27 Mart 2012 Salı

Türkiye'nin yeni Ortadoğu vizyonu

Ortadoğu'daki köklü siyasal ve toplumsal değişimler bölgesel ve küresel dengeleri yeniden şekillendirmekte, sömürge döneminin kalıntılarını ve tortularını kademeli biçimde siyaset sahnesinden uzaklaştırmaktadır. Ortadoğu'da geriye dönüşü olmayan halk hareketleri en çok Batı'nın koruma şemsiyesi altında vesayet, baskı, sindirme, güvenlik ve ulufe dağıtma politikaları ile günümüze kadar gelmiş yönetimleri hedef almaktadır. Çünkü bu yönetimlerin toplumsal tabana dayalı meşruiyetinin bulunmadığı genel kabul gören bir gerçekliğe tekabül etmektedir.
Ortadoğu'da sömürge sonrası kurulan ve soğuk savaş döneminde pekiştirilen eski düzenin artık sürdürülemez olduğu aşikâr. Siyasal meşruiyet sorunlarına bir de ekonomik krizler, fırsat eşitsizliği ve halkın kendi kaderine yön verme iradesinin kuvveden fiile geçmesi faktörleri eklenince, önümüzdeki on yıllar boyu sürecek büyük değişimin ateşi yakılmış oldu.
Ortadoğu tarihinin artık yerli ve yabancı hâkim güçler tarafından değil, bu kez bölge hakları tarafından yazıldığı bir dönemden geçiyoruz. Fransa, İngiltere ve İtalya gibi sömürge ülkeleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan çekilmek zorunda kaldıklarında yerlerine diktatörleri bırakmışlardı. Bugün bölge haklarının yapmaya çalıştığı şey, sömürge mirasından kurtulmaktır.

Türkiye Ortadoğu'daki değişimin neresinde?

Özallı yıllara kadar Türkiye, Ortadoğu'ya soğuk bakan, sıcak ilişkiler kurmayan, bölge ülkeleri ile arasına mesafe koymaya özen gösteren bir ülke görünümündeydi. Türk dış politika eliti de kurucu ideolojinin tercihleri doğrultusunda, batı ile ilişki kurmayı daha fazla önemsiyor, modernleşmenin adresi olarak gördüğü bu kampta yer almayı tercih ediyordu.
Ekonomik gelişme ve ülke güvenliğinin sağlanması açısından Türkiye'nin çıkarı, bölge ülkeleri ile yakın ilişkiler kurmasını gerektirmesine rağmen, Türk dış politikasının ana kaygısı bu rasyonel gerçeklerden ziyade ideolojik bir çerçeve de gelişti. Bu yaklaşımın baskın olduğu dönemlerde Türkiye, özgün bir Ortadoğu vizyonu geliştiremedi çünkü kendisini bu bölgenin bir parçası ve öznesi olarak değil, Batı ittifakının bir üyesi olarak gördü. Böylece Türkiye, yüzyıllarca aynı coğrafyayı paylaştığı halklar ve ülkeler ile olan bağını güçlendiremedi, tarihi ve kültürel bağlarından doğan ince gücünün farkına bile varamadı.
Türkiye bölge ülkeleri ile arasına mesafe koyarken, ABD başta olmak üzere batılı ülkeler, Ortadoğu'yu şekillendiren etki gücüne ulaştılar. Türkiye de ister istemez içinde yer altığı ittifakın seçenekleri doğrultusunda, bir anlamda kendisine dayatılan bölge politikalarının tutsağı oldu. Kendine özgü bir bölge vizyonu ortaya koyamadığı için Türkiye, en yakın komşuları ile dostane ilişkiler bir yana normal ilişkiler dahi kuramadı. Soğuk Savaş döneminde NATO şemsiyesi altında yer alan Türkiye (Kıbrıs'a müdahale istisna tutulursa) bağımsız bir dış politika izlemekten çok içinde yer aldığı blok içinde belirlenen öncelikleri takip etti.

