17 Nisan 2007 Salı

İngiltere’de yerel gazete çıkarmak

Londra'da HABER isimli bir yerel gazete iki yıldır ara vermeden büyük fedakarlıklar sayesinde çıkıyor ve okura ulaşıyor. Yenilikçi, düzeyli, dürüst ve ilkeli gazete çıkarmak bir gönül ve ideal işidir. Yorulmak bilmeyen bir ekibin enerji ve çabasıyla sürdürülen zor bir iştir. Bir gazete elimize ulaştığında belki yarım saatte okur bir tarafa koyarız. Ama onun nasıl hazırlandığını, hazırlık aşamasında kaç kişinin koşturduğunu ve uykusuz geceler geçirdiğini pek bilmeyiz. Bireyler olarak hepimizin bazı lüksleri vardır. Yorgun olunca dinlenmek, hasta olunca dışarı çıkmamak, yağışlı ve soğuk havada içerde zaman geçirmek gibi lüksler gazeteciler için yoktur. Herkes gece evinde çayını ve kahvesini yudumlarken gazetecilerin bir kısmı sokakta haber peşindedir. Amaçları toplumu ilgilendiren konuları izlemek, resimlemek ve okuyucu ile paylaşmaktır. Yağmur, soğuk, sıcak ve hastalık demeden bir koşturmaca içindedir gazeteciler.
Haftalık dahi olsa her nüsha üzerinde çalışmak bir maceradır. Yüzlerce haber ve fotoğraf arasından seçimler yapmak, okurun ilgisine sunmak ve beğenilerini kazanmak sanatsal bir iş olduğu kadar hem kaygı verici hem de tatlı bir beklentiyle iç içe olmak demektir. Her sayının hazırlığı bittiğinde kısa bir rahatlama olur. Ama son nokta hiç konmaz çünkü bir sonraki haftanın sayısı hazırlanmak durumundadır. Bu nedenle gazetecikte tatil ve dinlenme de olmaz. Eğer söz konusu yerel bir gazete ise ve sınırlı sayıda insanın katkısı ile çıkıyorsa o zaman herkes sürekli seferlik halinde olmak zorundadır.
FARK YARATAN GAZETE
Şimdi gelelim HABER gazetesine. İngiltere Türk toplumu yerel medya girişimleri konusunda hayli aktif bir profile sahip. Küçümsenmeyecek başarılara imza atılıyor. Diğer Avrupa ülkelerinde böylesine yoğun bir medya faaliyeti yok. Bu bakımdan Londra merkezli yerel medya ve gazetecilik kültürü ciddi bir örnek olarak görülüuor. Kuşkusuz yerel medya organlarının en büyük sorunu devamlılık ve süreklilik. Ya sermaye ya da insan kaynakları sıkıntısından dolayı çoğu yerel medya girişimi ya ölü doğuyor ya da kısa ömürlü oluyor. HABER gazetesi şimdiye kadar gösterdiği performans ile bu sorunların üstesinden gelmiş görünüyor. Bu başarıda iki kesimin imzası var. Bunlardan birincisi gazeteyi omuzlayan insanlar, diğerler ise okuyucular ve reklam ile destek veren iş dünyası.
İsterseniz önce HABER çalışanlarına ilişkin gözlemlerimi paylaşayım sizinle. HABER çalışanlarının tümü amatör ruhlu ama profesyonel gazeteciler. Mesleğe uzun yıllarını vermiş, gazete ve TV haber mutfaklarında yetişmiş, büro şefliği ve köşe yazarlığı yapmış kişiler. Bu kişilerin en büyük özelliği yaptıkları işe hem sadakat hem de büyük bir aşk ile bağlı olmaları. Bunların elinden malını, mülkünü ve makamını alsanız pek üzülmezler. Ama ellerinden mesleklerini ve gazetelerini alırsanız hayatlarını bitirmiş olursunuz. HABER gazetesi yöneticilerini uzun zamandan beri tanıyorum. Gözleri ne şöhrette, ne makam ve mevkide ne de köşe dönmede. Bu insanlar etik ilkeleri benimseyen temiz, saydam, hesap verebilir, sorumlu ve bağımsız bir gazete çıkarmaya sevdalı sadece.
GAZETENİN GERÇEK SAHİBİ KİMDİR?
HABER gazetesini var eden diğer kesim ise okuyucu ve iş dünyasıdır. Bu kesim aslında gazeteyi var eden kesimdir. Okuyucu olmazsa zaten gazetenin bir anlamı olmaz. HABER gazetesi okuyucusu, bize gelen mesajlardan anlaşıldığı üzere, son derece duyarlı, belirli bir etik duruşu olan, kendine güvenen, kimliği ile barışık ve dış dünyaya açık bir kitle. Her gazete böyle bir okuyucu kitlesine sahip olmak ister. Bu bakımdan HABER gazetesi çok şanslı çünkü “tepki” veren bir okuyucu kitlesi var. Sessiz, sakin, suskun ve tepkisiz değil. Bu köşede çıkan yazıları bile dikkatle edip görüşlerini aktaran okurlarımız var. Bu bizim için gerçekten şans çünkü yazarı geliştiren ve olgunlaştıran aslında okurların ta kendisidir.
Tabiî ki gazetenin süreklilik kazanmasını sağlayan bir başka önemli kesim iş dünyasıdır. İlan ve reklam olmadan gazetelerin yaşaması mümkün değil. Buna mukabil iş dünyasının ürünlerini tanıtmasının en etkin yolu da güvenilir, marka yaratan ve halk ile bütünleşmiş yayın organlarına reklam verilmesidir. Bu manada HABER gazetesi çok doğru bir adrestir çünkü iki yıllık zaman diliminde toplumla saygın, seviyeli, düzeyli, saydam ve ilkeli bir ilişki kurmayı başarmış bir gazetedir. Bu nedenle hem okurlarımız, hem iş dünyası bu gazeteye daha yakından sahip çıkmalıdır.
Unutmayalım, bu gazete ne yazarlara ne de muhabirlere aittir. Gazetenin asıl sizsiniz.

