13 Aralık 2006 Çarşamba

Avrupa Birliği Din Eğitimi Hakkında Ne Diyor?

Avrupa Birliği kurum ve organları ile bu kurum ve organların kabul ettiği belgeler, yasalar ve düzenlemeler karmaşık bir özellik taşıyor. Avrupa Birliği mevzuatında din eğitimi ve öğretiminin yerinin anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi bu karmaşık yapının çözümlenmesine bağlıdır. Avrupa Birliği mevzuatında din eğitimi ve öğretimini tartışan bu yazıda önemli konu kuşkusuz dolaylı ya da doğrudan din eğitimi ve öğretimini düzenleyen veya düzenlediği var sayılan yasa, yönetmelik ve mevzuat gibi belgelerin ortaya konmasıdır. Konuya bu açıdan bakıldığında Avrupa Birliği’nin yasal dayanakları ile ilgili olarak karşımıza ilk çıkan belgelerin üye ülkeler arasında yapılan anlaşmalar olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmalara ilaveten üye ülkelerin tümü tarafından kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile üye ülkelerin kabulüne sunulan Avrupa Anayasası’nın başlıca belgeler olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Yasal düzenlemeler, yönetmelik ve mevzuatın tümüne birden AB müktesabatı adı verilmektedir.
Yazımının konusu açısından burada sorulması gereken temel sorular şunlar: AB Müktesebatında din eğitimi ve öğretimini düzenleyen bir yasa, yönetmelik veya mevzuat var mıdır? AB Anayasası din eğitimi ve öğretimine herhangi bir göndermede bulunuyor mu? Eğer üye ülkelerin yaptıkları anlaşmalar ile bu temel belgede bir düzenlemeye işaret edilmiyorsa bu konu hangi zemin ve belgelerde ele alınmaktadır? AB müktesebatını oluşturan belgeler kapsamlı bir şekilde gözden geçirildiğinde, din eğitimi ve öğretimini düzenleyen özel bir yasa veya yönetmelik olmadığını, yani AB mevzuatının bu konuyu doğrudan ele almadığını söylemek mümkün.
AB müktesebatında konuyla ilgili doğrudan düzenleyici bir organ veya belge olmadığına göre, AB ve din eğitimi tartışmalarında hangi bilgi ve belgelerden yararlanmak mümkün olacaktır? Kanaatimizce bu sorunun cevabı, yani Avrupa Birliği’nde din eğitimi ve öğretiminin düzenlenmesi ve uygulama biçimlerinin anlaşılması, birbirleriyle iç içe geçmiş bulunan üç bağlamın çözümlenmesinde yatmaktadır. Bu bağlamları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1-AB ülkelerinde din-devlet ilişkisi modelleri
2- Evrensel İnsan Hakları Belgeleri ve Avrupa’da İnsan Hakları ve Din Özgürlükleri
3-Yurttaşlık, Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası Etkileşim Eğitimi
1-AB ülkelerinde din-devlet ilişkisi modelleri
Kamuoyundaki yaygın kanaatin aksine Avrupa Birliği ülkeleri tek tip din-devlet ilişkisi modeline sahip değil. Yirmi beş AB üyesi ülkenin her biri kendi tarihsel deneyimleri, toplumsal yapıları ve siyasal tercihleri doğrultusunda kurgulanmış ve kurumlaşmış din-devlet ilişkisi biçimine sahip. Kuşkusuz ülkelerin tercihleri, onların din eğitimi ve öğretimine bakışlarını da doğrudan veya dolaylı biçimde etkilemektedir. Gerek devlet okullarında gerekse özel okullarda din derslerinin yer alması, finansmanı ve uygulaması söz konusu ülkelerin siyasal ve kültürel gelenekleri ile yakında ilintilidir.
Bu açıdan bakıldığında somut olarak AB ülkelerinde geniş bir çeşitliliğin olduğu görülür. Örneğin Fransa’da, din-devlet ilişkilerinin diğer pek çok ülkeye göre daha keskin hatlarla ayrıldığı, bu nedenle kamu okullarında din eğitimi ve öğretimi dersi olmadığı görülmektedir. Ancak din veya dini topluluklar hakkında felsefe, edebiyat ve coğrafya gibi derslerde bilgiler verildiği görülmektedir. Öte yandan İngiltere gibi Devlet Başkanı’nın aynı zamanda İngiliz Kilisesi’nin (sembolik dahi olsa) başı olduğu bir ülkede ise laikliğin daha farklı yorumlandığı ve uygulandığı görülmektedir. Bu tercih İngiltere’deki din eğitimi ve öğretimi politikasına da yansımaktadır. İngiltere’de kamu okullarında din dersi okutulması zorunludur. Ancak isteyen veliler çocuklarını bu dersten çekme yetkisine sahiptir.