Yeni siyasal elit, yeni Ortadoğu vizyonu
Son yıllarda, Türk dış politikası, içe kapanık ve güvenlik tehdidi temelli bir dış politikadan bölgesel ve küresel aktörler ile yakın ilişkiler kurmaya uzanan köklü değişimler geçiriyor. Özal döneminde kısmen başlatılan ancak iç siyasi çekişmeler ve istikrarsızlıklar yüzünden kesintiye uğrayan ve ideolojik temelli yaklaşımların da etkisi ile ihmal edilen Ortadoğu'yu Türkiye yeniden keşfediyor.
Özellikle son on yılda Türkiye siyasi, kültürel ve ekonomik enstrümanları devreye sokarak Ortadoğu'ya yakınlaştı, kendisine yer açtı ve değişim taleplerinin ilham kaynağı oldu. AK Parti iktidarı, bölge ülkeleri ile ideolojik önyargılardan arınmış, gerçekçi ve rasyonel ilişkiler kurulmasını sağlarken, Türkiye'nin hem doğuda hem de batıda sözüne saygı duyulan bir ülke konumuna gelmesine katkıda bulundu. Zira Ortadoğu ülkeleri ile yakın ilişkiler kurulması, tarihi ve kültürel ortaklıkların olduğu kadar, stratejik gerekliliklerin de zaruri kıldığı bir durumdur ve Batı ile ilişkilerin kopması anlamına gelmemektedir.
Bu çerçevede, Türkiye'nin son on yıldır uygulamaya başladığı ve zaman içinde bir doktrine dönüşen yeni Ortadoğu vizyonunun altı temel boyutu olduğu söylenebilir:
1) Bölge ülkelerinin liderleri arasında doğrudan ve etkin iletişim ve ilişkilerin kurulması, sorun ve fırsatların doğrudan müzakere edilmesi;
2) Toplumsal taleplerin iktidara yansıması, katılımcı siyasi mekanizmaların tesisi, baskıların kaldırılması, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve kurumsallaştırılması;
3) Ortadoğu'nun köklü sorunlarına, bölgesel aktör ve güçlerin oluşturacağı ittifak ve oluşumların girişimleri ile çözümler bulunması, dış aktörlerin bölgeye müdahalesine imkan ve fırsat verilmemesi;
4) Ortadoğu'da devletlerin, liderlerin ve halkların birbirlerine karşı güvenlerinin tesis edilmesi, kuşku ve tehdit algılamalarının ortadan kaldırılması;
5) Ekonomik ilişki ve yatırımların artırılması ve karşılıklı bağımlılık ile kalkınmanın sürdürülmesi;
6) Dini, kültürel ve mezhepsel çeşitliliğin korunması, tek tipleşme ve homojenleşmeye engel olunması.
Bu vizyon hayata ne kadar geçirilebilirse, Ortadoğu'nun geleceği de o ölçüde istikrarlı olacaktır.               

8 Mart 2012 Perşembe

SETA Ortadoğu'ya açılıyor

SETA Vakfı, Kahire'de bir ofis açmaya karar verdi. Stratejik olarak isabetli bir karar çünkü Mısır bu bölgenin en önemli ve belirleyici aktörlerinden biri. Ayrıca Türkiye ile ortak ortak tarihi geçmişi paylaşıyor. Kültürel yakınlıklar da ayrıca zikredilmeli. SETA'nın Ortadoğu'da da var olmasının kuşkusuz bazı gerekçeleri mevcut. SETA ofis açmadan önce Arap dünyasına hitap eden, yani 300 milyonluk bir nüfusu muhatap alan bir dergi çıkarmaya başladı.