Avrupa Türkleri araştırmalarına destek

Avrupa’daki Türklerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi durumlarına ilişkin araştırmaların sayısı gittikçe artıyor. Araştırma merkezleri ve üniversitelerde çalışan siyaset bilimci, sosyolog, eğitimci ve antropologlar Avrupa’da yaşayan yaklaşık dört milyon Türkün dilini, dinini, kültürünü, sosyal yaşantısını ve siyasal tercihlerini daha yakından anlamaya çalışıyor. Özellikle Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecince önemli adımlar atmasının ardından bu tür araştırmaların sayısında artışlar olduğu gözleniyor.
Araştırmalara paralel olarak, yukarıda saydığımız konular çerçevesinde çok sayıda bilimsel toplantılar da düzenleniyor. Bu toplantılara ilişkin bilgileri zaman zaman bu köşede sizlere duyuruyoruz. Örneğin geçtiğimiz aylarda Danimarka’da “Turkey in Europe” (Avrupa’daki Türkiye) konulu bir konferanstan bahsetmiştim. Bize ulaşan haberlere göre bu konferansta sunulan bildiriler önümüzdeki aylarda İngilizce kitap olarak basılacak ve önemli kütüphanelerde başvuru kaynağı olarak yerini alacak. Avrupalılar bilgiye önem verdikleri için sürekli araştırma, yeni bilgiler üretme, genç bilim adamlarını destekleme, bilgiye dayalı politikalar oluşturma ve karar verme süreçlerinde bilgiden yararlanma yöntemlerini tercih ediyorlar.
Peki, Avrupa’daki araştırma merkezleri ve üniversitelerde Türklere ilişkin yürütülen araştırmaları kim destekliyor? Bu araştırmaları hükümetler, vakıflar, sivil kuruluşlar ve tabiî ki üniversitelerin kendileri destekliyor. Bu noktada şöyle bir soru akla gelebilir: Avrupa’daki Türklerin sorunlarını içeren araştırmaları destekleyen ve bu konudaki yayın ve toplantılara kaynak sağlayan Türk kuruluşu var mı? Yani Türkiye’nin Avrupa’daki resmi kurumları/temsilcilikleri, Türk sivil kuruluş ve vakıfları bu tür araştırmalara kaynak ayırabiliyor mu? Doğrusunu söylemek gerekirse bu sorunun cevabını ben tam olarak bilmiyorum. Türkiye’nin bazı araştırma merkezlerini desteklediğini biliyorum ve bunu çok doğru bir politika olarak görüyorum. Lakin Avrupalı Türklerin sorunları söz konusu olduğunda ne kadar destek veriliyor bunu bilmiyorum.
Biz, Türkler olarak ne zaman bir araya gelsek sorunlarımızın ne kadar büyük olduğunu dile getiririz. Çocuklarımızın eğitim ve dil sorunlarından bahsederiz. Büyük ve yaşlıların bakım sorunlarından söz açarız. Yerel basın, siyaset, sağlık ve din gibi ne kadar netameli alan varsa konuşuruz. Ama bütün bunları araştırma veya bilimsel kaynaklara göre yapmayız. O nedenle de sadece konuşur dururuz. Böyle olunca da sorunlarımızı kimseye anlatamayız çünkü elimizde ne bir araştırma raporu, ne bir kitap ne de geçerli yöntemlerle toplanmış veriler vardır.
