17 Şubat 2010 Çarşamba

Arap dünyasının Türkiye İlgisi: Şam Konferansı

İki hafta önce (8 Şubat 2010) Lordlar Kamarası’nda Türkiye ile ilgili bir toplantı yapıldı. ‘Turkey’s Role in an Emerging Network World’ başlığını taşıyan toplantıya Türkiye’den Egemen Bağış, Kürşad Tüzmen, Suat Kınıklıoğlu, Nursuna Memecan, Dr. İbrahim Kalın, Murat Yalçıntaş, Remzi Gür, Cemalettin Haşimi ve Mustafa Akyol katıldı. Bu toplantıda Türkiye-İngiltere ilişkileri yanında Türkiye’nin bölgesel ve küresel konulardaki politikaları tartışılmıştı. Bu toplantının hemen ardından Suat Kınıklıoğlu, ve Dr. İbrahim Kalın Royal Institute of International Relations’da özel davetli bir gruba Türk dış politikasındaki yeni eğilimleri ve gelişmeleri aktarmıştı.

Her iki toplantıda da ufuk açıcı tartışmalar olmuş, Türkiye’ye duyulan ilginin gittikçe büyüdüğü, bu ilginin kendinden oluşmadığı, Türkiye’nin artan etkisi ve dış dünya ile bütünleşme adımlarının olduğu görülmüştü.

ORTA DOĞU DA TÜRKİYE’Yİ MERAK EDİYOR

Türkiye’ye duyulan ilgi ve merak sadece Batılı ülkelerde değil Orta Doğu ve İslam coğrafyasında da artıyor. Bunun önemli göstergelerinden biri bu ülkelerde Türkiye konulu yayın, konferans ve toplantıların sayısında görülen belirgin artıştır. Nitekim, 12 Şubat 2010 tarihinde Suriye’nin başkenti Şam’da yapılan uluslar arası bir toplantıda da en çok merak edilen ve üzerinde koşulan ülke Türkiye oldu.

Suriye’deki toplantı davetiyesi ilk geldiğinde iki ülke arasındaki vizeler henüz kalkmamıştı. Vize başvurusunda istenen belgelerin hazırlanması ve ayrıca büyükelçilikte sıra bekleme kaygısından dolayı önce “hayır” cevabı vermiştim. Toplantı tarihi ertelenmiş ve sonra da vizeler kaldırılmıştı. Israrla aynı daveti alınca bu kez “evet” dedim. Türkiye’den ayrıca Prof. Binnaz Toprak davet edilmişti.

Türkiyeli katılımcılardan istenen şey şuydu: Acaba Türkiye’de din-devlet ilişkileri ve laiklik nasıl gelişmişti? AK Parti’nin iktidara gelişi laiklik açısından bir tehlike oluşturmuş muydu? 2002 yılından bu yana Türkiye modern kazanımlarından taviz vermiş miydi? Muhafazakâr bir partinin iktidar oluşu demokrasi ve laiklik açısından nasıl bir sonuç doğur muştu? Türkiye diğer İslam ülkeleri açısından bir örnek teşkil edebilir mi?

Arap kamuoyu bu soruların cevabını öğrenmek istiyor. Demokrasi ve laiklik konusunda Türkiye’nin geldiği noktayı ve bunun nasıl gerçekleştiğini merak ediyor. Özgürlük ve siyasal katılım taleplerinin henüz çok güçlü bir sesle dile getirilemediği Arap dünyasında halkı Müslüman olup ta demokrasisini belirli bir seviyeye çıkarmış en iyi örnek Türkiye olarak görülüyor. Din ve demokrasi, din ve laiklik arasında bir çatışmanın yaşanmaması gerektiğine inanan Arap aydınları acaba Türkiye deneyiminden ne öğrenebiliriz diyor.

ARAP AYDINLARI VE TÜRKİYE

Şam’daki toplantı “Secularism in the Arab Levant - Secular State and the Question of Religion” genel başlığını taşıyordu. Konferansın ilk oturumunda “Secularism in the Middle East, a social or a state achievement? The Turkish model” konusu masaya yatırıldı. Yani Türkiye modelinin gelişim aşamaları, yapısı, özellikleri ve incelikleri nelerdir sorularna cevap arandı. Bu oturumda Sadek J. Al-Azm, “Secular state and question of religion: the Turkish Model” başlıklı bir bildiri sunarak Türkiye’nin başarılarının altını çizdi.

Ben de “Transformation of Centre-Periphery Relations Turkey: Politics, Islam and Secularism” başlıklı bir konuşma yaparak Türkiye’de toplumsal yapının nasıl değiştiğini, Özallı yıllarla başlayan ekonomik gelişme, dışa açılım ve eğitim gibi faktörlerin elit iktidarlarını nasıl değiştirip daha katılımcı bir demokrasiye geçişin sağlandığını anlattım. AK Parti gibi muhafazakar bir partinin iktidara gelişinin de demokrasi ve laiklik açısından bir tehdit olmadığını, zira AK Partinin Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırma çabası içinde olduğunu ve AB’ye yakınlaştıkça da bu tür geriye dönüşün zaten mümkün olamayacağını anlattım.