AB üyesi olan Yunanistan’da ise din-devlet ilişkilerinin daha yakın ve iç içe olduğu görülmekte, bu da din eğitimi ve öğretimi politikalarına yansımaktadır. İtalya’da din-devlet ilişkileri daha farklı algılanmakta, Almanya’da kilise hala bazı ayrıcalıklardan yararlanmaya devam etmekte, İsveç’te ulusal kiliseden vazgeçilmekte, Norveç’te ise benzer bir süreç yaşanmaktadır. Din-devlet ilişkilerindeki bütün bu çeşitlilik ilgili ülkelerin din eğitimi ve öğretimi politikalara da yansımaktadır. Bütün bunlar bize şunu göstermektedir: AB tek tip din-devlet ilişkisi empoze etmemektedir. Ayrıca din eğitimi ve öğretimini de her üye ülke için düzenleyen ortak bir mevzuat mevcut değildir. Bu konuyla ilgili düzenlemeler, üye ülkelerin iç hukukuna bırakılmıştır. Devlet, okul ve farklı inançlar arasındaki ilişkiler, AB bünyesinde üye ülkelerin hakimiyetine bağlı bulunmaktadır.
2- Evrensel İnsan Hakları Belgeleri ve Avrupa’da İnsan Hakları ve Din Özgürlükleri
Avrupa Birliği mevzuatında din eğitimi ve öğretimi konusunda belirleyici bir düzenleme olmadığı için bu konuyla ilgili çıkarımlar insan hakları, din ve vicdan özgürlükleri sözleşmelerinden çıkarılmaktadır. Temel insan hak ve özgürlükleri arasında vicdan ve din hürriyetlerinin çok önemli yeri olduğu küresel kabul görmektedir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Din ya da Kanaate Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılmasına İlişkin Bildirge (1981) gibi belgeler, çağdaş uluslar arası hukukta evrensel düzeyde inanç özgürlüğünün korunması yolunda ciddi adımların atıldığını gösteriyor.
Din ve vicdan özgürlüğü, bireylerin kendi dinlerini öğrenme ve çocuklarına öğretme gibi eğitim ve öğretim içerikli özgürlükleri de kapsamaktadır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bu konuda şunu söylemektedir: “Hiç kimsenin eğitim hakkı reddedilemez. Devlet, ebeveynlere kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olarak bu eğitim ve öğretimi sağlama haklarına saygı gösterir”. Diğer taraftan Amsterdam Sözleşmesinin 11. maddesi “AB, üye ülkelerdeki kilise ve dini kurum ve toplulukların tabi olduğu statüye saygı duyar” ifadesine yer vermektedir. AB ülkelerindeki din eğitimi ve öğretimi doğrudan ve bağlayıcı bir mevzuata değil işte bu belgelere dayalı olarak sürdürülmektedir. Ancak her ülke bu özgürlüklerin hayata geçirilmesi konusunda kendi iç hukukunu uygulamaktadır.
3-Yurttaşlık, Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası Etkileşim Eğitimi
Avrupa Birliği ülkeleri geniş bir kültürel zenginliğe sahiptir. Yirmi beş ayrı ülkenin üye olduğu bu topluluk farklı dinleri, kültürleri ve etnik toplulukları içinde barındırırken, mevcut farklılıklara saygı gösterilmesi, bireylerin öteki din ve kültürler hakkında bilgi edinerek iyi ve uyumlu birer yurttaş olarak yetişmeleri amaçlanmaktadır. Bu nedenle son yıllarda doğrudan din öğretimi dışında farklı dinleri ve kültürleri de tanıtan yurttaşlık ve kültürler arası ilişkiler dersleri de okutulmaktadır.
Özellikle 11 Eylül’den sonra gittikçe yükselen İslam fobisi bu tür derslere duyulan ihtiyacı daha belirgin hale getirmiştir. Çünkü Avrupa Birliği ülkelerinde sayıları 12-15 milyon olduğu tahmin edilen Müslüman nüfus yaşıyor. Ne var ki, Müslümanların inanç ve kültürlerine ilişkin bilgiler oldukça sığ ve çoğunluk yanlış bilgilere dayanmakta, kalıp yargıların etkisi her geçen artmakta ve bu gelişmeler toplumsal barışı tehdit etmektedir. İşte böylesine çeşitli unsurları barındıran sosyo-kültürel ve sosyo-politik ortamda, okullarda farklı din ve inançlara saygıyı hedefleyen derslerin konulması yönünde ciddi adımlar atılmaktadır. Din eğitim ve öğretiminin bir dayanağını işte da bu eğilim oluşturmaktadır.