Bu eksikliğin farkına varan genç Türk girişimcilerden bir kısmı artık bilim ve araştırmaya da kaynak ayırma gereği duyuyorlar. Henüz İngiltere’de bir örneğine rastlanmasa da böyle bir gelişme var. Örneğin merkezi Amsterdam’da bulunan Türkevi Araştırmalar Merkezi kurulalı daha iki yıl olmasına karşın Türkçe ve İngilizce kitaplar yayınlamaya, araştırmalar desteklemeye ve konferanslar düzenlemeye devam ediyor. Türkevi Araştırmalar Merkezi, hem Türk bilim adamlarının desteklenmesi hem de Avrupalı Türkler hakkında bilimsel araştırmalar yapılabilmesi üç bilim insanına Hollanda’da kullanılmak şartıyla birer aylık araştırma bursu veriyor önümüzdeki yaz döneminde.
Araştırma bursundan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Türkiye’deki üniversitelerde doktora öğrenimi tez aşamasındaki araştırmacılar, veya araştırma kurumlarında çalışan doktoralı akademisyen ve araştırmacılar yararlanacak. Tabiî ki adayların araştırma yürütecek kadar İngilizce veya Hollandaca dillerinden birini iyi derecede bilmeleri bekleniyor.
Türkevi Araştırmalar Merkezi öncelikli araştırma konuları belirlemiş. Bunlar, siyasal, sosyal ve kültürel açıdan Hollandalı Türkler, Hollanda’da Türkiye İmajı ve Türk Medyası, Türkiye-Hollanda İlişkileri, Avrupalı Türkler, Türkiye-AB İlişkileri, Çifte Aidiyet. Araştırmacıya, Hollanda-Türkiye arası uçakla ekonomi sınıf gidiş geliş bileti ücreti ve 750 Euro burs ödenecek. Ayrıca, araştırmacıya vize alması ve kalacak yer bulması için yardım edilecektir.
Benzer girişimleri İngiltere’deki Türk kuruluşlarından bekliyoruz.

5 Nisan 2007 Perşembe

Türkiye’nin özlediği lider

Bu köşede Türkiye’nin iç politikasına dair yazı yazmıyorum normalde. Bunun başlıca nedeni şu. Okuduğunuz gazete İngiltereli Türklere hitap eden yerel bir gazete. Her ne kadar ulusal ve uluslar arası haberlere yer verse de ağırlıklı olarak yerel haberleri sayfalarına taşıyor. Köşe yazılarının da benzer bir özellik taşıması gerekiyor. Yani Londralı Türklere hitap eden bir gazetenin önceliği “yerel” haber ve yorumlar olmalı.Gazeteyi özgün kılan da bu zaten. Türkiye ve dünyada olup bitenler hakkında yazı ve yorum olmaz anlamında söylemiyorum bunu. Ama bu konularda haber okumak isteyenler özellikle internet üzerinden çok satıda gazete ve dergiye ulaşabilirler. O nedenle aynı haberleri yerel gazetenin sayfalarına sürekli olarak taşımanın bir anlamı yok.
Bu yazıda, Avrupa’da yaşayan Türkleri en azından dolaylı biçimde ilgilendiren bir konudan bahsetmek istiyorum: Türkiye’de yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimi. Yeni Cumhurbaşkanı nasıl biri olmalıdır? Hangi özellikleri taşımalıdır? Gündeminden neler olmalıdır? Bu sorulara cevap aramaya çalışacağım.