Türkiye’ye gösterilen ilgi giderek artacak. Bize düşen görev merak edenleri doğru bilgilendirmek olmalı.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Lordlar Kamarasında Türkiye Tartışması

Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel bir aktör olarak daha saygın, güvenilir ve etkin bir ülke konumuna geldiğini, bir taraftan içte istikrar ve güveni tesis ederken diğer yandan da dış dünyadaki sürtüşme ve gerilimleri yatıştırmaya çalıştığını toplumun geniş bir kesimi kabul ediyor. Bugün gelinen noktada ise Türkiye’nin uluslar arası ilişkiler açısından önemini kavrayan aktörler ülkemizi daha yakından tanımaya çalışıyor.

Türkiye’nin siyasi yapısı, kültürel dokusu, inanç atlası, ekonomik gelişmesi, AB, ABD, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar ile ilişkileri merak konusu oluyor. Türkiye denge ve düzen kuran bir ülke olarak dikkatleri çekiyor. Bu nedenle büyük bir ilgi odağı oluyor ve Türkiye’den uzmanlar, politikacılar ve gazeteciler konferanslar ve seminerler için davet ediliyor. Amerika’da sık rastlanan bu tür toplantılar Avrupa’da da yapılmaya başlandı. İngiltere de bu kervana katılan ülkeler arasında yer alıyor.

LORDLAR KAMARISINDA TÜRKİYE TARTIŞMASI
Türkiye’nin birikim ve açılımlarını daha yakından tanımak isteyen İngiltere, 8 Şubat 2010 tarihinde bir günlük önemli bir seminere ev sahipliği yapacak. Amaç her yönüyle Türkiye’yi tartışmak ve bir gelecek perspektifi edinmek. Tam gün sürecek seminere Türkiye ve İngiltere’den uzmanlar katılacak.

‘Turkey’s Role in an Emerging Network World’ başlığını taşıyan seminer Lordlar Kamarası’ında gerçekleştirilecek. Global Strategy Forum tarafından düzenlenen bu toplantıya Michael Ancram (Former Shadow Foreign Secretary and Chairman of the Conservative Part) ev sahipliği yapıyor. Konuşmacıların hepsi tanıdık ve uzman isimler. AB ile ilişkilerde gelinen son noktayı Egemen Bağış, ekonomik kalkınma politikasını Kürşad Tüzmen, Dış politikayı Yaşar Yakış, Türk-İngiliz yakınlaşmasını Suat Kınıklıoğlu anlatacak. Ayrıca Dominic Grieve, Lord Howell of Guildford, Baroness Nicholson of Winterbourne ve Lord Hannay of Chiswick gibi etkin isimler de konuşmalar yapacak.

Türkiye’nin birikimi, vizyonu ve gelecek perspektifi hakkında Nursuna Memecan, Dr. İbrahim Kalın ve Mehmet Öğütçü de birer konuşma yapacak. Ayrıca Cemalettin Haşimi, Mustafa Akyol, Sir David Richmond, Lord Bell of Belgravia, Remzi Gür, Huseyin Gün, Jonathan Clarke ve Murat Yalçıntaş mizakereleri ile seminere katkıda bulunacak.

STRATEJİK KONULAR MASAYA YATIRILIYOR
Konuşma başlıklarına bakınca seminerin konusu ve kapsamı hakkında daha geniş fikir edinmemiz mümkün. Seminerde şu başlıklarda sunumlar yapılacak: ‘Turkey’s evolving foreign policy: the view from Ankara’, ‘Zero problems with neighbours: Turkey’s regional strategy’, ‘Turkey’s role in the wider Middle East – more than a mediator? The implications for UK and EU poliy.,’ ‘The Role of Turkey's Foreign Trade in the neighbouring and surrounding countries’, ‘Changing Patterns in Turkish Foreign Policy – the impact on relations between Turkey and her western allies’, ‘Turkey and the UK – full partners on security and justice’, ‘Turkey and the UK – building a stronger partnership’, ‘Turkey and the EU: the view from Brussels - the politics and realities of EU accession’, ‘Is the EU vital to Turkey’s future: the opportunities and the challenges of accession?’, ‘Relations between Turkey and a future Conservative Government – what would they look like?’, ‘The importance of energy as a driver in shaping Turkish foreign policy’.

Seminerin son konuşmasını Başbakan Başdanışmanı Dr. İbrahim Kalın yapacak. Konuşmasının başlığı oldukça anlamlı: ‘The future: the rise of Turkey in a globalised world?”

Hem katılımcıların uzmanlık alanları ve deneyimleri hem de tartışma konularının kapsamı ve derinliği Türkiye hakkında verimli bir bilgi alışverişinin olacağı izlenimini veriyor. Bunu belki de yeni kurulan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün ilk etkinliklerinden biri olarak kayıtlara geçmek gerek zira Türkiye’de olup bitenleri dış dünyaya anlatmada bir hayli zaman kaybedildi. Şimdi bunu telafi etme zamanı.