Türkiye Dindarlaşıyorsa Sekülerleşmeyi Nasıl Okumalıyız?

TESEV’in yayınladığı "Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" başlıklı rapor Türkiye’de dindarlığın arttığını ancak bunun laiklik açısından bir tehdit ve tehlike olarak algılanmadığına işaret ediyor. Yani Türkiye’de gelişen dindarlık anlayışı ve pratikleri beraberinde bir din devleti kurulması talebini getirmiyor. Gerek TESEV raporunun gerekse diğer araştırmaların işaret ettiği toplumsal gerçekliği, yani Türk toplumunda dinin etkin bir kurum olduğu, demokratik ilkelerle harmanlandığı ve laik yapıyı dönüştürme iddiası taşımadığını nasıl okumalıyız? Türkiye’de din-modernite ve din-laiklik tartışmaları daha çok Batıda kabul görmüş söylemlerin gölgesinde tartışılıyor. Her ne kadar sosyal bilim çevrelerinde farklı modernitelerden bahsediliyor olsa da, Batı tecrübesinin verilerine dayalı kavramsallaştırmayı ve modernite-din arasında kurulan negatif korelasyonu vurgulayan yaklaşımlar ülkemizde hem entelektüel kesim arasında hem de bazı kurumlarda temel bakış açısı olma özelliğini sürdürüyor. Bu bakış açısıyla oluşturan siyasal söylemler, kültür politikaları ve popüler tartışmalar acaba genelde modern dünyada özelde ise Türkiye’de yaşanan toplumsal değişim, kültürel dönüşü ve kimlik söylemlerini ne öçlüde doğru yansıtıyor? Türkiye’deki yazar ve düşünürler Batı’da yükselen eleştirileri ne ölçüde kendi toplumlarına yansıtabiliyor? Batıda artan bir şekilde eleştirilen teorik çerçeveye dayalı şablon Türkiye gerçekleri ile ne kadar örtüşüyor? Bu soruların cevabı modernleşme ve sekülerleşme kuramlarının temellerine ilişkin sorgulamada yatmaktadır.
Modernleşme ve sekülerleşme kuramcıları, genel olarak modern değerler ve kurumları benimseyen ve bunları özümseyen toplumlarda, dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki etkinliğinin ortadan kalkacağını, bireysel olarak ta dini pratikler ve ibadetlere katılım oranının düşeceğini savunuyordu. Halbuki, geride bıraktığımız yüzyılın son çeyreğinden itibaren dini eğilimlerin yükseliş trendi gösterdiği ve dini hareketlerin toplumsal ivme kazandığı gözleniyor. Yani modernizmin gelişmesi ile dinin gerileyeceğini ve toplumsal hayattaki etkisini kaybedeceğini öngören geleneksel sekülerleşme teorilerinin beklentilerinin aksine din hem sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerde hem de geleneksel kültür öğelerinin başat olduğu ülkelerde şaşırtıcı bir yükselişe geçmiş görünüyor.
Yeni gelişmeler ve eğilimler 19. yüzyılın büyük bir bölümünde baskın olan ve 20. yüzyılda da yaygın olarak kabul gören geleneksel sekülarizasyon kuramının yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyor. 19. yüzyılda A. Comte, H. Spencer, E. Durkheim, M. Weber, K. Marks ve S. Freud gibi düşünürler sanayi toplumunun gelişimine paralel olarak dinin önem kaybedeceği görüşünü savunuyordu. "Dinin ölümü veya yok oluşu" şeklinde ifade edilebilecek bu yaklaşım 19. yüzyıl sosyal bilim anlayışına egemen olan anlayışı yansıtıyordu. C. Wright Mills Toplumbilimsel Düşün adlı eserinde bu yaklaşımı şu şekilde açıklar: "Dünya bir zamanlar düşünce, pratik ve kurumsal form alanlarında kutsal ile dolu idi. Reformasyon ve Rönesans'tan sonra modernleşme güçleri bütün dünyayı sardı ve modernleşme ile eşzamanlı tarihsel süreç olan sekülarizasyon kutsalın baskınlığını gevşetti. Özel alan hariç, zamanla kutsal bütünüyle yok olacaktır." Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde D. Martin, B. Wilson, P. L. Berger, S. Bruce, T. Luckmann ve K. Dobbelaere gibi toplumbilimciler de, Batı Avrupa’daki sekülerleşme deneyiminden hareketle dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisinin yitireceği savunuyordu.
Toplumsal ve siyasal dönüşümlerin ortaya çıkardığı sekülerleşme süreci kuşkusuz farklı değişkenleri içinde barındıran çok katmanlı bir değişime işaret etmektedir. Yukarıda belirtilen toplumbilimcilerin savundukları sekülerleşme kuramları daha çok Batı Avrupa'daki din, toplum ve devlet ilişkilerinin tarihsel gelişimi bağlamında yaşanan süreçleri ele alması ve açıklaması bakından anlamlıdır. Peki, 19. yüzyıldan buügüne kadar sosyal bilimlerde ciddi bir şekilde eleştirilmeden yaygın kabul gören geleneksel sekülarizasyon kuramları günümüz dünyasındaki gelişmeleri yeterince açıklayabiliyor mu? Bu soruya evet cevabı vermek nerdeyse imkansız. Çünkü P. L. Berger ve G. Davie gibi bazı toplumbilimciler yaygın sekülerleşme kuramının Avrupa deneyimini yansıttığını, dünyanın diğer bölgelerindeki din-toplum ilişkilerini, dini davranışları ve dindarlık düzeylerini açıklayamadığını düşünmekteler. Bu nedenle özellikle Avrupa'nın geneli temsil etmediği tam tersine istisnai bir deneyimi temsil ettiğini savunmaktadırlar. Sekülarizasyonun son iki yüz yıl içinde Avrupa'nın dini hayatı ve yapısında ciddi etkiler yaptığı ve köklü değişimlere neden olduğu doğru olmakla birlikte Avrupa'nın deneyimi bir istisna olarak değerlendirilmektedir. Çünkü ABD, Hint yarımadası, Asya ülkeleri ve İslam dünyasındaki gelişmelere bir göz atıldığında, yani dinin toplum hayatında gittikçe artan önem kazanması gerçeğine bakıldığında geleneksel sekülarizasyon kuramının öngörülerinin Batı-Avrupa dışı toplumlarında doğru çıkmadığı görülmektedir.