DIŞA DÖNÜK BİR LİDER

Geniş bir toplumsal tabanı temsil edecek olan Cumhurbaşkanı, farklı siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik sınıflara mensup grupların tümüyle iletişim kurabilmeli ve Köşk’ten çıkarak halkın sesini, sorularını, kaygılarını ve taleplerini doğrudan dinleyebilmelidir. Onuncu Cumhurbaşkanı alışveriş filesi taşıma, kırmızı trafik ışığında durma ve hastanede muayene sırasında sıra beklemek gibi sembolik davranışların ötesine geçemediği için toplumun bütün katmanları ile iletişim kuramamış, Köşk’ün resmi ve bürokratik havasının halk ile Cumhurbaşkanı arasında duvar örmesine engel olamamıştır. Bu nedenle yeni Cumhurbaşkanı devlet ile toplum arasında örülen duvarı yıkacak ve toplumun tümümü kucaklayacak bir profile sahip olmalıdır. Çıkar çatışmaları ve iktidar mücadelelerinin ideolojik kamplaşmalar, toplumsal ayrışmalar ve etnik çözülmeler gibi korku ve tehdit algılarından yararlanmaya çalıştığı günümüzde, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu açılımlardan biri, korku duvarlarının arkasına sığınmayan bir Cumhurbaşkanının topluma liderlik yapmasıdır. Bu nedenle halkla ilişkileri güçlü bir Cumhurbaşkanı korku ve tehdit algılamalarını aşan bütünleştirici bir fonksiyon edecektir.

Farklı formlarda ulusalcılıkların yükseldiği, etnik köken ve dini kimlik siyasetinin toplumsal mutabakat ve ortak zemini zayıflatmaya çalıştığı Türkiye “ortak payda” ve “ortak miras” ve “ortak gelecek” vurgusunu yapabilecek, kimlik siyasetinin çözümleyici ve ayrıştırıcı etkilerini ortadan kaldırabilecek bir anlayışın Cumhurbaşkanlığı makamına geçmesi halkın beklentileri arasındadır. Bu manada bütün toplumsal kesimlerin sahip çıkabileceği bir ortak zeminin yeniden inşası veya var olanın demokratik, özgürlükçü ve katılımcı bir anlayışla tarih, kültür ve sanat derinliği ile güçlendirilmesi elzem görünmektedir. Bu noktada bahsi geçen değerleri özümseyen bir Cumhurbaşkanı ortak gelecek vurgusunu daha ikna edici bir söylem ve pratikle toplumla paylaşabilir.

SOSYAL SERMAYEYİ MOBİLİZE ETMEK
Çağdaş dünya “gönüllü” sektörün yükselişine tanıklık etmektedir. Dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde Cumhurbaşkanı gibi liderler “toplumsal sermaye” denilebilecek potansiyelleri mobilize edecek bir aktivitelerde bulunmaktadır. Bu tür etkinlikler, hem geniş halk kitleleriyle devlet arasındaki bağın güçlenmesi, hem de toplumsal kaynaşmanın sağlanması açısından önemlidir. Bu nedenle Cumhurbaşkanının ulusal çapta “gönüllülük” ve “beşeri/sosyal sermayeyi” mobilize edecek ikna ve liderlik gücüne haiz olması beklenmektedir.

