22 Nisan 2024 Pazartesi

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan 

Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olabilirdi. Ancak yükseköğretimde uluslararasılaşma süreçleri sadece ekonomik getirileri ile değil bilimsel ve kültürel etkileşim, evrensel bilgi havuzuna erişim, kamu diplomasisi, beşeri sermaye ve kalkınma açılarından da değerlendirilmelidir.

Küresel yükseköğretim ekonomisinin uluslararası öğrenci barındıran ülkelere 370 milyar dolarlık bir gelir kaynağı sağladığı ve 2030 yılında artan öğrenci sayısına paralel olarak küresel yükseköğretim ekonomisinin 433 milyar dolarlık bir hacme ulaşacağı hesaplanıyor. Bu ekonomiden aslan payını Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Kanada, Avustralya, Almanya ve Fransa alıyor. Yukarıda sayılan ülkeler uluslararası öğrenci çekebilmek için birbiri ile kıyasıya rekabet halinde.

Peki hizmet ihracatı kalemine giren ve önemli bir yumuşak güç yatırımı da olan, bir diğer açıdan ise eğitim ve bilim diplomasisi olarak da adlandırabileceğimiz yükseköğretimde uluslararasılaşma konusunda Türkiye’nin hedefleri neler? Türkiye yukarıda işaret edilen rekabetin neresinde? Sayıları 6,3 milyonu aşan uluslararası öğrenciden ne kadarı Türkiye’deki üniversiteleri tercih ediyor?

Türkiye, 370 milyar dolara ulaşan ve her yıl hacmi giderek büyüyen küresel yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor; halihazırda alabildiği payı artırmak için bir stratejisi var mı; bu amaçla hangi politikaları uyguluyor? Türkiye’nin potansiyeli ne kadar; 2030’da 8 milyon öğrenci ile 433 milyar dolar olacağı öngörülen küresel yükseköğretim ekonomisinden nasıl daha fazla pay alabilir?

330 bini aşkın öğrenci, 1,5-2 milyar dolar civarında gelir

YÖK sitesinde yer alan 2023 verilerine göre 198 ülkeden 330 bini aşkın uluslararası öğrenci Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görüyor. Geçen yıllara göre uluslararası öğrenci sayısında memnuniyet verici bir artış var. Dünyadaki toplam 6,3 milyon uluslararası öğrencinin 330 bininin 208 üniversitesi olan Türkiye’yi tercih etmesi olumlu bir gelişme olmakla beraber bu sayılar uluslararasılaşma yönünde atılması gereken adımlara da işaret ediyor. Türkiye halihazırda uluslararası öğrencilerin tercih ettikleri ilk 10 ülke arasında yer alıyor. YÖK verilerine göre bu öğrenciler ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara, Eskişehir, Karabük, Bursa, Kütahya ve Sakarya’daki üniversiteleri tercih ediyor. Diğer yandan UNESCO 2023 yılı verilerine göre uluslararası öğrencilerin başlıca Suriye, Azerbaycan, Türkmenistan, Irak, Somali, İran ve Afganistan gibi ülkelerden Türkiye’ye geldiği görülüyor.[1]

Türkiye’nin uluslararası öğrencilerden ne kadar gelir elde ettiğine ilişkin derli toplu bir araştırma henüz yapılmış değil ancak söz konusu gelirin 1,5 ila 2 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Yukarıda da işaret edildiği üzere 370 milyar dolara ulaşan küresel yükseköğretim ekonomisi içinde Türkiye’nin payına halihazırda çok küçük bir dilim düşüyor. Bu payın artması için YÖK ve üniversitelerimiz, Türkiye’yi yükseköğretim cazibe merkezi haline getirmek adına çeşitli projeler hayata geçiriyor.

Türkiye, gelişmişlik düzeyi, sosyoekonomik özellikleri, güvenli ortamı, Orta Doğu, Balkanlar, Afrika, Avrasya ve Asya Pasifik bölgesinden ulaşımın kolay olduğu coğrafi konumu ile uluslararası öğrenciler açısından cazibe merkezi olabilecek imkana ve potansiyele sahip. Diğer yandan Türkiye, ulaşım, sağlık ve bilişim hizmetleri ve teknoloji altyapısı da çok güçlü bir ülke.