Medyanın ıskaladığı gerçek: Türkiye yılından Türkiye yüzyılına

Türkiye açısından sevindirici gelişmeler oluyor. Türkiye’de yaşayan bizler bunu pek göremiyoruz. Çünkü özellikle iç politikadaki çekişmeler ve bütün enerjimizi alan sonuçsuz tartışmalar görüş alanımızı daraltıyor veya bir sis perdesi olarak önümüzü kapatıyor. Türkiye’yi takip etmek gerçekten emek istiyor, dikkat ve enerji istiyor. Çünkü her gün ayrı bir olay bomba gibi gündeme düşüyor.

Gazeteciler açısından, haber ve manşet konusu bulmak bakımından Türkiye’den daha verimli bir ülke var mı? Bana kalırsa yok. Çünkü bizim kadar dinamik ve değişken, arayış içinde olan ve yılların paslandırdığı zincirleri kırmak isteyen az toplum var. Türkiye bu konuda iyi bir örnek oluşturuyor.

Mesela şu meşhur “Balyoz” darbe girişimi veya tatbikat planı Türkiye’nin bütün gündemini sardı. Kulaklarımızı dış dünyaya tıkadık, gözlerimizi kapattık. Özellikle medya üzerinden bir analiz yapmak gerekirse şunu söylemek mümkün: İngiltere, Almanya, Hollanda ve ABD’de hangi gazeteyi elinize alırsanız alın, hangi televizyonun karşısına geçerseniz geçin bu ülke gündemlerinin bizimki kadar karmaşık, gerilimli ve enerji tüketen özellik taşımadığını görürsünüz.

Söz konusu ülkelerin medya organlarında zengin bir dış haberler bölümü vardır. Her ülkede muhabirleri ve yorumcuları olan bu organlarda dünyayı takip etmek, neler olduğunu görmek, küresel bir bakış açısı kazanmak, yani yerel ve ulusalı aşıp dünyayı takip etmek mümkün. Türkiye’de ise dış haberler magazin sayfalarından bile az. İşte dünya siyaseti ile olan ilişkimizi gösteren bir durum. En iddialı gazetelerde bile bir sayfa civarında yer alıyor dış haberler ve uluslar arası gelişmeler. Bu sayfaların bir kısmı da gıda ve moda gibi sektörlerin reklamlarına ayrılıyor üstelik.

Ya TV’ler. Bunların da pek farkı yok. Nadiren Türkiye dışından bağlantılar oluyor. O da sadece haber kanallarında. Diğerlerinde ise dizi filmler, evlendirme programları, eğlence ve magazin diz boyu. Haiti yerle bir olmuş Türkiye’den oraya giden TV sayısı nedeyse yok gibi. Bereket TRT’miz var. O da olmasa dünyaya kapalı, ya da dar açılarla bakan bir medya dünyamız kalacak. Neyse ki TRT imdada yetişiyor pek çok kez. Mesela TRT Türk bu anlamda müthiş yeniliklere imza attı.

Hep rüyamızı süslerdi. BBC ve CNN gibi kanallarımızın olmasını, bunların dünyanın dört bir yanından canlı yayınlarla bizi kendi merkezimizden alıp küresel gelişmelerle yüzleştirmelerini isterdik. Bu rüya gerçekleşti sayılır. TRT Türk bir haber kuşağında bazen beş altı ayrı başkente bağlanıyor, haber ve yorumları aktarıyor, uzun yıllardır medyamızın ihmal ettiği ülkelerden yayın yapıyor, mikrofonu uzmanlara uzatıyor, genç gazetecilere fırsat sağlıyor. Bunu takdir etmemek mümkün mü?

İşte böyle bir medya ile Türkiye yılından Türkiye yüzyılına taşıyabiliriz ülkemizi. Fransa’da Türkiye yılı etkinlikleri devam ediyor. Türkler son yıllarda ve günlerde uluslar arası başarılara imza atıyor. Dış politikada baş döndürücü gelişmeler oluyor ve bunlar sayesinde Türkiye daha bilinir ve saygın bir ülke konumuna geliyor. İşte bu noktada medyanın daha etkin, verimli ve dünyaya açık olması gerekiyor.

Şimdi şu isimlere ve başarılarına bir bakalım lütfen: Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, İslam Konferansı Teşkilatı başkanlığını başarıyla yürütüyor. Kemal Derviş UNDP’nin (BM Kalkınma Fonu) başında bulunuyor. Mevlü Çavuşoğlu AKPM Başkanlığına seçildi. Geçmişte Hikmet Çetin Nato Yüksek Sivil Temsilcisi olarak Afganistan’da görev yaptı. Yeni NATO Başkan yardımcısının da bir Türk olacağı kuvvetle muhtemel. İsimlerini zikredemediğimiz daha onlarca başarılı Türk ülkelerini ve toplumlarını uluslar arası kuruluşlarda temsil ediyor. İşte Türkiye’yi birazdan bu perspektiften okumak, görmek ve değerlendirmek lazım ki, büyük bir ülke olduğumuzu daha iyi anlayalım.

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...