3 Aralık 2009 Perşembe

Türk üniversiteleri: Avrupalı Türk gençleri için yeni imkan

Önceki yazıda “Türk Yükseköğretim Sistemi: Problemler ve Fırsatlar” başlığı altında, Türkiye’de üniversite okumak isteyen gençlerimizin zihinlerindeki bazı sorulara ışık tutacak bir yazı kaleme almıştık.

Bu hafta aynı konuya devam etmek istiyoruz çünkü Türkiye’nin dünya ile rekabet etmesinde üniversiteler çok önemli kurumlar. Ama Türkiye’nin sadece iyi üniversitelere değil aynı zamanda Avrupa’da yetişen beyinlere de ihtiyacı var. O nedenle bu yazıyı okurken Türkiye’de üniversite okuma seçeneğini de göz önünde bulundurarak okumanızı öneririm.

Önceki yazımızda Türk üniversitelerinin görmesi ve ayak uydurması gereken iki önemli gelişmeden bahsetmiştik. Hatırlatmak gerekirse bunlar, yükseköğretim görmek isteyen öğrenci sayısındaki artışa paralel olarak, isteyen ve başarılı olan öğrencilere üniversite kapılarını açabilecek kapasite artırımı ile etkin yönetişim modeli geliştirilmesi idi. Şimdi kalan diğer iki önemli gelişmeye bir göz atalım.

KALİTEYİ SÜREKLİ ARTIRMANIN YOLUNU ARAMAK

Türk yükseköğretimin üzerinde önemli durması gereken üçüncü gelişme, eğitimde niteliğin artırılması olup, bu bağlamda müfredat programlarının toplumsal ve sektörel ihtiyaçlara göre güncellenmesi, artan öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak üzere nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesidir.

Yeni açılan üniversiteler ve artırılan kontenjanlar da kalite konusuna öncelik verilmesini gerektirmekte, ayrıca yükseköğretimin uluslararasılaşması, iç ve dış denetime dayalı kalite arayışı ve akreditasyon süreçlerinin kurumsallaşmasını gündeme taşımaktadır. Her ne kadar sayıları istenilen düzeyde olmasa da, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TÜBİTAK bursları ile yurt dışında lisansüstü öğrenim imkanlarının sağlanması, nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesi açısından başarıyla sürdürülen projeler arasında sayılabilir.

Hem dünyada hem de Türkiye’de, yükseköğretimde karar vericileri yenilikçi arayışlara sevk eden dördüncü önemli gelişme ise sanayi sonrası bilgi toplumuna geçişin doğurduğu ihtiyaçların daha derinden hissedilmesidir. Artık dünya ekonomisi hammadde ve fiziksel iş gücü yoğunluklu üretimden, süreç ve bilgi yoğunluklu bir üretime doğru geçmektedir. Bu yeni sistemde, refah ve gelişmişliğin en önemli stratejik anahtarlarını bilgi ve bilgiyi üreten eğitimli bireyler oluşturmaktadır.

BİLGİ TOPLUMUNUN İHTİYACINI KARŞILAMAK

Bilgiye dayalı ekonominin gün geçtikçe büyüdüğü günümüzde, stratejik anlamda bilgi üreten üniversitelere, ülkelerinin kalkınmasında önemli sorumluluklar yüklenmektedir. Bu noktada kaçınılmaz olarak üniversite-sektör ilişkilerinin, verimli ve sürdürülebilir dayanaklar üzerinde yükselmesi konusu gelmektedir. Türkiye’de üniversite-sektör ilişkilerinde son yıllarda olumlu gelişmeler kaydedilmesine karşın, bu alanda hala geniş bir potansiyelin kullanılmadığını söylemek mümkündür.

Üniversite-sektör arasında iyi ilişkiler kurulmakla beraber, genel olarak bakıldığında, üniversitelerdeki programların, iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde tasarlandığını söylemek zordur. Sektörün gereksinimi ile müfredat programları arasındaki uyumsuzluk en çok, ekonomik kalkınmada katalizör rolü üstlenmesi beklenen mesleki ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan okulların cazibesini yitirmesine neden olmuştur. Bu bakımdan iş dünyasının aradığı beceriler ile yükseköğretimde kazandırılan beceriler arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi Türkiye ekonomisi için aciliyetini korumaktadır.

Küresel rekabetin hızlandığı ve bilgiye dayalı ekonominin büyüdüğü günümüzde, yükseköğretimin, ortaya çıkan yeni ihtiyaç ve taleplere cevap verebilecek şekilde saydam, katılımcı ve özgürlükçü temelde yeniden düzenlemesi ve yapılanması gerektiğini nerdeyse bütün toplumsal kesimler söylüyor. YÖK, yukarıda işaret edilen konularda olumlu adımlar atmaya başlamış görünüyor. Ancak, çağdaş ve modern yönetime dayalı, toplumun beklenti ve değerleriyle barışık bir çizgide her türlü yeniliğe açık olarak, değişimin öncüleri olması gereken üniversiteler her ne hikmetse sürece dahil olmaktan kaçınıyor.

Türkiye’de, yükseköğretim sistemleri, üniversite yönetimi, finansmanı ve denetimi gibi alanlarda ne lisans ne de lisansüstü programların olmayışı, yükseköğretim kurumlarımızın değişime kapalı muhafazakar kurumlar olduğu izlenimini veriyor. Yükseköğretim sistemimizin, çağın ve toplumun beklentilerine cevap verebilecek şekilde değişmesini ve gelişmesini istiyorsak, üniversitelerin sürece dahil olmak için imal-i fikir etme zamanı gelmiştir.

Tekrar başa dönmek gerekirse şunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin Avrupa’da yetişen genç Türk beyinlerine ihtiyacı var. Türk üniversiteleri, dinamik yapıları ile sizi bekliyor.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...