Ortadoğu’daki köklü siyasal ve toplumsal değişimleri merakla izliyoruz. Ortadoğu tarihinin yeniden inşa edildiği ve yeniden yazılacağı bir dönemden geçiyoruz. Fransa, İngiltere ve İtalya gibi sömürge ülkeleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan çekilmek zorunda kaldıklarında yerlerine diktatörler bıraktı. Ne yazık ki bıraktıkları bu kötü mirasın izleri hala duruyor.
Ortadoğu toplumları bu izleri silmek için uğraşıyor. Kendi geleceklerini kendileri tayin etmek istiyor ve bunun için canlarını da feda etmeye hazır olduklarını gösteriyor. Türkiye Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkların taleplerine kulak verilmesini istiyor ve değişim sürecini destekliyor. Türkiye değişimi takip ederken, değişim yaşandığı ülkeler de Türkiye’ye bir ilham kaynağı olarak bakıyor. Türkiye bulunduğu konuma nasıl geldi, başarılarının altında neler var sorularının cevaplarını bulmaya çalışıyor.
Ankara merkezli SETA Vakfı, 29-31 Ocak 2012 tarihlerinde bu soruların da tartışıldığı bir konferans düzenledi Kahire’de. Insigth Turkey dergisi ile aynı derginin Arapça yayınlanan “Ruy’e Türkiyye” dergisinin de tanıtıldığı toplantıda önemli tartışmalar yapıldı.
Çok sayıda Mısırlı politikacı, uzman ve akademsiyenin katıldığı, Taha Özhan, Hatem Ete, Yılmaz Ensaroğlu, Selin Bölme, Ufuk Ulutaş,Muhittin Ataman, Burhanettin Duran, İhsan Dağı, Cengiz Çandar, Akif Beki, İsmet Berkan, Levent Köker ve Ceyda Karan’ın da katkıda bulunduğu toplantıda SETA DışPolitika Direktörü olarak ben de Türk dış politikasındaki gelişmeleri anlattım.
Konuşmada ana hatları ile şu konulara değindim: Türk dış politikası içine kapanık ve güvenlik tehdidi temelli bir dış politikadan çevre ve küresel aktörler ile yakın ilişkiler kurmaya uzanana köklü değişimler geçirdi. Bu bağlamda Soğuk Savaş döneminde NATO şemsiyesi altında yer alan Türkiye (Kıbrıs’a müdahale istisna tutulursa) bağımsız bir dış politika izlemekten çok içinde yer aldığı blok içinde belirlenen öncelikleri takip etti.
1980 ortalarında göreceli bir değişikliğin başladığını, Özallı yıllarda izlenen pazar ekonomisi ve liberalleşme süreçlerinin doğurduğu yeni imkan alanlarının dış politikaya da yansıdığını görmek mümkün. Soğuk Savaş sonunda şekillenmeye başlayan yeni dünya düzeninde Türk dış politikasında da yeni arayışlar başladı. Türkiye bir taraftan AB üyelik sürecine ilişkin politikalar izlerken diğer yandan komşu ülkelerle genelde güvenlik tehdidi üzerine inşa edilmiş mesafeli ve soğuk ilişkiler yerine daha yakın ilişkiler kurma yolunda adımlar attı.
Özellikle 2003 Irak savaşı sırasında aldığı pozisyon ile Türk dış politikasında önceki dönemlere oranla belirgin bir değişim yaşandı.Bu dönemde yeni politikalar ve kurulan bölgesel ilişkiler ile Türkiye’nin etkin bir aktör olarak kendini gösterdiğini söylemek mümkün. Özellikle ABD ve AB’de Türk dış politikasında ideolojik temelli bir eksen kayması yaşandığına ilişkin bazı tartışmaların da bu döneme denk düştüğünü görüyoruz. Aslında bu tartışmalar bile Türk dış politikasının ülke ve bölge önceliklerine göre yeniden şekillendiğinin bir göstergesi yani, dış politikada bağımsızlaşma olarak okunabilir.
Türk dış politikasında bir eksen kayması yaşanmadığını, bir başka ifade ile ideolojik ve romantik nedenler ile dış politika belirlenmediğini, dış politikadaki yeni adım ve tercihlerin rasyonel gerekçelere dayandığını belirtmekte yarar var. Bu noktada özellikle Türkiye’nin komşularla sorunları en az düzeye çekerek, büyüyen ve gelişen Türk ekonomisine yeni pazarlar arandığını ve Türkiye’nin son dönem Ortadoğu politikasının gerçekçi temellere dayandığını ifade edebiliriz. Türkiye’nin kendine mahsus, önceki dönemlerden farklı bir Ortadoğu vizyonuna sahip olduğunu görmek mümkün
SETA Kahire ve Ru'ye Turkiyye Türkiye vizyonunu bölgeye taşımaya çalışacak.


Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...