Türkiye uzun yıllardır özlemle beklediği siyasal ve ekonomik istikrara kavuşmuştur. Bu istikrarı sürdürülmesi ve güçlenmesine büyük katkıda bulunacağına inanılan en önemli beklenti halkın yetki verdiği parlamento ve hükümet ile çatışmayan ve gerilim yaratmayan Cumhurbaşkanının Köşk’e çıkmasıdır. Türkiye’de iktidarlar uzun yıllar boyunca böyle bir çatışma ve sürtüşmenin etkisini hissetmiş, planladıkları reformları gerçekleştirememiş ve halkın kendilerine verdiği yetkiyi etkin bir şekilde kullanamamıştır. Bu noktada Türkiye’nin tarihi bir fırsat yakaladığına inanılmaktadır. Cumhurbaşkanının, hükümetle “iktidar mücadelesi” içinde olmayan, hükümetin yenilikçi politikalarını destekleyen ve ülkenin dönüşümüne destek veren müzakereci bir anlayışı benimsemesi beklenmektedir. Böyle bir ilişki biçiminin her açından sinerji yaratacağına inanılmaktadır.

3 Nisan 2007 Salı

Dernek başkanı olmanın sorumlulukları

İngiltere'deki Türk sivil toplum kuruluşlarının (STK) çalışmalarına daha önce değinmiştik. Son yıllarda çok sayıda dernek ve benzeri kuruluş ortaya çıkmasına rağmen, bu derneklerin (ki bunların hepsine sivil toplum kuruluşu demek mümkündür) seslerinin pek çıkmadığını, ya da cılız çıktığını yazmıştım. Kuşkusuz bütün STK’ları aynı kefeye koymak haksızlık olur ama genel resme baktığımızda karşımızda duran manzara pek iç açıcı sayılmaz. Bunun istisnasının eğitim işleri ile uğraşan dernekler olduğunu da söylemiştim.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım ve şu soruları herkese soralım: İngiltere’deki Türk STK’ları yeterince etkin mi? Kendilerinden beklenenleri veya yapmayı iddia ettikleri işleri yapabiliyorlar mı? Örneğin Türk toplumunu hangi platformlarda temsil ediyorlar? Türk toplumunun sosyal, ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak için hangi somut projelere imza atıyorlar? Kaç üyeleri var? Etkinliklerini sürdürecek kaynağı yaratma potansiyelleri var mı? Dernek başkanları gençlere örnek oluyor mu, onları cesaretlendirip geleceğe hazırlıyor mu, yoksa koltuk elden gider diye gençleri kapıda mı tutuyorlar?
Bu soruları çoğaltmak mümkün. Burada amacımız kuşkusuz derneklerimizi yıpratmak, kusurları ortaya dökmek ve insanları incitmek değil. Yapmak istediğimiz şu: Uzun yıllardır dernekçiliği meslek haline getiren, dernek başkanlığı koltuğuna sımsıkı sarılan, gençleri soğutan ve balolarda boy göstermekten başka numaraları olmayan kişilerin milletin yakasından düşmesini sağlamak.
Şimdi tekrar soruyorum. Somut olarak hangi projeler yapılıyor? Bu gazete sürekli olarak halkın nabzını tutuyor. Derneklerimizin güzel ve başarılı çalışmalarını hiçbir ayrım gözetmeksizin duyuruyor. Bunu yaparken de aslında hepimizi gurur duyuyoruz. Lakin bu tür haberlere konu olan derneklerimizin sayısı bir elin parmakları kadar az. Hep aynı dernekler, başkanlar ve üyeler karşımıza çıkıyor. Peki adı olup ta kendisi piyasada olmayan diğer onlarca dernek nerde, başkanları ve üyeleri ne yapıyor bunların, hangi projeleri geliştiriyor ve uyguluyor?