Türkiye 1 milyon uluslararası öğrenci ağırlayabilir

Türkiye’nin ülke markası giderek daha fazla biliniyor ve tanınıyor. Bütün bu veriler göz önüne alındığında gerek devlet gerekse vakıf üniversiteleri rahatlıkla 1 milyondan fazla uluslararası öğrenciye ev sahipliği yapabilir. Bunun için ilgili paydaşların etkin ve verimli bir koordinasyonla planlı ve programlı bir süreç yönetimini üstlenmesi gerekiyor. Bu doğrultuda olumlu gelişmeler olduğunu ifade etmek gerek. Zira YÖK, DEİK, TİM, TOBB gibi kurumlar ve üniversiteler son dönemde uluslararasılaşma çalışmalarına daha fazla ilgi göstermeye başladı.

Düzenleyici ve denetleyici kurum olarak YÖK, ilkin 2017 yılında “Uluslararasılaşma Strateji Belgesi”ni [2], 2021 yılında “Yükseköğretimde Hedef Odaklı Uluslararasılaşma” belgesini [3] ve 2023 yılında da ilgili paydaşların da katılımı ile “Yükseköğretimde Uluslararasılaşma ve Türkiye’deki Üniversitelerin Uluslararası Görünürlüğü Çalıştayı Raporu”nu [4] yayınladı.

Bu raporlarda uluslararasılaşmanın stratejik öneminin kavrandığını, bu yönde çalışmaların başlatılması gerektiğine ilişkin bir irade beyanının olduğunu görüyoruz. Raporlar ve belgelerde bu amaca yönelik yasal ve kurumsal adımların atılması yönünde görüşlere yer verilmesi oldukça değerli. Ayrıca üniversitelerdeki müfredatın uluslararasılaşması gibi somut önerilerin de yer aldığı bu çalışmalar, üniversitelerin uluslararasılaşma süreçlerinde olumlu adımlar olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’deki üniversiteler uluslararasılaşmanın öneminin farkında olmakla beraber her üniversite yönetiminin aynı ölçüde bu konuya öncelik verdiğini söylemek zor. Örneğin bazı kamu üniversiteleri çok aktif olarak uluslararası öğrenci kaydederken özellikle köklü ve kapasitesi daha büyük olan bazı üniversite yönetimleri için bu konu öncelikli bir konu olmayabiliyor. Bu durumda bazı şehirlerde ve devlet üniversitelerinde yığılmalar oluyor. Uluslararası öğrenci popülasyonunun belirli üniversite ve şehirlerde yoğunlaşması istenilen çıktı ve sonuçların elde edilmesi bakımından beklentileri karşılamak yerine eleştiri konusu oluyor. Uluslararası öğrenciler her ne kadar yaşadıkları kentlerin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatına katkıda bulunsalar da aşırı yoğunlaşma uluslararasılaşma sürecine olumsuz etkide bulunuyor. Bu nedenle uluslararası öğrencilerin ülke çapında daha dengeli dağılımını sağlayacak tedbirlerin alınmasında yarar var.

Uluslararasılaşmayı öncelikli alan olarak değerlendirmeyen üniversiteler müfredatı yenileme, yabancı dilde eğitim seçenekleri sunma, yabancı akademisyen çalıştırma ve değişim programlarına katılım gibi uluslararasılaşma açısından önemli konularda adım atmaya istekli davranmıyor. Bu da doğal olarak Türkiye’nin 370 milyar dolarlık küresel yükseköğretim ekonomisinden daha büyük pay almasına engel oluyor. Diğer yandan vakıf üniversiteleri uluslararası öğrenciye ulaşma, onları Türkiye’ye getirme konusunda daha aktif ve istekli olduğu görülüyor.