Dini hareketlerin ivme kazanması, maneviyat ve anlam arayışının bir sonucu olarak yeni dini hareketlerin ortaya çıkması veya geleneksel dinlerde görülen ihya hareketleri, son yıllarda sekülarizasyon kuramı tarihindeki en çetin meydan okumayı ortaya çıkarmıştır. Örneğin 1960'larda sekülarizasyon kuramını savunan, yani modernleşmenin yükselişi ile dinin toplumsal hayattan çekileceği ve önemini kaybedeceğini savunanların bir kısmı yeni gelişmeler ve verileri göz önüne alarak bu görüşlerinin yanlış olduğunu kabul etmiştir. Sekülarizasyon kuramının yeniden gözden geçirilmesini savunanlar olduğu gibi bu kuramın analitik değerinin kalmadığını savunanlar da bulunmaktadır. Örneğin J. Hadden sekülarizasyon kuramının öne sürdüğü varsayımların iyi sınanmamış bir kuramdan çok bir doktrin veya ideolojik bir dogmaya dönüştürüldüğünü savunmaktadır. R. Stark ve R. Finke ise Hadden'den bir adım daha giderek nerdeyse iki yüzyıldır başarısız kehanetler öne sürerek geçmişi ve bugünü yanlış yansıtan sekülarizasyon doktrinin eleştirel bir gözle rafa kaldırılması gerektiğini görüşünü benimsemektedir.
Bir zamanlar sekülerleşme kuramını ısrarla savunan ancak artık bu kurama eleştiriler yönelten P. L. Berger de The Desecularization ofthe World: A Global Overview başlıklı makalesinde şu gözlemde bulunmaktadır: “Sekülerleşmiş bir dünyada yaşadığımız varsayımı yanlıştır. Bugün dünya bazı istisnalar dışında en az eskisi kadar hatta bazı yerlerde eskisinden daha fazla dindardır.” Berger'e göre sekülerleşme ve sekülerleşme süreçlerinin etkilerini içeren literatürün tümü esas itibariyle yanlışlıklar içermektedir. Modernleşme zorunlu olarak dinin gerilemesine neden olmamıştır. Hatta hayli modern toplumlarda bile din varlığını sürdürmüştür. Ancak modern toplumların bazılarında dinin varlığını sürdürmesi kurumsal anlamda çok etkin olmasa bile bireysel bilinç ve vicdan düzeyinde olmuştur. Örneğin Avrupa'daki sekülerleşme ve din ilişkisi söz olduğunda Fransız sosyolog D. Hervieu-Leger, dini bir hafıza zinciri olarak değerlendirir ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olduğunu savunur. Hervieu-Leger'e göre bir hafıza zinciri olarak din, inanan bireyi cemaate ve topluma bağlar, gelenek ise (ya da kolektif hafıza) bu insan topluluğunun varlığının temelini oluşturur. Hervieu-Leger, din konusunun merkezine geleneği, yani bir inanç zincirine referansı yerleştirmekle dinin geleceğinin birden bire kolektif hafıza problemi ile bağlantılı hale geleceğini belirtiyor. Hervieu-Leger modern Batı toplumlarının ve özelikle de Fransa'nın bir dereceye kadar kolektif hafıza krizi yaşadığını ve bu krizin, zincirde din hafızasından mahrum bırakacak bir kopuşa neden olduğunu iddia ediyor. Bütün bunlara rağmen Hervieu-Leger modern Avrupa toplumlarında (kolektif) hafıza ile din arasındaki zincirin kayıp halkasının tekrar keşfedildiğini savunuyor.
Geleneksel sekülerleşme kuramlarının beklentisinin tersine özellikle devlet müdahalesinin azaldığı, özgürlük alanlarının genişlediği, kurumsal rekabet ve yarışın günlük hayatın bir parçası haline geldiği toplumlarda dini cemaatler, gruplar, akımlar ve kurumlar sürekli bir rekabet halinde toplumsal hayatı paylaşma veya toplumdaki mevcut ekinlik alanlarını genişletme çabasına. Sivil yapı taşıyan bu örgütlenmeler ve kurumlar dini markette kendi kaynakları ile rekabet etmekte ve yukarıda zikredilen fırsat alanlarını kullanarak etkinlik kurmaya, görüşlerini yaymaya çalışmaktadır. Bu sosyolojik gerçekler ve yeni toplumsal yapı, geleneksel modernleşme ve sekülerleşme kuramlarının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Bir başka deyişle modernite-din ilişkileri ile ilgili soysal bilim araştırmalarında başlıca çerçeve olarak görülen sekülarizasyon paradigmasının günümüzde görülen dini farklılaşmayı ve hareketliliği de açıklayabilecek şekilde yeniden tanımlanması ve kamusal alanda din araştırmalarına meşru zemin yaratacak şekilde genişletilmesi gerekiyor.