Bu sorunun cevabı hiçte iç açıcı değil ne yazık ki. Bazı dernek başkanları sadece balo, parti ve yemeklerde boy gösteriyor. Proje nedir, nasıl hazırlanır ve uygulanır diye sorsanız dili tutulur. Ama iş siyasete, eleştiriye, onu bunu çekiştirmeye gelince dilleri çözülüverir. Herkese üzerinde parlak harflerle yazılı kartlarını dağıtırlar. Bu tür başkanların başında olduğu dernekler tek kelimeyle “tabela dernekleridir” bunlardan bir hayır gelmez. Tam tersi bu derneklere üye olan ve güvenen insanları hayal kırıklığına uğratırlar. Öyleyse artık bu dernekleri ve başkanlarını sorgulamak gerek. Yoksa meydanı boş bulan herkes dernek kurar ve ortalık dernek ve dernek başkanı çöplüğüne döner.
Yıllardır çeşitli derneklerle iletişim halindeyiz. Bunların ciddi olanlarını hemen fark edersiniz. Doğru dürüst bir ofisleri ve tanıtım broşürleri vardır. Yıllık faaliyetlerini rapor halinde hemen size sunarlar. Hesapları kitaplar çok saydamdır. Mesela ben Londra’da doktora yaptığım sıralarda zaman zaman bazı derneklere uğruyordum. Bunlardan bir kısmı gerçekten profesyonelce işler yapıyordu. Ama bir kısmında sadece laf ve dedikodu üretiliyordu. İşte bir derneğin ciddi mi yoksa gayri ciddi mi olduğunu anlamanın yolarlıdan biri budur. Yani yapılan işlerin bir listesini ve dökümünü görmek.
Bir başka ölçüt, başkanların bu işe ne kadar zaman ve kaynak ayırdığı, üyeleri ne kadar mobilize ettiği ve gençleri dernek yönetimine alıp almadığıdır. Gençleri dışarıda tutanlar koltuklarından korkanlar veya derneği, bir aile derneğine dönüştürenlerdir. Biz bunlara dernek demiyoruz. Bunlar olsa olda tek adamlı gösteridir (one man show). İngiltere Türk toplumunun, dernekleri işte bu gözle görmesi ve değerlendirmesi lazım. Orda burada şık kartlar dağıtan, devlet yetkilileri ve politikacılarla aynı karede görünmek için can atan dernek başkanlarını uyarmak lazım. Arkasına dernek adı ve üyelerin desteğini alarak bir tek projeyi bile hayata geçirmeden yıllardır başkanlık yapanlara artık “dur” demenin zamanı geldi.
Tekrar edelim. Bu yazıda amaç dernekleri yıpratmak değil. STK’lara çok önem veren bir düşünceye sahip biri olarak yapmak istediğim şey, yıllardır milleti temsil ediyorum diyenlerin aslında topluma zarar verdiğini hatırlatmak. STK’lar modern toplumların önemli temsil, baskı, talep ve bilgilendirme aygıtlarıdır. Bu enstrümanları yerli yerinde kullanmasak ıskalamış oluruz. İşte bunun önüne geçmek için “gerçek” ve “tabela” dernekleri birbirinden ayırmalıyız.