Uluslararasılaşmanın ekonomik kazancın ötesinde yararları var

Uluslararası öğrenci sayısı 2030’da 8 milyona, küresel yükseköğretim ekonomisi 433 milyar dolara yükseleceğinden dolayı Türkiye’nin bu pastadan alacağı payı artırmak için üniversitelerdeki eğitim-öğretim, araştırma, barınma, sosyal, sportif, sanatsal ve benzeri hayat standartlarını daha da iyileştirmek için özel ve yoğun çaba sarf edilmesi gerekiyor. Ayrıca halihazırda uluslararası öğrencilerin ağırlıklı olarak Afrika ve Orta Doğu’dan Türkiye’ye geldiği biliniyor. Bir taraftan bu ülkeler ile ilişkiler sürdürülürken diğer yandan da ilaveten büyük genç nüfus kitlesi ve gelişen ekonomisiyle Asya Pasifik bölgesinden de öğrenci çekebilmek için özel hazırlanmış projeler de yoğun biçimde hayata geçirilmeli. Yoksa küresel yükseköğretim ekonomisinden Türkiye’nin alacağı pay hedeflenen hacmin çok gerisinde kalabilir.

Yükseköğretimde uluslararasılaşmanın etki ve getirileri bu yazının odak konusu olan ekonomik kazançlar ile sınırlı değildir. Ekonomik gelir önemli olmakla beraber bir o kadar, belki daha da önemli olan, yükseköğretim sistemimizin, üniversitelerimizin, akademisyen ve öğrencilerimizin dünya ile bütünleşmesi; bilim, teknoloji ve araştırma ekosistemimizin küresel gelişmelere açılması, evrensel bilgi ağlarına katılması ve uluslararasılaşma süreçlerinin üreteceği diğer çıktılardan yararlanma imkanlarının ortaya çıkmasıdır.

Yükseköğretimde uluslararasılaşmanın üzerinde fazla durulmayan bir başka önemli getirisi de mezunların sağlayacağı katma değeri yüksek faydalardır. Bu konuda özellikle ABD, İngiltere, Kanada ve Almanya örnekleri öğretici olabilir. Zira bu ülkeler kendi üniversitelerini bitiren, bilhassa stratejik alanlarda lisansüstü çalışmalar yapan başarılı mezunları araştırıp teknoloji ve inovasyon merkezlerinde istihdam ederek uluslararasılaşmanın ekonomik getirilerini kat kat artıran faydalar elde ediyor. Bu örneklerden de görüldüğü üzere yükseköğretimde uluslararasılaşma sadece yabancı öğrenci sayısını artırmak, bunları mezun etmek ve ülkelerine geri göndermekten ibaret değil. İyi yetişmiş, yetenekli ve deneyimli beşeri sermayenin Türkiye’deki kamu veya özel bilim, teknoloji, inovasyon, araştırma ve ekonomi ekosistemlerine dahil edilmesi de stratejik amaçlar arasında yer almalıdır. Bir başka ifade ile yükseköğretimde uluslararasılaşma sadece öğrenci hareketliliği ile sınırlı kalmayan, bilimsel ağların genişlemesi, evrensel bilgiye erişimin artırılması, yenilikçi projelere katılımın güçlendirilmesi, stratejik teknolojilerin geliştirilmesi ve bütün bu süreçlerin etkisiyle ülke kalkınmasına destek sağlanması açısından değerlendirilmelidir.

[1] Uluslararası öğrenci istatistikleri, UNESCO, 2023, https://uis.unesco.org/en/uis-student-flow

[2] Uluslararasılaşma Strateji Belgesi 2018-2022, Yükseköğretim Kurumu, 2017. https://www.yok.gov.tr/Documents/AnaSayfa/Yuksekogretimde_Uluslararasilasma_Strateji_Belgesi_2018_2022.pdf

[3] Yükseköğretimde hedef odaklı uluslararasılaşma, Yükseköğretim Kurumu, 2021. https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2021/yuksekogretimde-hedef-odakli-uluslararasilasma-raporu-yayimlandi.aspx