Avrupa Birliği Ülkelerinde Dini Yapı

TÜBİTAK Bilimsel Toplantı Destekleme Programı çerçevesinde desteklenmesine karar verilen “Avrupa Birliği Ülkelerinde Dini Yapı: Dini Kurumlar, Din Hizmetleri ve Örgün/Yaygın Din Eğitimi” konulu sempozyum önerildiği ve onaylandığı destekleme sözleşmesi kuralları çerçevesince 9-10 Aralık 2006 tarihinde TDV İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Konferans Salonu, İcadiye Bağlarbaşı Cd., NO. 40, 34662 Üsküdar/İstanbul adresinde gerçekleştirilmiştir.
Toplantı öngörüldüğü ve planlandığı biçimde gerçekleşmiş ve umulan bilimsel çıktılara ulaşılmıştır. Toplantıda, Türkiye de dahil, on üç ülke raporuna ilaveten üç çerçeve konuşması yapılmıştır. Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet S. Aydın ve Diyanet İşleri Başkanı’nın birer değerlendirme konuşması yaptığı toplantıya Prof. Dr. Mehmet Görmez, Prof. Dr. Gerhard Robbers, Prof. Dr. Rik Torfs, Prof. Dr. Francis Messner, Prof. Dr. Sophie van Bijsterveld, Rebecca Catto, Prof. Dr. Alessandro Ferrari, Prof. Dr.Javier Martinz-Torron, Dr. Lars Friedner, Prof. Dr. Michal Rynkowski, Prof. Dr. Charalambos Papasthatis, Prof. Dr. Silvio Ferrari, Prof. Dr. Grace Davie, Prof. Dr. Cole Durham ve Prof. Dr. Lisbet Christoffersen bildiri ile katılmıştır.
Geniş bir izleyici kitlesinin hazır bulunduğu toplantıya bilim çevreleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, düşünce kuruluşu temsilcileri, üniversite mensupları, YÖK temsilcisi ve medya mensupları katılmıştır. Konuyla ilgili Türkiye’deki en kapsamlı sempozyum olan bu etkinlikte on iki Avrupa ülkesi hakkında karşılaştırmalı veriler sağlanmış ve sempozyum konusu ile ilgili sistematik bilgi birikimine katkıda bulunulmuştur. Sempozyumdaki sunumlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu kurumdan sorumlu Devlet Bakanlığı, AB üyelik müzakerelerinden sorumlu kurumlar, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, Yurt Dışında Yaşayan Türk Vatandaşlarının Sorunlarından Sorumlu Devlet Bakanlığı, İlahiyat Fakülteleri ve AB konularında çalışan uzmanlar, eğitimciler, araştırma merkezleri ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları katkıda bulunacak bilgiler sağlamıştır. Sempozyumdaki tartışmaların kapsamı ve derinliği konuyla ilgili yeni projelerin yürütülmesini gündeme getirmiş ve diğer on üç AB üyesi ülke hakkında da aynı konuları içeren çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir.
Toplantı, Türk ve Avrupalı bilim insanlarını aynı platformda buluşturmuş, ortak ilgi alanları olanların fikir-alış verişinde bulunmasına imkan sağlayarak yeni araştırma ağları oluşmasına ve Türk bilim insanlarının mevcut ağlara katılmasına fırsat yaratmıştır. Toplantı, tartışmalar ve soru-cevaplar sırasında Türk bilim dünyasının birikimlerinin yansıtılmasına da fırsat yaratmıştır.
Toplantının somut çıktıları arasında hem Türkçe hem de İngilizce olarak yaklaşık 600 sayfalık bir hacimde basılarak katılımcılara verilen sempozyum kitabı yer almaktadır. Toplantıya bildiri ile katılanların tümü, sempozyum sırasındaki tartışmalar ışığında sunumlarını gözden geçirerek tekrar yürütücüye gönderecek ve bunlar hem Türkçe hem de İngilizce iki ayrı kitap halinde yayınlanarak kamuoyuna ve TÜBİTAK’a sunulacaktır.
TÜBİTAK, anılan etkinliğin gerçekleşmesini destekleyerek bilimsel çalışmalara çok yönlü katkıda sağlamış ve yeni projelerin hazırlanmasına öncelik etmiştir.

