Türkiye, coğrafi konumu, nüfus yapısının dinamizmi, dış dünyaya açılım talebi, dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olma özelliği, Avrupa-Asya medeniyetlerini sentezlemesi, doğu-batı arasında fizikî olduğu kadar kültürel köprü olma konumu ile aslında kabına sığmayan bir ülke. Siyasi, ekonomik, stratejik, askerî ve kültürel olarak büyük birikimleri ve potansiyeli olan bir ülke. Böyle olmasına karşın gerek koalisyon hükümetleri dönemindeki parçalı siyaset anlayışı, gerekse içe kapanık olmayı bir maharet zanneden dar görüşlü politik tercihlerin sonucu, söz konusu potansiyellerini kısa zaman öncesine kadar hayata geçirmemişti.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın cesur adımları ile Türkiye kabuğunu kırmaya başlamış ve AB üyeliği, Türk dünyası ve Ortadoğu açılımları için önemli adımlar atılmıştı. Özal’ın izlediği dünyaya açılma politikasından cesaret alan yüzlerce iş insanı dünyanın dört bir yanına dağılmış ve yatırımlar yapmıştı. Aynı şekilde çok sayıda gönüllü kuruluş, insani yardım dernekleri ve okullar vasıtasıyla Türkiye’nin etki alanını genişlemişti.
Özal’dan sonra gelen siyasi ekip ne yazık ki onun mirasını geliştiremedi. Hatta büyük oranda terk etti. Günübirlik siyasi çıkarlar ve iktidarı sürdürme uğruna Türkiye’yi kendi iç dünyasına hapsetti. Koalisyon hükümetleri, diğer konularda olduğu gibi dış politika konusunda da cesur kararlar alamadı. Bunda kuşkusuz siyasi parçalanmışlığın, hatta bundan daha çok, Türkiye’nin medeniyet birikiminin farkında olmayışın ve siyasi vizyonsuzluğun büyük payı olmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sahip oldukları imtiyazları korumak adına, Türkiye’de seçilmemiş iktidar sahipleri, diğer darbe ve müdahale dönemlerinde olduğu gibi, 28 Şubat süreci ile birlikte ülkenin ufkunu kendi sınırları içine hapsetmiştir. Bu dönemde, laiklik-laiklik karşıtlığı, ilericilik-gericilik ve Cumhuriyet yanlısı-karşıtı polarizasyonuna indirgenen iktidar mücadelesi, dış politika açılımı yapmak bir yana, Türkiye’nin kendi iç sorunlarını bile çözmede çaresizlik girdabında olduğu görüntüsü veriyordu.
Hayalî düşmanlar yaratarak, siyaset ve toplumun bütün enerjisini bu düşmanları etkisiz hale getirmeye harcayan bir ülkenin elbette ne kendi bölgesinde ne de küresel ölçekte etkin bir konuma gelmesi beklenebilirdi. Nitekim de öyle oldu ve 2002 seçimlerine kadar devam eden parçalı siyaset bütüncül bir dış politika üretemedi. Türkiye ne yakın komşuları ve doğal hinterlandı ile ilişkilerinde ne de uluslararası platformlarda dişe dokunur bir başarıya imza atabildi.
AK Parti iktidarı ve Davutoğlu faktörü
Türkiye, dış politikadaki korkaklığın, çekimserliğin ve kısır döngünün ülkenin kaderi olmadığını 2002 genel seçimlerinden sonra anlamaya başladı. Şimdiki Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, dış politikadan sorumlu başbakanlık başmüşavirliğine atandığında, medya ve kamuoyunun ancak sonradan keşfettiği bir yöntemle dış politikada devrim sayılabilecek projeleri başlatıyordu. Bunu yaparken ne siyasi rol kapma, ne de bürokraside etkinlik alanını genişletme kaygısı güdüyordu. Prof. Dr. Davutoğlu, doğu-batı okumaları, karşılaştırmalı medeniyet analizleri, modern ve klasiğin sentezi, Cumhuriyet dönemini Osmanlı’nın devamı ve mirasçısı olarak gören birikimi ile siyasete bilgelik ve derinlik kazandırıyordu.