Dünya gençleri Türkiye’de buluşuyor

Bu köşede sık sık dile getirdiğim bir konu var. Türkiye’nin bölgesel ve küresel öneminin gün geçtikçe daha iyi keşfedilmesine tanık oluyoruz. Her ne kadar AB’nin ellinci kuruluş yılı kutlamalarına Türkiye davet edilmese de, ülkemizde olup bitenler ve Türkiye’ye gelip gidenler Türkiye’nin gittikçe merkezi bir rol üstlendiğini gösteriyor. Öyleyse nedir bu merkezi rol? Acaba bizler kendi ülkemizin taşıdığı potansiyeli görebiliyor ve başkalarına anlatabiliyor muyuz? Yoksa kendine güveni olmayan bireyler olarak her olup bitene seyirci mi kalıyoruz? Daha açık şekilde sormak gerekirse sadece kendisine verilen rolü oynayan birer aktör müyüz, yoksa oyuncuları yöneten lider miyiz? Bunun cevabını son günlerde olup bitenlere bakarak görmek mümkün olabilir.
Bunlardan en belirgin olanlarından biri İran’ın Körfez bölgesinde tutukladığı İngiliz askerlerine ilişkin arabuluculuk girişimleridir. İngiltere Dışişleri Bakanının, Türkiye’ye gelir gelmez ayağının tozuyla Türkiye’nin arabuluculuğunun önemine işaret etmesi önemli bir göstergedir. İngiliz bakan, Türkiye’nin dışişleri bakanının odasından İranlı bakanı arayarak İngiliz askerlerinin durumuna ilgi ilişkin bilgi alıyor. Bu, aslında İngiltere’nin Türkiye’den üstü kapalı bir yardım talebini içinde barındırıyor. Niçin? Çünkü Türkiye son yıllarda “komşu ülkelerle sıfır sürtüşme” denklemini dış politika seçeneği olarak görme eğiliminde. Eğer komşularınızla iyi geçinir ve karşılıklı ortaklıklar kurabilirseniz onlar üzerinde bazı ikna edici gücünüz olabilir. Bu olay Batı’nın Türkiye’den beklentilerini yansıtan küçük bir deneyim.
Peki Doğu’da ve özelikle İslam dünyasında neler oluyor? İslam dünyasında da benzer bir rüzgar esiyor. Örneğin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Arab Zirvesi”ne katılıyor. Türkiye başbakanlarının bu zirveye katılmaları pek fazla rastlanan bir olay değil. Ama Türkiye’nin bölgesel ve küresel gücü bu ülkeyi ihmal edilemez bir konuma getiriyor. Nedir bu konum? Türkiye hem Batı hem de Doğu’da saygınlık ve güvenirliğini artırıyor. Bu nedenle Türkiyesiz bir Avrupa ve Doğu düşünülemez. İşte hem Avrupalılar hem de İslam dünyası bu gerçekliği gördüğü için Türkiye’nin her platformda bulunmasını istiyorlar.
Gerçekten de Orta Doğu ve Avrupa coğrafyasına bakıldığında şöyle bir manzara çıkıyor karşımıza. Hem Avrupa, hem ABD, hem İslam ülkeleri ve İsrail hem de Balkan ülkeleri ve Türki cumhuriyetler ile ilişkileri sıcak olan, hem bölgesel hem de küresel aktörlerin tümü ile masaya oturabilen acaba kaç ülke var? Türkiye dışında böyle bir ülke nerdeyse yok sayılır. İşte bu nedenle Türkiye hem bölgede hem de bölge dışında önemli roller üstlenmek durumunda. Tarihi ve güncel geçekler bize bunu dikte ediyor.
Türkiye’nin artan önemi kuşkusuz İstanbul’u da birçok faaliyetin merkezi yapıyor. İşte bunlardan biri farklı din, dil, kültür, millet ve renkten gelen gençlerin İstanbul buluşması. 28 Martta başlayıp üç gün sürecek toplantının konusu 'Dinler ve Kültürlerarası Diyalog Zirvesi'. İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) bağlı İslam Konferansı Örgütü Gençlik Forumu ile Avrupa Birliği ve Avrupa Topluluğu bu hafta dünya gençlerini İstanbul'da buluşturuyor. Üç birliğin organize ettiği uluslararası katılım düzeyindeki ilk toplantı özelliği taşıyan 'Dinler ve Kültürlerarası Diyalog Zirvesi', yerli ve yabancı 250 konuğun katılımıyla yapılıyor. 2005 yılının başında oluşturulan İKÖ Gençlik Forumu'nun Genel Başkanı Ali Sarıkaya, toplantıda 150'si yabancı, 100'ü yerli 250 genç yazar, akademisyen, siyasetçi, aktivist ve STK temsilcisinin 4 gün boyunca diyalogun önündeki engelleri tartışacağını söylüyor. Açılış toplantısına Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, zirvenin kapanışına ise Katar Kraliçesi Sheikha Mouzah gibi önemli kişiler katılıyor.
Peki İstanbul’da buluşacak dünya gençleri neleri tartışacak? Gençler, zirvede İslamofobyadan ırkçılığa, gençliğin günümüzdeki sorunlarından gelecek projeksiyonuna kadar pek çok konuyu masaya yatıracak. Uzmanlar ve bilim adamlarının katkısıyla kendi geleceklerini konuşacaklar.
Nerede? İstanbul’da. Farklı kültür ve medeniyetlerin beşiği Türkiye’de.

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...