3 Aralık 2009 Perşembe

Avrupalı Türklerin sivil hayata katılımı

En genel anlamıyla siyaset, toplumun taleplerini görme, isteklerine cevap verme, kaynakları eşit oranda dağıtma, gerilimleri giderme ve ortak yaşam alanları inşa etme gibi süreçleri içeren yönetim sanatı olarak tanımlanabilir. Bugün geldiğimiz noktada siyaset, yönetime erişme ve paylaşma, politik kararları etkileme, hak ve çıkarları savunma imkanları sunan bir fırsatı alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle de toplumsal alanda var olmak isteyen grupların çoğunlukla organize bir çatı altında siyasi süreçlere katılmaya çalıştıklarını, bu yolla da varlıklarını sürdürmeye ve güçlendirmeye yarayacak hukuki enstrümanların oluşturulması için gayret ettiklerine şahit oluyoruz. Modern toplumlarda hak aramanın, talepte bulunmanın ve bunların kurumsallaşmasının meşru ve en etkin yolu siyasete katılmayı gerektiriyor.

Pek çok yerde olduğu gibi Avrupa’da da ekonomi, kültür ve hukuk gibi toplumsal kurumlara şekil veren gücün birinci derece siyaset olduğu görülmektedir. Siyaset sadece söz konusu kurumlara şekil vermekle kalmıyor, geleceğin tasarımı ve inşası konusunda da imkan ve fırsatlar sunuyor.

Siyasetin, birey ve toplum hayatını bu kadar geniş biçimde etkileyen bir süreç ve kurum olma özelliği taşıdığı günümüzde acaba Avrupa’daki Türkler siyasetin sunduğu fırsatlardan ne kadar yararlanabiliyor? Avrupa Türkleri, toplumu dönüştürme gücünü bahşeden siyasi süreçlere katılmanın ne kadar farkında? Avrupa siyaseti orada yaşayan Türkleri ve Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkiliyor? Demografik olarak belirli bir seçmen ağırlığı oluşturmaya başlayan Türkler, yaşadıkları ülkelerde siyasete ne kadar ilgi duyuyor? Bu sorulara verilecek cevaplar aynı zamanda Türklerin Avrupa’da bir geleceklerinin olup olmadığını, olacak ise onları nasıl bir geleceğin beklediğini gösteren ipuçları ile doludur.

Bu yıl (2009), Avrupa Türkleri ve Türkiye-AB ilişkilerini etkilemesi muhtemel iki seçim büyük yapıldı. Etkileri orta ve uzun vadede daha fazla hissedilecek olan bu seçimlerin ilki Avrupa Parlamentosu seçimleri, ikincisi ise Almanya’daki genel seçimlerdir. Gerek Türklerin bu seçimlere ilgisi ve aldıkları neticeler, gerekse seçimleri kazananların ideolojik duruşları ve bunun siyasal etkileri tartışmağa değer konulardır. Geleceğini Avrupa’da kuran Türkler ve yüzünü AB’ye çevirmiş olan Türkiye’nin Avrupa’daki genel, hatta yerel seçimlere ilgisiz kalması düşünülemez.

Almanya başta olmak üzere Belçika, Hollanda ve Fransa’da Türkler, yaşadıkları ülkenin vatandaşları ve seçmeni olarak önemli potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin temelinde gittikçe artan genç nüfusları yatmaktadır. Ne var ki demografik yapının böyle bir potansiyeli içinde barındırması her zaman siyasi ve toplumsal sonuçlar doğurmayabilir. Nitekim Avrupa’daki Türkleri için büyük oranda böyle bir izlenim, hatta izlenimden de öte bir sosyal gerçeklik olduğunu söylemek mümkündür. Kuşkusuz bu, Türklerin, Avrupa’da siyasete tümüyle ilgisiz olduğu anlamına gelmez. Ancak nüfuslarına, yani insan sermayelerine mütenasip bir oranla siyasette temsil edilmedikleri gerçeğini de ortadan kaldırmaz.

Avrupa Parlamentosu ve Almanya seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında, siyasetin toplumsal etkilerinin önceden kestirilebiliyor oluşu bize, kehanette bulunma değil ama ileriye dönük tahminler yapma imkanı veriyor. Önce Avrupa’daki siyasi aktörlere hızlıca bakalım. Yirmi yedi üye ülkenin çoğunluğunda sağcı, milliyetçi ve yer yer ırkçı olan partilerin iktidarda olduğunu görüyoruz. 1990’larda daha çok sosyal demokrat ve liberal siyasi oluşumların iktidarda olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde, geçtiğimiz yıllarda önemli değişimler yaşanmış olmalı. Zira bugünkü hükümetlerin çoğu çağımıza yakışmayan, daha doğrusu Avrupa’nın bizatihi kendi değerleri ile çatışan siyasi felsefeleri temsil ediyor. Böyle bir manzaranın Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkleri ve Türkiye-AB ilişkilerini etkilemeyeceğini düşünmek mümkün mü? Bize göre değil. Çünkü siyaset, tarihin de çoğu kez bize gösterdiği gibi toplumları ve onların davranışlarını dönüştüren bir güce sahiptir.

Bu noktada Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarına dönecek olursak hemen şunu fark etmemiz mümkün olacaktır: Seçimlerin galibi sağcı, milliyetçi ve ırkçı siyaset felsefelerini benimseyen ve savunan siyasi aktörler, mağlubu ise sosyal demokrat ve liberal siyasi aktörlerdir. Bu sonuçlara bakıp hemen her şey vahim olacak demek erken olmakla beraber rahatça şu gözlemde bulunmak mümkündür. Avrupa’da azımsanmayacak, hatta kaygıyla izlenmesi gereken bir seçmen kitlesi, bu kültür ve uygarlık coğrafyasının ürünü olduğu söylenen değerlerden uzaklaşma emareleri göstermektedir. Nedir bu değeler? En genel anlamıyla bu değerleri demokrasi, çoğulculuk, eşitlik, farklılıklara saygı, hak ve özgürlüklerin korunması olarak tanımlayabiliriz.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Türk kökenli politikacıların başarılı olduğunu söylemek ise oldukça zor. Parlamentoya giren az sayıdaki Türkün başarısını, kolektif bir dayanışma ve organize siyasal eylem hanesine değil, daha çok o kişilerin bireysel başarı hanesine yazmak daha doğru olacaktır.Türkler arasında siyasi süreçlere katılma oranının yükselme eğilimi göstermesi umut verici olmakla beraber şimdiye kadar düzenli ve organize biçimde siyasal hayata katılım talebi gösterdiklerini teyit edecek bir veriye sahip değiliz. Benzer bir durum, Almanya’daki genel seçimleri için de geçerlidir.

Almanya genel seçim sonuçlarının hem Almanya Türkleri hem de Türkiye-AB ilişkileri açısından da önemli olduğunu biliyoruz. Bu seçimlerin en olumlu yanı beş Türk kökenli Alman vatandaşının Federal Meclis’e girme hakkı elde etmiş olmasıdır. Yani Almanya’nın en üst karar alma ve kanun çıkarma çatısı altında artık beş Türkiye kökenli politikacı var. Bunun önemli bir gelişme olduğunu ve ilerisi içinde umut verici olduğunu belirtmek lazım. Ancak beş vekilin Almanya’daki Türklerin nüfusu göz önüne alındığında sayısal olarak yeterli olmadığını da hemen buraya kaydetmek gerekir. Zira Almanya’da 2,5 milyon civarında Türk olduğu tahmin edilmekte ve bunların 700 bininin de seçmen olduğu belirtilmektedir.

Almanya’daki seçimlerde göreceli de olsa Türklerin başarısı, diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler için iyi bir örnek olmalıdır. Almanya ile beraber, Hollanda, Belçika, Danimarka ve İsveç’te bireysel başarı hikayelerine rastlanmakla birlikte aynı başarının, Fransa ve İngiltere gibi Türklerin yoğun olduğu diğer Avrupa ülkelerinde tekrarlanmadığını biliyoruz. Fransa ve İngiltere’de yerel seçimlerde belediye meclis üyelik seçimlerindeki bazı başarılar hariç, Türkler bu ülkelerde genel seçimlerde kayda değer bir başarı gösterebilmiş değildir. Bunda, sayısal olarak diğer etnik gruplardan daha az olmalarının payı olduğu gibi, Türk toplumundaki bölünmüşlük, parçalanmışlık, örgütsüzlük, lidersizlik ve siyasetin gücünün farkında olamamak biz dizi etkenin de rolü olduğunu söyleyebiliriz.

Almanya seçimlerinden Merkel’in Hıristiyan Demokratları galip çıkması sıradan bir olay olarak görülmemelidir. Almanya’daki etkin siyasi görüş ve tercihler, tahayyül edilen ve inşa edilmek istenen sosyal yapı hakkında da ipuçları veren seçim sonuçları doğru okunmak durumumdadır. Her rasyonel okuma Türklerin her halukarda yerel ve ulusal düzeylerde siyaset ile daha yakından ilgilenmeleri ve geleceklerine sahip olmaları gerektiğini gösterecektir. Özellikle Katolik nüfusun desteklediği Hıristiyan Demokratlar Birliği şimdiye kadar takip edilen politikaların devam edeceği izlenimini güçlendirmektedir. Neydi bu politikalar bir hatırlayalım

Birincisi Merkel iktidarının göçmen ve azınlık politikasıdır. Son derece muhafazakar bir anlayışla göçmen/yabancı/azınlık politikası yürüten Merkel, entegrasyon konusunda başarılı adımlar atmamış, bu konuda bir istek dahi izhar etmemiştir. Ne göçmen kökenli çocukların eğitimi, ne de yetişkinlerin istihdamı ve normal hayata uyumu konusunda sorunları kökten çözecek projeler geliştirilmemiştir. Örneğin yüzde yirmisi okuldan diploma almadan okuldan ayrıla Türk kökenli çocukları gündemine dahi alma gereği duymamıştır.Öte yandan, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine açıkça karşı çıkmaya ve imtiyazlı ortaklı önermeye devam etmektedir. Bütün bu sonuçlar, Avrupa’daki Türklerin siyasete daha etkin olarak katılmaları gerektiğini, buna mecbur olduklarını göstermektedir. Aksi takdirde siyasetin dönüştürücü gücünden uzak ve sunduğu imkanlardan mahrum kalmaya devam edeceklerdir.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...