15 Ağustos 2017 Salı

Türkiye-Çin İlişkileri üzerine bir değerlendirme (Röportaj)


Ak Parti Milletvekili Prof. Dr. Talip Küçükcan, Çinli akademisyen ve gazetecilere, Türkiye'nin dış politikası ve 15 Temmuz darbe girişimi hakkında bilgi verdi.
Talip Küçükcan genç bir siyasetçi olarak önemli görevlere sahip. Avrupа Kоnsеyi Pаrlаmеntеr Mеclisi Türkiyе Dеlеgаsyоnu Bаşkаnlığını yürüten Küçükcan, aynı zamanda TBMM Dışişlеri Kоmisyоnu Üyеsi. Talip Küçükcan, Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, çeşitli ülkelere giderek darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmelere dair muhataplarına bilgi veriyor.
Çin Renmin Üniversitesi'ne bağlı Chongyang Finans Çalışmaları Enstitüsü'nde gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısına Türk ve Çinli akademisyen, gazeteci ve öğrenciler katıldı. Katılımcılar Türk dış politikası ve Türkiye-Çin ilişkileri üzerinde görüş alışverişinde bulundu.
Talip Küçükcan yuvarlak masa toplantısının ardından CRI Türk'e özel röportaj verdi; Türk-Çin ilişkileri, Türk dış politikası, Bir Kuşak-Bir Yol girişimi ve bölgesel ve uluslararası diğer bazı konularla ilgili sorularımızı yanıtladı.


"Türk dış politikasında Çin'in önemi gittikçe artıyor"
Türk dış politikası son yıllarda çok yönlü bir boyut kazanıyor, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yeni açılımlara giden Türkiye, Asya-Pasifik bölgesinde de görünürlüğünü artırmaya çalışıyor. Talip Küçükcan, Türkiye'nin bu çok yönlü dış politikasında Çin'in öneminin gittikçe arttığına dikkat çekiyor:
"Son bir yıldaki Türk-Çin ilişkilerine baktığımızda önemli gelişmelere görüyoruz, ciddi bir ivme kazandı ikili ilişkiler. Bunda Erdoğan-Xi görüşmelerinin etkisi var, çünkü iki lider bir yıl içinde çeşitli vesilelerle 3 kez bir araya geldiler. Bu geçmişte görmediğimiz bir şey. 
Liderler düzeyinde ilişkilerin gelişmesi için bir irade olduğunu görüyoruz, bu önemli. Türk dış politikası açısından da Çin'in gittikçe artan bir önemi olduğu malum. Çünkü Türk dış politikası son 15 yılda çok yönlü bir siyaset izlemeye başladı. Türkiye'nin özellikle Asya'yla, Afrika'yla, Ortadoğu'yla yeniden buluştuğunu görüyoruz. 
Geleneksel olarak Türk dış politikası Batı odaklıydı, şimdi Türkiye dış ilişkilerini ciddi şekilde çeşitlendirdi. Dünyanın ikinci ekonomisi Çin'le de yakın ilişkiler kurmaya başladı ve bu ilişkileri derinleştirmek için Türkiye'de bütün sektörler teyakkuz halinde."
Çin ve Türkiye'nin birbirlerine karşılıklı ilgisinin arttığını belirten Talip Küçükcan, ancak karşılıklı iletişim kanallarının tam anlamıyla açılamamış olmasından ötürü, doğru bilgi temelinde bu ilginin altının doldurulması gerektiğini söyledi.
"Çin ve Türkiye'nin menfaatleri kesişiyor"
Çin'in, kadim İpek Yolu'nu karadan ve denizden yeniden canlandırmak amacıyla ortaya koyduğu çok uluslu kalkınma hamlesi Bir Kuşak-Bir Yol girişimi, Türkiye ile Çin arasındaki işbirliğinin önemli unsurlarından birini oluşturuyor.
Talip Küçükcan, bu girişimin somutlaştırılması için Türkiye'de halihazırda demiryolu ve nükleer santral projelerinin yürütülmekte olduğunu, güçlü Çin şirketlerinin bu alanlarda Türkiye'de yatırım yapabileceklerini söyledi. Küçükcan, Türkiye'nin geleneksel olarak İpek Yolu güzergahında yer alan bir ülke olduğunu hatırlattı ve ülkenin bu öneminin halen sürdüğünü, Çin'in de bunun farkında olduğuna inandığını ifade etti:
"Türkiye'nin coğrafi konumu ve Çin'in Bir Kuşak-Bir Yol girişimini bir arada düşündüğünüzde, ister istemez bu iki ülkenin menfaatlerinin kesiştiğini görüyoruz. Çin'in bu projesinin gerçekleşmesi için bazı rotalar var, bunlardan biri de Anadolu. Asya ile Avrupa arasında bir köprü gibi uzanan bir ülke var zaten. Ve burada siyasi istikrar var, ekonomik gelişme söz konusu. Ayrıca isteklilik var. Hem Türkiye'yi dünyaya bağlayacak hem de Çin'i Avrupa'ya açacak bir yoldan bahsediyoruz."
"15 Temmuz'un ardından Çin'in verdiği desteği önemsiyoruz"
Ak Parti milletvekili Talip Küçükcan, çok sayıda ülkeyi ziyaret ederek akademisyen ve aydınlara 15 Temmuz darbe girişimini anlatıyor. Küçükcan'ın Çin gezisinin önemli gündem maddelerinden biri de bu konuydu. Çin'de temas kurduğu düşünce kuruluşları ve medya organlarının bu hadiseyi çok merak ettiklerini ve darbe girişiminin ileride Türk siyasetini nasıl etkileyeceğini öğrenmek istediklerini ifade eden Küçükcan, 15 Temmuz'un ardından Çin'den gelen siyasi desteği çok önemsediklerini ifade etti ve şunları ekledi:
"15 Temmuz gecesi olaylar yaşanırken ne yazık ki Türkiye geleneksel müttefiklerinden yeteri kadar destek görmedi. Avrupalı liderlerin, ABD tarafının, çok geç saatlerde, darbe tehlikesi ortadan kalktıktan sonra açıklamalarda bulunduklarını görüyoruz. Bu bakımdan biz Çin'den ve diğer ülkelerden gelen desteği önemsiyoruz. Türkiye halkı adına onlara teşekkür ediyoruz."
Küçükcan ayrıca FETÖ mensuplarının dünyanın pek çok ülkesinde faaliyette bulunduklarını ve Türkiye'nin bu örgütle mücadelede kararlı olduğunu vurguladı.