Avrupa’da Din ve Toplum Üzerine

Geçtiğimiz hafta sonunda, yani 9-10 Aralık tarihinde İstanbul büyük bir konferansa ev sahipliği yaptı. “Avrupa Birliği Ülkelerinde Din-Devlet İlişkisi: Hukuki Yapı, Din Eğitimi ve Din Hizmetleri” konulu bilimsel araştırma projesinin sonuçlarının tartışıldığı topantıya 12 ülkeden toplam 20 bilim insanı katıldı. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Ali Bardakoğlu (Diyanet İşleri Başkanı), Prof. Dr. M. Akif Aydın (İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı) yaptığı toplantının kapanıl ve değerlendirme konuşmasını ise Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet S. Aydın yaptı. Ayrıca proje kapsamındaki on iki ülkeden araştırmaya katılan Gerhard Robbers, Richard Potz, Rik Torfs, Francis Messner, Sophie van Bijsterveld, Alessandro Ferrari, Javier Martinez Torron, Lars Friedner, Michal Rynkowski, Charalambos Papasthatis, Lisbet Christoffersen, Grace Davie, Silvio Ferrari, Cole Durham ve Rebecca Catto’da İstanbul’e gelerek yaptıkları araştırmayı geniş bir kitle ile paylaştı.
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu (Diyanet İşleri Başkanı) açış konuşmasında çok önemli konulara değindi ve tek bir Avrupa modeli olmadığını belirtti. Bardakoğlu konuşmasında farklı moderniteler olduğunu, hem modern hem de dindar olunabileceğini söyledi. Her modern toplumun dinden kopmak zorunda olmadığını belirten Bardakoğlu, bazı istisnalar dışında dünyanın eskisinden daha dindar olduğunu söyledi. Bunlar önemli tespitler çünkü modern dünya dinin gittikçe hayatımızdan çekileceğini söylüyordu. Halbuki bugün din hayatımızın içinde, önemli bir kimlik referansı ve daha da önemlisi bize hayat ve ölüm nedir sorularının cevabını veren önemli bir kaynak.
Toplantının ilk bildirisini İngiliz Profesör Grace Davie yaptı. Exeter Üniversitesi’nde hocalık yapan Prof. Davie konuşmasında “21. yüzyıl Avrupa’sında dinin yerini anlamak istiyorsak pek çok faktörü hesaba katmak durumundayız. Geçmişte Avrupa kültürünün şekillenmesinde kiliselerin oynadığı rol, çoğunluğun inanç ve davranışlarını kontrol edemese de kilisenin modern Avrupalının hayatında özel bir yere sahip olması, kiliseye düzenli olarak gitme oranlarındaki değişim ve Avrupa’da dünyanın farklı bölgelerinden değişik dini yönelimlere sahip insanların bulunması gibi faktörler bunlardan bazılarıdır” gözlemini dile getirdi.
Hıristiyan geleneğin, Avrupa’nın teşekkülünde etkili olan en önemli unsurlardan birisi olduğuna dikkat çeken Davie, modern İngiltere’de katedrallerin ve şehir merkezindeki kiliselerin popüler olduğunu belirtti. Katedraller ve onların eşdeğerleri farklı bireylere hitap etmektedir; düzenli ya da düzensiz olarak ibadet edenler, hacılar ve turistler tarafından ziyaret edilmektedir. Gelenler hem şehirli hem de dindar kimselerdir. Bu yüzden buraların bakımı ve imkânlarıyla ilgili bağlantılar, finans konusunda çözülmesi zor tartışmalara yol açmaktadır. Tüketim açısından konuya yaklaşıldığında katedraller, kendine has ürünleri olan yerlerdir: geleneksel komünyon (ekmek-şarap) ayini, üst sınıf müzik, şaşaalı bir vaaz ve bütün bunların tarihi ve güzel binalarda sunulması. Bir katedrali ziyaret etmek aynı zamanda çok rağbet gören estetik bir tecrübedir. Bu yerler müşterek aktivitelere katılmanın zorunlu olmadığı yerlerdir. Dolayısıyla katedraller evanjelik kiliselerin bir yansımasıdırlar.
Avrupa’da dini hayatın durumu nedir sorusunu da soran Davie bu konuda şunları söyledi: “Avrupa’da dini hayatın durumu yerli toplumlar ve göçmenlere bağlı olarak ülkeden ülkeye değişmektedir. Avrupa’nın dini hayatında aynı anda pek çok değişiklikler olmaktadır. Ortaya çıkan her şey aynı zamanda başka bir oluşuma denk düşmekte ve her bir oluşum diğerini tetiklemektedir. Tarihi kiliseler varlıklarını devam ettirmekle birlikte nüfusun büyük bir bölümünün dini düşüncesini kontrol etme kapasitesini yitirmektedirler. Aynı zamanda dini tercih alanı, kilise içinde ve dışında genişlemektedir. Avrupa’ya olan göçlerle birlikte yeni din formları da Avrupa’ya girmektedir. Sonuç olarak, en azından dışarıdan gelen insanlardan bir kısmı Avrupa toplumlarında dinin yeriyle ilgili öngörülen önermelere önemli itirazlarda bulunmaktadırlar”. Sempozyumdaki önemli tartışmaları zaman zaman burada dile getirmeye devam edeceğiz.

AB Ülkelerinde Din Devlet İlişkisi Sempozyumu

AB Ülkelerinde Din Devlet İlişkisi / Religion and State in Europe
Uluslararası Sempozyum / International Symposium
Islam Araştırmaları Merkezi (ISAM), Istanbul

9 Aralık 2006 Cumartesi / 9 December 2006 Saturday

10:00-10:45 • Açılış Konuşmaları / Opening Speeches
Prof. Dr. M. Akif Aydın - İSAM Başkanı - Director
Prof. Dr. Ali Köse - Doç. Dr. Talip Küçükcan
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu – Diyanet İşleri Başkanı - President of Religious Affairs
Prof. Dr. Mehmet S. Aydın - Devlet Bakanı - State Minister

10:45-11.15 • Çerçeve Konuşması / Keynote Address
Din ve Toplum: Avrupa Deneyimi Bir İstisna mı? / Religion and Society: Is Europe an Exceptional Case?
Prof. Dr. Grace Davie - Exeter Üniversitesi

11.15-11.30 • Ara / Break

11:30-12:45 • I. Oturum / Session I
Başkan / Chair: Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İstanbul Müftüsü - Grand Mufti of İstanbul
Türkiye / Turkey
Prof. Dr. Mehmet Görmez - Diyanet İşleri Başkan Yrd.
Vice President of Religious Affairs
Almanya / Germany
Prof. Dr. Gerhard Robbers - Trier Üniversitesi

İsveç / Sweden
Prof. Dr. Lars Friedner - İsveç Kilisesi Genel Sekreteri

12:45-13:30 • Yemek Arası / Lunch Break

13.30-14.00 • Çerçeve Konuşması / Keynote Address
AB Hukuk Sisteminde Din / Religion and Religious Communities in the EU Legal System
Prof. Dr. Silvio Ferrari - Milan Üniversitesi

14.00-15:00 • II. Oturum / Session II

Başkan / Chair: Doç. Dr. Nuray Mert - İstanbul Üniversitesi

Hollanda / Holland
Prof. Dr. Sophie van Bijsterveld - Tilburg Üniversitesi

İngiltere / England
Prof. Dr. Grace Davie ve Rebecca Catto - Exeter Üniversitesi

15.00-15.15 • Ara / Break
15.15: 16.45 • III. Oturum / Session III

Başkan / Chair: Dr. Pablo Martin Asuero - Cervantes Enstitüsü

İtalya / Italy
Prof. Dr. Alessandro Ferrari - Insubria Üniversitesi

İspanya / Spain
Prof. Dr. Javier Martinez Torron - Complutense Üniversitesi

Yunanistan / Greece
Prof. Dr. Charalambos Papasthatis - Selanik Üniversitesi



10 Aralık 2006 Pazar / 10 December 2006 Sunday


10.00-10.30 • Çerçeve Konuşması / Keynote Address
Küreselleşme ve Din Özgürlüğü / Globalization and Freedom of Religion
Prof. Dr. Cole Durham - Brigham Young Üniversitesi

10.30-11.30 • IV. Oturum / Session IV
Başkan / Chair: Prof. Dr. Kenan Gürsoy - Galatasaray Üniversitesi

Fransa / France
Prof. Dr. Francis Messner - CNRS

Belçika / Belgium
Prof. Dr. Rik Torfs - Leuven Üniversitesi

Danimarka / Denmark
Prof. Dr. Lisbet Christoffersen - Kopenhag Üniversitesi

11.30-11.45 • Ara / Break

11.45-12.45 • V. Oturum / Session V
Başkan / Chair: Prof. Dr. Edibe Sözen - İstanbul Üniversitesi

Polonya / Poland
Prof. Dr. Michal Rynkowski - Wroclaw Üniversitesi

Avusturya / Austria
Prof. Dr. Richard Potz - Viyana Üniversitesi

12.45-13.15 • Kapanış ve Değerlendirme / Concluding Remarks
Prof. Dr. Grace Davie
Prof. Dr. Silvio Ferrari
Prof. Dr. Cole Durham
Doç. Dr. Talip Küçükcan

13.15 • Yemek / Lunch





Konferans Yeri / Venue

ISLAM ARASTIRMALARI MERKEZI
Icadiye Baglarbasi Cad. No. 40
Uskudar-Baglarbasi-Istanbul
0216 4740850

Oliver Leman: Yirmi Birinci Yüzyılda Din

Prof. Dr. Olivier Leaman SETA'da (Ankara), “Yirmi Birinci Yüzyılda Din”konulu bir konferans verdi. İşte Özeti:

Olivier Leaman, “Yirmi Birinci Yüzyılda Din” başlıklı konuşmasında, modernleşme, laiklik ve küreselleşme süreçlerinin din üzerindeki etkilerini tartışarak, geride bıraktığımız yüzyılda olduğu gibi yirmi birinci yüzyılda da dini inanç ve toplulukların canlı ve dinamik bir şekilde varlıklarını sürdüreceğini savundu. Dinin geleceğine ilişkin konuşmasını toplum, ekonomi, kültür ve siyaset bağlamında sürdüren Leaman, yüzyıl önce hem Hıristiyan hem de İslam dünyasında dinin geleceğine olumsuz bakıldığını, dini inanç ve kurumların zorluklarla karşılaştığını, örneğin bilim, teknoloji ve modernitenin yükselişinin Batı’da dinin geleceğini tehdit ettiğini, İslam dünyasında ise siyasal birliğin bozulması sonu Batı sömürgeciliğinin yayıldığını belirtti. Bütün bu tarihsel deneyimler sırasında dinin artık bir geleceğinin olmadığı, bilim, teknoloji, modernite ve sekülarizm karşısında eriyip yok olacağı düşüncesinin yaygın kabul gördüğüne işaret eden Leaman, sosyal bilimcilerin 1950’li yıllara kadar benimsediği dinin sonunun geleceği kuramının sadece bir kehanet olarak kaldığını ve gerçekleşmediğini ifade etti.
Aşırı genellemeleri doğru bulmadığını ve din-toplum ilişkilerinin karmaşık bir tabiatı olduğunu ifade eden Leaman, dinlerin çoğu kez kendilerini yeni durum ve şartlara uyum sağlayacak biçimde yeniden tanımladıklarını, bu nedenle de sekülarizasyon ve modernleşmenin etkilerinin sınırlı kaldığı iddiasında bulundu. Türkiye ve ABD arasında bu açıdan benzerlikler kuran Leaman’a göre, her iki ülkede anayasal laiklik mevcut olmasına karşın aktif ve dinamik bir dini hayat varlığını sürdürmektedir. Özellikle ABD’deki dindarlık ve dini yaşantı üzerine yoğunlaşan Leaman, Amerikan halkı için dinin hala önemli olduğunu, dinle ilgili olumlu ifadeler kullanıldığını, bu ülkede az sayıda ateist veya din karşıtı bulunduğunu belirtti. Leaman’a göre halk, laik ülke toplumlarında, laik olmayan veya teokratik olan toplumlara göre daha dindar bir profil çizmektedir. İngiltere örneği ile bu savını güçlendirmeye çalışan Leaman’a göre Kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesi’nin de başında bulunmaktadır ki bu en azından form olarak ABD’deki laiklikten farklılaşmaktadır. Ayıca İngiltere’de kamu fonlarından yararlanan çok sayıda Katolik, Protestan ve Yahudi okulu bulunmaktadır. Ne var ki, ABD ile karşılaştırıldığında İngiltere’de, Tanrı inancı ve kilisede ibadet etme gibi dindarlık göstergeleri oldukça düşüktür ve bu ülkede ateist veya agnostik olanların oranı daha fazladır.
Yirminci yüzyılda sekülarizm ve dinin aynı sosyal, kültürel ve politik ortamda birlikte var olabildiğini ifade eden Leaman, aksi yönde beklentilere rağmen dinin varlığını sürdürmesi ve etkisini artırmasını başlıca iki faktörle açıklamaktadır. Ona göre bu faktörlerden biri dinin esnek yapısı, değişime açık olması ve yeni şartlara uyum sağlayacak biçimde dönüşmesidir. Bir diğer faktör ise sekülarizmdir. Leaman’a göre sekülarizm din açısında bir tehdit veya tehlike değildir. Eğer öyle olsaydı son yüzyıl içinde din ortadan kaybolur giderdi. Din ve sekülarizasyonun zorunlu olarak çatışmaları gerekmediğini savunan Leaman’a göre yirmi birinci yüzyıl hem din hem de sekülerleşmenin yükselişine tanıklık edecektir. Konuşmasını Alman düşünür Walter Benjamin’den bir alıntı sürdüren Leaman, Benjamin’in çarpıcı gözlemlerde bulunduğunu, ona göre modern toplumların giderek parçalanmakta olduğunu ve bundan dolayı hayatlarını anlamlandıracak metafizik değerlere ihtiyaç duyduklarını belirtti. Leaman konuşmasını, yirminci birinci yüzyılda dindarlık ve sekülarizmin birbirlerinin alternatifi olmayacağını ve sağlıklı bir ilişki halinde olacakları gözlemi ile bitirdi.

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...