Gittikçe içe kapanan ve küçülen bir Türkiye yerine, devraldığı mirasın önemini kavrayan ve güvenle küresel sisteme açılan bir Türkiye projesinin gerçekleşmesi için sadece akademik ve felsefi birikim yeterli olmayacaktı. Aslında Prof. Davutoğlu, bir bilim insanı ve düşünür kimliğiyle yazdığı ve bugüne kadar onlarca basımı yapılarak çeşitli dillere çevrilen Stratejik Derinlik kitabında dışişleri bürokrasisinin pek alışık olmadığı “merkez ülke”, “komşu ülkeler ile sıfır problem”, “ritmik diplomasi” ve “önleyici barış girişimleri” gibi kavramları uluslararası ilişkiler literatürüne çoktan kazandırmıştı. Ancak bu kavramların tekabül ettiği siyasi açılımların hayata geçirilmesi riskli ve cesur adımların da atılmasını gerektiriyordu. Prof. Davutoğlu, siyasi iktidardan aldığı destekle, ileride karşılaşabileceği eleştirileri tahmin etmesine rağmen bu adımların atılmasını sağlamış ve Türkiye’nin, Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, bölgesinde saygın bir aktör olarak temayüz etmesinin yolunu açmıştır. İçinde yer aldığı bölgede arabuluculuk gibi önemli fonksiyonları üstlenen ve hinterlandı ile ilişkilerini derinleştiren Türkiye’nin, küresel sistem içinde de aktif bir rol oynayacak saygınlığa kavuşması da ancak rasyonel bir hesaplamayla söz konusu riskli adımların atılmasıyla gerçekleşebilmiştir.
Dış politika açılımları devam etmeli
29 Mart 2009 yerel seçimlerini müteakiben gerçekleşen kabine revizyonunda Prof. Davutoğlu başmüşavirlikten dışişleri bakanlığına getirildi. 2002 yılından itibaren Türk dış politikasının oluşturulmasında etkin bir rol oynayan Prof. Davutoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak çeşitli ülke liderleri ile görüşmelerde bulunarak dış ilişkiler yönetimi sanatının uygulama alanında da deneyimler kazandı. Başmüşavirliği döneminde yürüttüğü bazı projeler nedeniyle sadece Ortadoğu merkezli bir dış politika sürdürme anlayışına sahip olmak ve Türkiye’nin yönünü batıdan doğuya çevirmekle eleştirilen Prof. Davutoğlu’nun yaptıklarına daha yakından bakıldığında, aslında tek odaklı ve tek öncelikli bir dış politika yerine, çok odaklı ve farklı önceliklileri olan bir dış politika çizgisi takip ettiği görülür. Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur. Çünkü milli çıkarlarımız çok yönlü bir dış politika izlemeyi, Balkanlardan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Avrupa Birliği’ne kadar farklı güç merkezlerinde var olmayı gerektirmektedir.
Türk dış politikasının, hiyerarşik görüntülü öncelikli tercih kurgusundan, çok odaklı yapıya geçişini sağlayan Prof. Davutoğlu, Bakanlık öncesi görevi boyunca Avrupa Birliği, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişmesine, Afrika ve Latin Amerika açılımlarının gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu saydığımız genel dış politika açılımları yanında Prof. Davutoğlu’nun, medya ve kamuoyuna pek yansımayan ciddi girişimlerin de mimarı olduğu görülür. Bunlar arasında 2003 Irak Savaşı öncesi tezkere müzakereleri, Irak’a Komşu Ülkeler Platformu’nun oluşturulması, Iraklı Sünnilerin siyasî sürece katılması ve Iraklı grupların uzlaştırılması, Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs müzakerelerinin yürütülmesi, Suriye-İsrail arasındaki dolaylı müzakere sürecinin yürütülmesi, Gazze Barış görüşmeleri ve 2008 Rusya-Gürcistan savaşından sonra Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’nun hayata geçirilmesi gibi bir dizi proje sayılabilir.
Dışişleri bakanlığı koltuğuna oturması ile birlikte Prof. Davutoğlu’nun portföyü ve iş yükü tahmin edileceği gibi bir hayli artmış olmalı ki temaslarda bulunmak üzere ilk günden itibaren farklı ülkelere ziyaretlerde bulunuyor. Ancak iç politikadaki hararetli gündemden dolayı medya ve kamuoyunda dış politikadaki açılımlar hak ettiği ölçüde tartışılmıyor. İktidarı, muhalefeti, medya ve sivil toplumu ile Türkiye’nin, iç politika kıskacında enerjisini tüketen sürtüşmelerden başını kaldırıp, küresel ölçekte düşünmesi ve kendini yeni dünyanın gerçeklerine göre konumlandırması gerekiyor. Büyük ülke ve küresel aktör olmanın yolu da işte tam buradan, yani Prof. Dr. Davutoğlu’nun bilgece dış politikaya kazandırdığı çok boyutlu ve öncelikli siyaset anlayışından geçiyor.
Taraf- 22.07.2009
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder