27 Mayıs 2011 Cuma

Civil Religion and Secular Nationalism in Turkey

I have published an article in the special issue of The George Washington International Law Review. This special issue has articles on Europe, US and Turkey.

If you would like to read the whole article, you follow the link below.

“Sacralization of the State and Secular Nationalism: Foundations of Civil Religion in Turkey”, The George Washington International Law Review, 2010, Vol. 41, No.4, 2010, pp. 963-983

http://docs.law.gwu.edu/stdg/gwilr/PDFs/41-4/JLE413.pdf
 
The article deals with the following issues:
This Article illustrates how secular nationalism has been introduced as a source of collective identity and as a founding ideology of the Turkish state vis-`a-vis the Islamic legacy of the Ottoman Empire. This Article locates religion in the process of laying the foundations of civil religion and examine how religion has been sidelined, marginalized, and reconfigured by the state ideology. Finally, in the context of Turkey-EU relations, this Article will analyze how the Turkish state has repositiones itself with regard to Islam, non-Muslims, and freedom of religion.

ABD’nin İslam dünyasındaki imajı niçin kötü?


Ortadoğu ve Kuzey Afrika İslam coğrafyasında köklü ve kalıcı siyasi değişimlerin habercisi olan gelişmeler, ABD yönetiminin bölgeye yönelik politikalarını gözden geçirmesine yol açıyor. Bölgedeki otoriter rejimler ile yakın ilişkiler geliştirerek onlara meşruiyet kazandıran ve hamilik yapan ABD’nin, artık statükonun sürdürülemeyeceğini gördüğü ve Müslüman halklarla ilişkileri tamir etmeye yönelik girişimlerde bulunduğuna tanıklık ediyoruz. Bu girişimler olumlu olmakla birlikte ne kadarı yapısal ve kalıcı ne kadarı söylemsel ve geçici olacak bunu ABD iç siyasetindeki dengelerin mücadelesi belirleyecek.

Kamuoyu araştırmaları İslam dünyasında ABD ve Obama yönetiminin imajının hala olumsuz olduğunu gösteriyor. Pew Araştırma Merkez’inin Nisan ayında yedi İslam ülkesinde yaptığı araştırma sonuçları Başkan Obama’nın hala yeterli güveni veremediğini, Türkiye, Mısır ve Pakistan gibi nüfusu büyük ülkelerde olumsuz imajların daha yüksek olduğuna işaret ediyor. ABD’li uzmanlar başta olmak üzere Batılılar ve bu bloğun dış politikasını destekleyenler söz konusu sonuçları şaşırtıcı bulmakta ve ABD yönetiminin iyi anlaşılmadığını düşünmemektedir. Böyle düşünenlerin iki konuyu doğru okuyamadıklarını söylemek mümkün. Birincisi, İslam dünyasındaki siyasi ve sosyolojik gerçekliği doğru okuyamıyorlar, ikincisi ABD yönetimi ve Başkan Obama’nın çelişkili ve zikzaklı çizgisini görmezden geliyorlar.

ABD Yönetiminin Güven Tazeleme Çabaları

Obama, 2009 yılında başkanlık yemininin ardından yaptığı ilk konuşmada şunları söylemişti: “Babamın doğduğu küçük köyden en büyük başkentlere kadar, dünyanın her yerinden bizi izleyen insanlara ve hükümetlere bildirmek isterim ki, Amerika, barış ve saygınlıktan yana duruş sergileyen her ulusun; kadın, erkek, çocuk herkesin dostudur. Yeniden öncülük etmeye hazırız.” Bu konuşma, George W. Bush döneminde yürütülen çatışmacı ABD dış politikasının sona erdirileceği, Obama’nın kriz bölgelerinde adil ve tarafsız bir pozisyon alarak ülkesinin dibe vuran olumsuz imajını düzelteceği umudunu yaratmıştı.

11 Eylül saldırıları sonrasında terörle mücadele adı altında yürütülen güvenlik eksenli politikalar özellikle İslam dünyasında ABD’ne yönelik tepkileri artırmış, kurgu olduğu sonradan apaçık anlaşılan nedenlerle 2003 yılında Irak’ın işgali, Türkiye de dâhil İslam ülkelerinde ABD’ne beslenen güveni iyice sarsmıştı. Obama, ABD’nin terör değil İslam’la savaştığı algısının derinleşmeye başladığı bir siyasi atmosferde ılımlı mesajları ile Bush dönemi şahin çizginin geride kalacağını ilan ederek yeni bir dış politika izleyeceği izlenimi yaratmıştı. 7 Nisan 2009’da Ankara’da TBMM’de yaptığı konuşmada söz konusu yeni politikanın ipuçlarını da vermişti. ABD’nin İslam ile değil terör ve aşırılık ile mücadele ettiğini, İsrail-Filistin çatışmasının adil bir çözüme kavuşturulması için Türkiye ile birlikte çalışacağının altını çizmişti. 4 Haziran 2009’da Kahire’de merakla izlenen konuşmasında “ABD ile İslam dünyası arasında karşılıklı çıkar ve saygıya dayanan yeni bir başlangıç aramağa geldim” demiş ve Filistinlilerin yasal isteği olan onur ve kendi devletlerine sahip olma hakkına sırt çevirmeyeceğini de sözlerine eklemişti. İslam dünyasında kimilerinin mesafeli durduğu ve temkinli yaklaştığı bu ifadeler Müslüman kamuoyunda genelde olumlu yankı yapmış ve beklentileri artıran bir rol oynamıştı.


Obama Çelişkilerini Aşamıyor

Her ne kadar Başkan Obama’nın konuşmaları ilk anda bir iyimserlik havası yaratmış olsa da, bunun söylemsel düzeyde kaldığı, sorunların çözümüne yönelik politikalar geliştirilmediği kısa zamanda anlaşıldı. Obama yönetimi cesur adımlar atamadı. Irak’tan çekilme sözü vermesi olumlu karşılandı ancak sürecin uzaması ve Irak işgalinin yarattığı insani kayıplar ve ekonomik çöküntünün tamirine yönelik bir girişim görülmedi. Dahası Irak siyasi bir kaosa doğru sürüklenirken ABD, pratikte işgal olarak görülen Afganistan’daki askeri varlığını artırma kararı aldı. İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşimler kurmasına göz yumdu, İsrail’i kınayan BM kararlarını veto etmeyi sürdürdü. Aynı İsrail’in Gazze saldırılarına sessiz kaldı ve dokuz Türk vatandaşının öldürülmesi ile sonuçlanan Mavi Marmara olayında da müttefiki Türkiye’nin beklediği tepkiyi göstermedi. Tunus ve Mısır’daki demokratikleşme ve sivilleşme hareketinin ilk günlerinde ürkek ve çekingen bir politika izledi. Demokrasi ve insan hakları söylemi ile dünya sahnesine “yeniden öncülük etmek” için çıkacaklarını ilan eden Obama yönetiminin İslam dünyasındaki gelişmelere ilişkin ikircikli yaklaşımı ve İsrail-Filistin sorununun çözümünde inisiyatifi yitirmesi ABD’den beklentileri büyük oranda zayıflatmıştır.

Obama’nın geçen hafta yaptığı iki konuşma ABD yönetiminin Ortadoğu’ya ilişkin politikalarının gel-gitler ve lobilerin esiri olduğunu bir kez daha teyit etti. Obama, büyük değişimlerin yaşandığı Ortadoğu’daki gelişmelere seyirci kalmadıklarını göstermek için yaptığı ilk konuşmada otoriter rejimlerin meşruiyetlerini kaybettiklerini kabul etmeleri gerektiğini vurgularken, halk hareketlerini ve Filistinlilerin kendi devletlerini kurma isteklerini desteklediklerini belirtti. İsrail’in 1967 öncesi sınırlara çekilmesi gerektiğinin de altını çizdi ki bu Arap dünyasının İsrail’i meşru bir devlet olarak tanımalarının yolunu da açacak bir seçenekti. Obama, ABD’deki en etkili Yahudi lobilerinden Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nde yaptığı konuşmada ise, aradan geçen yıllar içinde meydana gelen demografik değişimler nedeniyle 1967 sınırlarına dönüşün mümkün olmadığını belirterek bir anlamda işgal altındaki yerleşimlerin meşruiyetini kabul etmiş ve İsrail’in hala sürdürdüğü benzer politikalarına dolaylı da olsa yeşil ışık yakmıştır.

Başkan Obama’nın bir adım ileri, iki adım geri biçiminde özetlenebilecek çelişkilerle dolu Ortadoğu söylemi, İslam dünyasına yönelik yaptığı konuşmaların inanırlığına ve güvenirliğine gölge düşürmektedir. Dahası yeni açılımlara açık olduğu izlenimi verme konusunda mahir olan Başkan Obama’nın son konuşmasında Afganistan’dan ABD askeri gücünü çekip çekmeyeceğine ilişkin tek söz etmemsi, El-Fetih ile de el sıkışan Gazze’deki Filistin halkının seçimle iş başına gelen meşru temsilcisi Hamas’ın muhatap alınıp alınmaması konusunda sessiz kalması İslam dünyasında sorgulayıcı bakışın dikkatinden kaçmamıştır. ABD yönetimi İslam dünyasındaki imajının niçin olumsuz olduğunu anlamak istiyorsa hem söylem hem de politikaları açısından kendi çelişkilerini, ikircikli yaklaşımlarını ve lobilerin etkisini gözden geçirmelidir.

Prof. Dr. Talip Küçükcan
M.Ü. Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü









Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...