http://turkish.cri.cn/781/2016/11/03/1s179190.htm

Çin daha yakından takip etmeli ve ilişkilerimizi geliştirmeliyiz



Çin Halk Cumhuriyeti ziyaretimizi 31 Ekim-3 Kasım 2016 tarihlerinde gerçekleştirdik. Ancak bloğumuz aktif olmadığı için yaptığımız konuşmalar ve görüşmelere ilişkin bilgileri paylaşma imkanı olmadı. Ziyaret sırasında ele alınan konular hala güncelliğini koruyor. Bu nedenle paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum. Çin Halk Cumhuriyeti dünyanın güçlü ekonomilerinden ve dış politika ön plana çıkarmadığı faaliyetleri var. Çin daha yakın takip edilmesi ve ilişkilerimizin geliştirilmesi gereken bir ülke.

Çin’de farklı kurum ziyaretleri gerçekleştirdik ve her kurumda Türkiye’nin iç ve dış politikasını içeren konuşmalar yaptık, soruları cevapladık. Sırasıyla aşağıdaki etkinlikleri gerçekleştirdik.

31 Ekim 2016

Çin Devlet Konseyi Kalkınma Araştırma Merkezi Ortadoğu uzmanları ile yaptığımız toplantıda ülkemizin iç ve dış siyasetine ilişkin gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunduk. 15 Temmuz darbe girişimi, bu girişimin arkasındaki FETÖ yapılanması hakkında detaylı bilgiler paylaştık. FETÖ’nün Çin’in güvenliği ve iki ülke arasındaki ilişkiler açısından tehdit olduğunu, bu yapı mensuplarının Çin’de faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini ve mücadele işbirliğinin önemini vurguladık.

Şangay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi Direktörü Profesör Guo Changgang ile gerçekleştirdiğimiz görüşmede Çin Halk Cumhuriyeti’nde Türk dili ve edebiyatı ile Türkiye araştırmalarının geliştirilmesi, bu amaçla kaynak temini, öğrenci ve öğretim üyesi değişimi projeleri üzerinde durduk. Çin’de Türkiye’ye yönelik ilginin arttığını memnuniyetle müşahede ettik.

Şangay Üniversitesi’nde ‘Türkiye Siyaseti ve Küresel Etkileri’ konulu bir konferans verdik. Üniversite öğretim üyeleri, araştırmacılar ve lisansüstü öğrencilerin katıldığı konferansta ülkemizin dış politikası, bölgesel güvenlik ve terörle mücadele stratejisi bağlamında Suriye ve Irak’ta izlediği politikaları anlattık. Özellikle insani diplomaside atılan adımları ve enerji arzı bakımından ülkemizin bir enerji koridoruna dönüştüğünü ve bunların küresel etkilerini anlattık. 15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ yapılanmasına özellikle dikkat çekerek bu örgütün kara propagandasına karşı dikkatli olunması gerektiğini ifade ettik.  Üniversite çevrelerinin de Türkiye’nin artan önemine ilgi gösterdiklerini gözlemledik.