[4] Yükseköğretimde uluslararasılaşma ve Türkiye’deki üniversitelerin uluslararası görünürlüğü Çalıştay Raporu, Yükseköğretim Kurumu, 2023. https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2022/yuksekogretimde-uluslararasilasma-ve-turkiye-deki-universitelerin-uluslararasi-gorunurlugu-calistayi.aspx

[Prof. Dr. Talip Küçükcan, Türkiye Cumhuriyeti Cakarta Büyükelçisidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı 20.04.2024 tarihinde Anadolu Ajansı Görüş-Analiz Sayfasında yayınlanmıştır. Yazıya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

13 Nisan 2024 Cumartesi

Jeopolitik kırılma ve savaşlar küresel ekonomiyi nasıl etkiliyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan

Endonezya

Geride bıraktığımız 2023 yılı bölgesel ve küresel sınamalar açısından zor bir oldu. Rusya-Ukrayna savaşı, Afrika’daki çatışma ve darbeler, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, iklim değişikliği ve küresel ısınma, kitlesel göçler ve mülteci krizi, Kuzey-Güney arasındaki ekonomik gelişmişlik ve yoksulluk farkının derinleşmesi ve popülizmin yükselişi küresel ölçekte hissedilen etkiler meydana getirdi. Bunlara ilaveten Ortadoğu, Balkanlar, Avrasya ve Asya’da etkileri biraz daha sınırlı bölgesel gerginlikler ve krizler devam etti ve etmeye de devam ediyor.

Bölgesel ve küresel gerginlik, kırılma ve çatışmaların önümüzdeki dönemde de, zaten ciddi bir jeopolitik ve ekonomik rekabete sahne olan dünyayı daha derinden etkileyeceğini söylemek kehanet olmasa gerek. Küresel kırılmaların ulusal, bölgesel ve küresel güvenlik mimarisini, ekonomik yatırımları, üretim ve tedarik zincirlerini, gıda güvenliğini, sosyal barışı, temel hak ve hürriyetlere erişimi olumsuz etkilediği aşikar. Yukarıda işaret edilen küresel krizlere çözüm bulunamaz ise ki yakın zamanda kalıcı çözümler bulunabileceğini iddia zor, dünyayı hem uluslararası ilişkiler hem de küresel ekonomi açısından parlak günler beklemiyor.

Savaşların ekonomik maliyeti yüksek

2017 yılında savaş ve çatışmaların küresel ekonomik maliyeti satın alma paritesine göre hesaplanmış ve söz konusu maliyetin askeri harcamalar başta olmak üzere 14.7 trilyon dolar olduğu görülmüş. Bu, küresel GSMH’nın %12,4’ne tekabül ediyor[1]. 2023 yılında bu maliyetin daha da arttığını söylemek mümkün. Bu bağlamda Çin’de ortaya çıkan ve kısa sürede bütün dünyaya yayılan Kovid-19 pandemisinin küresel ekonomiyi ne kadar derinden ve olumsuz etkilediğini, yıkıcı etkilerinin kısmen de olsa hala hissedildiğini de hatırlatmak yerinde olacaktır.

İki taraf arasında başlayan ancak kısa sürede bölgesel krize ve küresel kamplaşmalara dönüşme riski taşıyan sorunların da ekonomi üzerinde olumsuz etkileri görülüyor. Bunun en çarpıcı örneği hal-i hazırda devam eden Rusya-Ukrayna savaşı. Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’ya müdahalesi ile başlayan krizin kısa ömürlü olacağı öngörüsünde bulunanların sayısı hiç de az değildi. Savaşın başlamasının üzerinden iki yıl geçti ve bu süreçte söz konusu kriz ve etkileri ülke ve bölge sınırlarını aşarak küresel boyutlara ulaştı. Savaş, Rusya ve Ukrayna’daki üretimi, yatırımları ve bu ülkeler ile yapılan ticari faaliyetleri sekteye uğrattı.

Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik maliyeti

İki yıldır devam eden bu savaşın ekonomik maliyeti büyük. Ukrayna daha savaşın ilk yılında GSMH’sının %30-35’ni yitirdi. Yoksulluk oranı %5.5’den, 2022’de %24.2’ye yükseldi. Savaşın başlamasından bugüne Ukrayna’nın yaşadığı yıkımın ekonomik maliyeti 290 milyar dolar, ülkede yeniden yapılanmanın maliyeti ise 411 milyar olarak hesaplanıyor[2]. Savaşın Rusya ekonomisine maliyeti de hayli yüksek. 2022’de bu savaşın doğrudan askeri harcama maliyeti 40 milyar dolar (2024’de bu miktarın toplamda 131 milyar dolara yükselmesi öngörülüyor), ekonomik gelir kaybının 81 ila 104 milyar dolar, şirket hisse değer kaybının ise 289 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor[3]. 2022 yılında bu savaşın küresel ekonomiye maliyeti 1,6 trilyon dolardı ve her yıl bu maliyet katlanarak artıyor. OECD tahminlerine göre Rusya-Ukrayna savaşından kaynaklı 2023’de küresel ekonomik gelir kaybı 2.9 trilyon dolar[4].

7 Ekim 2022’de Ortadoğu jeopolitiğinde bir deprem yaşandı. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü savaş daha ilk üç ay içerisinde komşu ülkeleri ve deniz ticaret taşımacılığını tehdit etmeye başladı. Her iki krizin de gösterdiği aslında zikredilen krizlerin zincirleme küresel etkilerinin olduğu. Bu savaşlar bir taraftan insani krizlere, kitlesel göçlere, üretim tesisleri ve tedarik zincirleri gibi ticari alt yapının çökmesine, diğer yandan hegemonik güç gösterisine, jeopolitik rekabetin keskinleşmesine ve kutuplaşmanın artmasına yol açıyor. Elbette silahlanma yarışı gibi dünya barışını uzun vadede tehdit eden gelişmelere de zemin hazırlıyor. Gazze’ye yönelik saldırı ve blokajın altı ay sürmesi halinde bu krizin sadece bazı bölgesel ülke ekonomilerine 10 milyar dolara mal olacağı öngörülüyordu[5]. İsrail saldırıları başlayalı 6 ayı aştı. Yıkım hala devam ediyor. Bir de İran-İsrail gerginliği sıcak savaş noktasına doğru evriliyor ki böyle bir çatışmanın başlaması çok büyük ekonomik krizler yanında siyasi ve demografik depremleri de tetikleme potansiyeline sahip. Kuşkusuz İran-İsrail arasında böyle bir çatışmanın etkileri bölgeyle sınırlı kalmayacaktır. Tıpkı Rusya-Ukrayna savaşında olduğu küresel etkileri olacağından uluslararası toplum ve bölge aktörlerinin sağduyulu bir çözüm için gayret etmeleri elzemdir.

Küresel krizler Kovid-19 pandemisinde görüldüğü gibi bütün ülkeleri, daha çok az gelişmekte olan ve en fazla da kaynakları kısıtlı olan az gelişmiş ülkeleri etkilemekte. Gelişmiş ve ekonomisi güçlü ülkeler küresel krizleri daha rahat göğüsleyip ekonomilerini daha kısa zamanda düzeltirken, küresel krizler gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeleri daha derin ve uzun süreli etkilemekte.

Küresel krizlerin çok boyutlu ve derin etkilerini kısa vadede azaltmak ve orta-uzun vadede ortadan kaldırmak için barış ve güvenliğin tesisi, temel hak ve hürriyetlerin korunması, refahın adil paylaşımı, uluslararası hukukun üstünlüğüne, toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına saygının kabulü yönünde girişimlerin yapılması zorunlu. Bunları sağlamak hiç te kolay değil ama bunu dışından bir gelecek tasavvur etmek sürekli krizlerle yaşamak anlamına geliyor. Çünkü savaş ve çatışmaların uzaması demek ekonomik faaliyetlerin zarar görmeye devam etmesi demek, dahası savaş sonrası gerekecek yeniden yapılanmanın yükünün de her geçen gün için artması demek. Yukarıda Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik maliyetine işaret etmiştik. Benzer bir çatışmanın Tayvan’da cereyan etmesi durumunda bunun küresel ekonomiye maliyetinin 10 trilyon dolar (küresel GSMH’nın  %10’u) olacağı tahmin ediliyor[6]. Ekonomik istikrar ve refahın korunmasının ve bu maliyetleri ödememenin yolu hegemonik rekabet ve bunun doğurduğu gerilimlerinin azaltılması ve çatışma risklerinin bertaraf edilmesinden geçiyor.

 

@tkucukcan

 



x

[1] The Economic Value of Peace 2018: Measuring the Global Economic Impact of Violence and Conflict. Institute for Economics & Peace Sydney, October 2018. https://www.visionofhumanity.org/wp-content/uploads/2020/10/Economic-Value-of-Peace-2018.pdf

[2] Ukraine Rapid Damage and Needs Assessment : February 2022 - February 2023, Washington, D.C.  https://documents1.worldbank.org/curated/en/099184503212328877/pdf/P1801740d1177f03c0ab180057556615497.pdf

[3] The Cost of the Ukraine War for Russia, by Howard J. ShatzClint Reach, Rand Corporation

https://www.rand.org/pubs/research_reports/RRA2421-1.html

[4] OECD Economic Outlook, Interim Report September 2022: Paying the Price of War, https://www.oecd-ilibrary.org/sites/ae8c39ec-en/index.html?itemId=/content/publication/ae8c39ec-en

[5] Gaza war hits neighboring Arab economies, could cut GDP 2.3% - UN study.

https://www.reuters.com/world/middle-east/gaza-war-hits-neighbouring-arab-economies-could-cut-gdp-23-un-study-2023-12-13/

[6] War Over Taiwan Would Cost World Economy $10 Trillion. https://www.bloomberg.com/news/newsletters/2024-01-09/war-over-taiwan-would-cost-world-economy-10-trillion-big-take

1 Nisan 2024 Pazartesi

Küresel gelişmelerin ağırlık merkezi Asya’ya kayıyor

 Prof. Dr. Talip Küçükcan

Endonezya

Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam ediyor. Küreselleşme ile ilgili tartışmalarda fiziki sınırların aşınacağı ve nihai noktada ortadan kalkacağı veya anlamsızlaşacağı öngörüsünde bulunanlar da olmuştu ama son yıllarda bu öngörülerin tersine bir takım gelişmeler yaşandı. Sınırlar daha belirginleşti, duvarlar ve setler örüldü, vize uygulamaları daha da katılaştı. Ulus devlet yapısı yeniden tahkim edildi.

Buna karşın ürün, sermaye ve fikir hareketliliği arttı ve artmaya devam ediyor. Yeni teknolojiler, ulaşım ağındaki genişlemeler ve sınır tanımayan sosyal medya platformları etkileşimi hızlı biçimde artırdı. Bu şekliyle aslında küreselleşme bütün hızıyla devam ediyor. Kovid-19 salgını ve bölgesel çatışmaların tetiklediği enerji ve gıda güvenliği riskleri, temel ihtiyaç maddelerinin tedarik zincirlerindeki kopuşlar ve küresel ekonomik krizler, günümüzde karşılıklı güven, bağımlılık ve çok taraflı küresel işbirliklerinin zorunluluğuna işaret ediyor.

Küreselleşmenin yönü

Öte yandan dünyadaki jeopolitik dengeler de hissedilir biçimde değişiyor. Yakın zamana kadar içeriği ve yönü ile küreselleşme, ziyadesiyle Batı'dan Doğu'ya, Avrupa ve ABD'den Asya'ya ve Afrika’ya doğru yayılıyordu. Bunu özellikle sanayi ve teknoloji üretimde, siyasi ve askeri gelişmelerde, fikri ve kültürel ürünlerde görmek mümkündü. Bütün bu gelişmeler, küresel gelişmeleri değerlendirirken (sanayi devrimi ve yayılmacılık dönemlerinin mirasına da eklemlenerek) Batı/Avrupa merkezli bir bakış ve okumanın yaygınlaşmasını beraberinde getirdi. 

Tarihsel olarak bakıldığında, en azından son yıllara kadar, Batı'nın (Avrupa-ABD) dünyanın ağırlıklı üretim merkezi ve teknolojik gelişmelerin odağı, siyasi ve askeri şekillenmenin etkin aktörü ve kültür endüstrisinin çekim merkezi olarak temayüz ettiğini ve dolayısıyla küresel ekonomiden en büyük payı alan aktör olduğunu söylemek abartı olmaz. İşte bu göreceli güç birikimi, jeo-politik ve jeo-ekonomik gelişmelere Batı merkezli bir bakışın küresel olarak egemen olmasına kapı aralamıştı.

Bugün gelinen noktada ise dünyadaki güç dengelerinin değişmeye başladığını gösteren önemli gelişmelere tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu gelişmeler dünyaya, küresel gelişmelere, jeo-politik ve jeo-ekonomik dönüşümlere yeni bir gözle bakılmasını, eski gözlükleri bırakıp yeni gözlükler takılmasını, öğrenilmiş çaresizlik gibi tanımlanabilecek Batı merkezli yorumlama biçimi yerine daha yeni ve özgün, daha farklı bir yer ve daha geniş bir pencereden bakılmasını zorunlu kılıyor. Zira artık küresel ekonominin, üretim ve tüketimin, hammadde zenginliğinin Asya'ya kaydığı, uluslararası ilişkilerdeki tek merkezlilik yerine çok merkezliliğin ortaya çıktığı, hemen her alanda rekabetin hızlandığı, yeni bölgesel ve küresel aktörlerin varlıklarını daha belirgin hissettirmeye başladığı bir dönemdeyiz. Yani dünya artık eski dünya değil. Bu nedenle jeo-politik ve jeo-ekonomik gelişmeleri farklı paradigmalar ışığında değerlendirmek gerekiyor.

Dünyaya yeni bir pencereden bakmak

Hızla değişen bir dünyadayız ve yaşadığımız dünyadaki değişimler eskisi gibi yarım asra, bir asra yayılan değişimler değil. Son on yıldaki teknolojik yenilikler, jeopolitik sarsılmalar, üretim biçimleri ve tüketim alışkanlıklarındaki değişimlerin son yüzyılda tanıklık ettiğimiz tüm değişimlerden daha hızlı ve kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu gerçekliği göz önünde bulundurarak dünyaya nereden, hangi bakış açısı ve perspektif ile bakmamız gerektiği üzerinde yeniden düşünmek gerektiğini savunabiliriz. Tek boyutlu, tek yönlü, alışılageldik, ön kabuller ve kalıp yargıların şekillendirdiği bakış açısını bir kenara bırakmanın zamanı çoktan geldi.

Küresel gelişmeleri daha iyi kavrayabilmek, ortaya çıkan yeni  jeo-politik ve jeo-ekonomik sınamaları fırsata dönüştürebilecek bir bakış açısı geliştirmek gerekiyor. Bunun için de öncelikle Batı merkezli bakış açısı ve okuma biçimlerinin sınırlılıklarını aşabilecek, dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmeleri daha özgün bir değerlendirmeye tabi tutacak bir bakış açısı geliştirmek için çaba harcamak gerekiyor. Bu çaba herhangi bir perspektifi ret ve kabul meselesi olarak değerlendirilmemeli. Bugünün dünyasını ve ağırlık merkezini Asya'nın oluşturmaya başladığı küresel gelişme ve dönüşümleri isabetli bir değerlendirme arayışı ve çabası olarak görülmelidir. Çünkü yazının başlığında da belirtildiği gibi dünyaya nereden baktığınız, küresel değişme, sınama ve fırsatları hangi paradigma ile okuduğunuz alacağınız kararları ve geleceği şekillendireceği için, çok ama çok önemlidir.

@tkucukcan

 

Yükseköğretimde uluslararasılaşma Türkiye için ne vadediyor?

Prof. Dr. Talip Küçükcan  Bu yazının başlığı "Türkiye 370 milyar dolarlık yükseköğretim ekonomisinden ne kadar pay alıyor?" olab...