hoyratça açıklamaların yerini rasyonel ve uzlaşmacı bir dilin hakim olduğu politik bir söylemin Avrupa’da çok olumlu etkiler yaptığını söylemek mümkün. Söylem dilindeki olumlu değişime ilaveten tutuklulara işkence ve haksız muamelelerle gündemden düşmeyen Guantanamo kampını kapatma, Irak’tan çekilme, Orta Doğu’da adil çözüm vaatleri Obama’ya gösterilen ilgiyi artırmıştı.
Obama ile ilgili merak edilen bir başka husus ise Bush döneminde, her ne kadar iktidarının sonlarına doğru İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci statüsünde bit temsilci atamış olsa da, ilişkilerin gerginleştiği İslam dünyası ile nasıl bir iletişim kuracağı idi. Medeniyetler arası çatışma tezininin uygulayıcısı haline dönüşen ABD’nin bütün dünyada yıpranan imajının tekrar düzelmesi açısından da bu önemli bir konuydu, çünkü Avrupa bir yandan İslam dünyası ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyor, diğer yandan ABD’nin saldırgan ve çatışmacı siyasi kıskacından kurtulamıyordu. Bu nedenle de İslam dünyasının gözünde ABD-Avrupa ittifakı imajı doğuyordu. Bu imaj, zaman zaman Avrupa içinde güvenlik sorunu yaratacak boyutlara ulaşabiliyor, Madrid ve Londra örneklerinde olduğu gibi şiddet olayları yaşanıyordu. Yani İslam dünyasına yönelik sıkıştırma politikaları söz konusu olduğunda buna destek verdiği düşünülen Avrupa, ABD ile yaptığı stratejik ortaklıktan dolayı bedel ödemek zorunda kalıyordu. İşte tam da bu nedenle Obama’nın İslam dünyası açılımı merak ediliyordu.
Obama’nın Türkiye ziyareti, ABD’nin yeni İslam dünyası politikalarına ilişkin bazı ipuçları ile doluydu. Avrupa, İslam dünyası ve Türkiye Obama’nın mesajlarını genelde “iyi niyet” çerçevesinde okudu ve değerlendirdi. Obama’nın haziran ayında Mısır’a ziyareti ve burada yapacağı konuşma Türkiye’de yaratılan havanın yeniden değerlendirilmesine neden olacak. Avrupa ve İslam dünyası “iyi niyet” temelinde Obama’nın yeni ABD politikalarını inşa etmesini bekliyor. İnşa ve hemen arkasından gelecek uygulama safhası ise asıl kritik noktayı oluşturuyor. Obama’nın Atlantik’in bu yakasında estirdiği havanın kaderi işte yeni siyasi açılımların söz konusu uygulamalarına bağlı olacak.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder