31 Ağustos 2010 Salı

Yükseköğretimde Kalite Güvencesi

Küresel Rekabet Türk Yükseköğretiminde Kalite Arayışını Hızlandırdı


Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Yükseköğretimde Kalite Güvencesi raporunu yayınladı. Prof. Dr. Mahmut Özer, Yrd. Doç. Dr. Bekir S. Gür ve Prof. Dr. Talip Küçükcan tarafından hazırlanan rapor, Türkiye’deki yükseköğretim sisteminin yapısı ve ihtiyaçlarını da göz önüne alarak, dünyada ön plana çıkmış birçok yükseköğretim siste¬minin kalite güvencesi mekanizmalarını ele alıyor. Değişik ülkelerdeki yükseköğretim kurumlarında çalışma deneyimine sahip olan ve kitapta ele alınan bazı ülkelerdeki kalite güvence¬si sistemlerini yerinde inceleme imkanı bulan yazarlar, Türkiye’nin yükseköğretimde kalite güvencesi konusunda nasıl bir yol izlemesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Yükseköğretimde Kalite Güvencesi raporunda İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinin 1960 ve 1970’lerde devlet politikası olarak benim¬sediği yükseköğretimi geniş kitlelere yayma sürecini Türkiye’nin ancak 2000’li yıllarda stratejik bir seçenek olarak benimsediği belirtilmekte ve her şehirde üniversite açılmasının ülkemizin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gü¬cünün yetiştirilmesi açısından önemine işaret edilmektedir. Yükseköğretime yatırım yapan ülkelerin kalkınma hızına bakıldığında Türkiye’de yeni üniversitelerin açılmasının doğru bir karar olduğu vurgulanmakta, bölgesel ve küresel bir güç olma yolunda emin adımlarla yürüyen ülkemizin siyasi, ekonomik ve teknolojik rekabet gücünün artırılmasının, yükseköğretime yatırımı zorunlu kıldığı belirtilmektedir. Raporda, yükseköğretim kurumları açılırken, kamu kaynaklarını kullanan bu kurumların kaliteden ödün vermemesine özen göstermesi vurgulanmaktadır.

Raporda, Türkiye’deki ve dünyadaki mevcut durum sağlıklı bir şekilde tes¬pit edilmeden, kalite güvencesi adına atılacak her türlü adımın, Türkiye’de yükseköğretim kurumları için ekstra bir bürokratik külfet olma riski taşıdığı belirtiliyor ve kalitenin anlayış olarak gelişme¬diği ve kültürel bir pratiğe dönüşmediği ortamlarda, dışarıdan zorlamalarla kalite güvencesinin sağlanmasının mümkün olamayacağına işarete ediliyor. Rapor, kalite güvencesi adına yeni bürokratik yapıların kurulması yerine kalite kültürünün yaygınlaşmasının özendirilmesini ve akran/meslektaş değerlendirmesine dayalı bir sistemin kurulmasını öneriyor. Kalite güvence sisteminin uygulanmasının yükseköğretim kurumlarında kaliteyi tek başına artırmasının mümkün olmayacağına işaret edilen raporda, kaliteyi artırmak için yükseköğretim kurumlarında iyileştirmeler yapılması ve yapısal sorunlarının çözülmesi öneriliyor.

Akademik Özgürlük ve Kurumsal Özerklik Korunmalı

Yükseköğretim kurumlarının özü gereği kurumsal özerklik ve aka¬demik özgürlüğe sahip olması gereken kurumlar olduğu, ancak saydamlık ve hesap verebilirliğin tüm kurumlar için kabul edilmeye başlandığı günümüzde, geniş ölçü¬de kamu kaynaklarından beslenen yükseköğretim kurumlarının da bu süreçlerin dışında kalmasının düşünülemeyeceği belirtilen raporda, kalite güven¬cesi ve denetimine ilişkin düzenleme ve uygulamaların kurum¬sal özerklik ve akademik özgürlüğe zarar vermemesine özen gös¬terilmesi isteniyor.


Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) gelişmiş yükseköğretim sistemlerine sahip ülkelerdeki ka¬lite güvencesi mekanizmalarından daha fazla yetkiye sahip olduğu belirtilen raporda, YÖK dışında bir akreditas¬yon kurumunun hem yetki karmaşasına sebebiyet verebileceği hem de yük¬seköğretim kurumları üzerindeki bürokrasiyi artırma riski taşıdığı vurgulanıyor.

Yeni Bürokratik Yapı Yerine Yükseköğretime Destek Artırılmalı

Raporda, toplumsal talebi karşılamak adına, son yıllarda çok sa¬yıda yeni yükseköğretim kurumu açılmasının yükse¬köğretimdeki okullaşma oranlarının artırılması adına, yerinde bir karar olduğu belirtilmekte ve hükümetin, büyüme eği¬liminde olan yükseköğretime desteğini artırarak sürdürmesi önerilmektedir.

Yükseköğretimde kalite¬nin insan sermayesi ile ilintili olduğu gerçeğinden hareketle her seviyedeki akademik personelin daha donanımlı ye¬tiştirilmesi için projeler başlatılması önerilen raporda, nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesi için hükümetin yürüttüğü yurt içi ve yurt dışında lisansüstü burs ve destek programları¬nın hacminin genişletilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Üniversitelerde ka¬litenin tesis edilmesinin, üniversite dışında bazı bürokratik yapıla¬rın varlığına değil, kendi kendini denetleme kültürü ve ilgili pro¬desürleri kurum içinde düzenlemenin varlığına bağlı olduğuna dikkat çekilen raporda, YÖK’ün yükseköğretim programlarıyla ilgili belirli aralıklarla per¬formans değerlendirmeleri yapması, ihdas edilen ölçütleri sağla¬mayan programlara eksikliklerini tamamlamaları için uyarılarda bulunulması, tanınan süre sonunda iyileşme sağlanmazsa yaptı¬rımlar uygulaması da öneriliyor.



SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı

Reşit Galip Caddesi Hereke Sokak No:10,

GOP, Çankaya 06700 Ankara, TÜRKİYE

Tel: +90 312 405 61 51
Faks: +90 312 405 69 03

www.setav.org
info@setav.org




Yükseköğretimde Kalite Güvencesi

Mahmut Özer, Bekir S. Gür ve Talip Küçükcan

Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, 2010

ISBN 978-605-4023-08-0, 112 s.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Bologna ve ilk üniversite

Önceki yazıda Venedik kentinin kanalları, müzeleri, dar sokakları ile tarihte gezinti yapmak, sular üzerine kurulu bir kentin neler sunabileceğini görmek isteyenler için ideal bir mekan olduğunu söylemiştik. Bu hafta da Avrupa’nın hatta bir anlamda dünyanın ilk sistematik yükseköğretiminin başladığı yani ilk üniversitenin kurulduğu Bologna kentinden bahsetmek yerinde olacak.

Bologna tipik bir ortaçağ kenti. Kent merkezi tarih ile iç içe. Bir sokaktan diğerine geçerken sizi bekleyen güzel mimari sürprizlerle karşılaşıyorsunuz. Bologna’da da birçok İtalyan şehrinde olduğu gibi çok sayıda kilise var. Bazen karşı karşıya, bazen yana yana inşa edilmiş irili ufaklı farklı mimarileri yansıtan dini yapılar bunlar. Şehir bu yapılar etrafında oluşmuş. Yani ortaçağ şehir hayatının merkezin kiliseler, katedraller var.

Bologna’yı şöhrete kavuşturan kuşkusuz ilk üniversitenin burada kurulmuş olması. Sadece ilk üniversitenin kurulduğu şehir olması açısından bile bu şehir ziyaret edilmeyi hak ediyor. İtalya seyahatine Venedik’ten başlayanlar için pek uzak sayılmaz. Kısa bir hızlı ve bir o kadar da rahat ve dinlendirici manzaralı tren yolculuğundan sonra Bologna’ya ulaşmak mümkün.

Bologna tren istasyonunun karşısındaki otellerin birinde önceden yer ayırtmak, istasyondan çıkar çıkmaz eşyaları yerleştirip şehir turuna başlamak mümkün. Tıpkı Venedik ve Floransa gibi Bologna’da da araç ihtiyacınız olmayacak. Görülmesi gereken her yer yürüme mesafesinde ve zaten böylesine tarihi bir kentin tadı ancak yürüyerek çıkarılabilir.

Bologna’nın ilk anda dikkati çeken diğer kentlerden farklı tarafı mimarisinde göze çarpıyor. Ana cadde ve sokakların çoğunun ön cephesinde sütunların üzerinde yer alan kemerler, kapalı mekanlar uzayıp gidiyor. Tam bir gölgelik gibi. Bir ara zorunlu olarak yapılması gerekiyormuş. O nedenle Bologna’da toplamda kilometrelerce kemer ve altında yürüyebileceğiniz uzun koridorlar var. Bir zamanlar atlılar dahi buradan yürürmüş. O nedenle hayli yüksek tavanlı yapılmış.

Şehir merkezinde sizi karşılayan ilk yapı, diğer pek çok İtalyan kentinde olduğu gibi büyük bir katedral, eski papaların anısına yapılmış anıtlar, fıskiyeli bir havuz. Kafeler, lokantalar hemen bu merkezin yanı başında. Yani kahve içerken veya yemek yerken bir ortaçağ kentinin tam göbeğinde hissedebilirsiniz kendinizi. Özellikle akşamları yapılan ışıklandırmalar daha sade, sakin, dingin biraz da romantizm katabilir atmosfere. Bu, şehri seyretmekten aldığınız doyumu emin olun daha da artıracaktır.

Bologna’ya gelince mutlaka yapılması gereken şeylerden biri burada kurulan Avrupa’nın ilk üniversitesini de görmek olmalı. Özellikle hukuk fakültesi ilk kurulan fakültelerden olduğu için mutlaka içine girilmeli, kare biçimindeki bahçesinde yürünmeli, ilk hoca ve talebelerin burada neler tartıştıkları, neler konuştukları üzerinde biraz düşünülmeli ve hayal kurumalı.

Modern eğitim ve bilimin ilk merkezlerinden biri olan bu üniversiteyi, kütüphanesini ve koridorlarını dolaşmak insanda ayrıcalıklı olduğu duygusunu uyandırıyor. Bir üniversite hocası olarak şahsen ben bunu hissettim ve Bologna’ya ruh üfleyen şeyin de bu ilk üniversitedeki bilgi, erdem ve hakikat peşinde koşma tutkusu olduğunu düşündüm. Günün birinde tekrar yolumun buraya düşmesini dileyerek ayrıldım bu kentten. Ayrılırken bir hüzün çöktü ama bir sonraki durağın Floransa olduğunu bilmek içime su serpti.

Venedik

Yurt dışında yaşayan Türklerin yıllık alışkanlıklarından biri izinlerini Türkiye’de, kendi yurtlarında geçirmek. Bu, güzel bir alışkanlık. Zorluklara, mali külfetine rağmen ve uzun yolculuklara rağmen çok sayıda Türk tatillerini ve izinlerini Türkiye’nin dört bir yanında geçiriyor. Aslında bu çok güzel. Ancak her yıl tekrarlandığında biraz sıradanlaşmaya ve alışkanlığa dönüşüyor. Bu nedenle bazı alternatiflere ihtiyaç var.

Özellikle genç kuşakların anne-babalarının memleketlerini görmeleri, akraba ev yakınları ile tanışmaları, ezan sesi duymaları, Türk mutfağının eşsiz tatlarını tanımaları açısında da Türkiye’de geçirilecek her anın ayrı bir önemi var.

Ama artık küresel bir dünyada yaşıyoruz. Artık yaşadığımız ülke ve Türkiye ile sınırlı kalamayız. Ufkumuzu sınır ötesine taşımak durumundayız. Hem kendimizi gerçekleştirmek hem de yeni kuşaklara farklı ve yeni bakış açıları kazandırmak için her yıl ziyaret ettiğimiz, gezdiğimiz ve gördüğümüz yerlere yenilerini eklemeliyiz.

Yılda bir kez Türkiye’ye gelerek tüm izni burada geçirmek yerine, yıllık izinleri ikiye veya üçe bölerek belki kısa ama farklı yerlere daha sık seyahat imkanı yaratmalıyız. Özellikle İngiltere buna daha müsait bir ülke. Okullarda ara tatillerin sık olduğu bir sistem var. Eğer anne-babalar da izinlerini buna göre ayarlarsa farklı ülkelere ve kentlere gitmek hiçte zor olmayacaktır.

Evet, ülke gezilerine öncelikle Türkiye’den başlamalı, doğusunu, batısını, kuzeyini ve güneyini gezmeli ve görmeliyiz. Bir dünya kenti İstanbul’a ayrıca özel zaman ayırmalıyız. Ancak bununla yetinmemeli, yeni yerler keşfetmeye de çalışmalıyız.

Yeni yerler deyince ilk akla gelen yerlerden biri kuşkusuz İtalya olmalı Avrupa’da yaşayan Türkler için. Çünkü bir taraftan Roma İmparatorluğunun kalıntıları ve diğer taraftan Rönensansın bıraktığı izler ve miras bu ülkede. Avrupa medeniyeti açısından çok önemli bir yer burası zira kime sorarsanız sorun Avrupa deyince eski Yunan gibi Roma da ilk zikredilen unsurlar, Rönesans ise üzerinde uzun uzun konuşulan bir dönem oluyor. İşte bu sadece bu nedenle dahi olsa İtalya’nın görülmesi ve gezilmesi gerekiyor.

Tabii ki İtalya kocaman bir ülke ve baştan aşağı gezmek mümkün değil. O nedenle öncelik sırası yapmak ve Avrupa medeniyeti açısından önemli yerleri görmeye öncelik vermek lazım. Bu konuda ben şöyle bir rotayı öneriyorum.

Bazı pratik kolaylıklarından dolayı geziye Venedik’ten başlamak yerinde olacak. Venedik, sular üzerine kurulu bir şehir. İnsanın güvenlik arayışı onu çok yaratıcı yapabiliyor. Yüzlerce köprü ile birbirine bağlı bu su kenti dar sokakları, kanalları, gondolları ve müzeleri ile görülmeye değer. Venedik yürüyerek gezilecek bir yer. Sokakları labirent gibi. Motorlu araç girişi yasak. Ulaşım kanallar üzerinden motor ve botlar ile sağlanıyor. Bütün bunlara ilişkin detayları rehber kitaplarından bulmak mümkün. Ama hiçbir rehber kitap bir kenti kendi doğası içinde, mimarisi, kültürü, havası, yemeği, kafeleri vb gibi unsurları ile yaşayan bir kent olarak bize sunamaz.

Bir kentin nasıl yaşadığını, nasıl hayat bulduğunu, zamanın onu nasıl yıprattığını veya canlandırdığını, geçmişten bugüne neleri taşıdığını, mirasının nasıl korunduğunu ve yeniden yorumlandığını görmek için mutlaka o şehrin sokaklarında yürümek, merdivenlerinde oturup düşünmek, kaldırımlarını adımlamak gerekiyor. Bir kentin ruhunu ancak bu şekilde hissedebilirsiniz. Kentlerin ruhu mu olurmuş demeyin. Var. Bunu keşfetmek için Venedik’ten başlayın bu yıl yaz tatilinize.

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...