Şangay Uluslararası Araştırmalar Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Kamu Politikaları Fakültesi Dekanı Profesör Guo Shuyong ile bir araya gelerek Türk ve Çin üniversiteleri arasındaki işbirliği imkanlarının artırılmasına ilişkin görüş alışverişinde bulunduk. Profesör Shuyong bu konuda istekli olduklarını, öğretim üyesi ve öğrenci değişim programlarını hayata geçirmek istediklerini ifade etti.

Şangay Uluslararası Araştırmalar Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Kamu Politikaları Fakültesi öğretim üyeleri ve lisansüstü öğrencilerinin katıldığı toplantıda ‘Türk Dış Politikasında Devamlılık ve Değişimler’ konulu bir seminer verdik. Seminerde soğuk savaş öncesi ve sonrası Türk dış politikasına yön veren etkileri, Türkiye’nin AB, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika açılımlarını, Rusya ve İran ile olan ilişkilerini değerlendirdik. Türkiye’nin bölgesel güvenlik ve istikrara verdiği önemin altında çizerek DEAŞ, PKK, PYD ve FETÖ’nün barış ve güvenliği tehdit ettiğini vurguladık.

1 Kasım 2016

Şangay Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Dr. Chen Dongxiau ile bir araya geldik, ve Ortadoğu uzmanlarının katıldığı bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdik. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 100’den fazla uzman istihdam bu önemli düşünce kuruluşunda yapılan toplantıda Türk-Çin ilişkileri, muhtemel işbirliği alanları, iç ve dış politikadaki gelişmeler, darbe girişiminde bulunanlara karşı alınan önlemler ve FETÖ ile mücadelede işbirliği konularını tartıştık.

2 Kasım 2016

Pekin Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi Dekan Yardımcısı Profesör Fu Zhiming ile bir araya gelerek bu üniversitede Türkçe öğretimi ve Türkiyat araştırmalarının geliştirilmesi imkanlarını ele aldık. Araştırma Merkezi’nde Arap dünyasına yoğunlaşıldığını, Türkiye uzmanı olmadığını müşahede ettik.



Pekin Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi, araştırmacılar ve öğretim üyelerinin katıldığı ‘Türkiye’deki Siyasi Gelişmeler, Darbe Girişimi ve FETÖ Yapılanması’ konulu bir seminer verdik. Seminerde Türkiye’nin değişen jeopolitiği hakkında bilgi verdik, siyasi tarihimizde darbelerin etkilerini anlattık ve FETÖ’nün darbe girişimine karşı siyasi ve toplumsal tepkiye dikkat çekerek bu terör örgütü ile mücadeledeki kararlılığımıza vurgu yaptık.


Remnin Üniversitesi bünyesinde kurulu Chonyang Finansal Araştırmalar Enstitüsü uzmanları ile yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdik. Toplantıda Türkiye’nin bir köprü ve Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu’ya açılan bir kapı olduğunu, yatırımlar için önemli imkanlar sunduğunu, Doğu Akdeniz dahil enerji havzalarına yakın olduğunu, Mavi Akım, Yumurtalık Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı, Azerbaycan ile imzalanan TANAP ve Rusya ile imzalanan Türk Akımı Doğal Gaz Hattı projeleri ile enerji koridoru olma yolunda hızla ilerlediğini anlattık. Yuvarlak masa toplantısında FETÖ darbe girişimi anlatarak bu örgütle mücadelede işbirliğinin önemini de vurguladık.

Pangoal Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. Zan Tao ile bir araya gelerek bu enstitü bünyesinde Türkiye çalışmalarının görünürlüğünün artırılması için değişim programları ve ortak projeler geliştirilmesi imkanları üzerinde durduk.

Pekin’de öğretim gören Türk öğrenciler ile bir araya gelerek çalışmalarına ilişkin bilgi aldık, sorunlarını ve taleplerini dinledik. Öğrencilerin büyük fedakarlıklar ile Çin’de eğitim aldıklarını, FETÖ ve benzeri yapıların etkileri altında kalmamaları için ileriye dönük çalışmaların yapılması gerektiğini müşahede ettik.

Değerlendirme

Dünyanın ikinci en büyük ekonomik büyüklüğüne sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptığımız iki günlük çalışma ziyaretinde üniversite, düşünce kuruluşları ve araştırma merkezlerinde çok sayıda etkinlik gerçekleştirdik. Bu etkinlikler sırasında Türkiye’ye olan ilginin gittikçe arttığını ancak ülkemizle ile bilgi kaynaklarının sınırlı olduğunu, doğrudan bilgi edinmekten ziyade uluslararası haber ajanları kanallarından beslendikleri ve bunun doğal neticesi olarak bilgi yanlışlığı ve önyargıların oluştuğu gözlenmiştir. Yaptığımız sunum ve görüşmelerde darbe girişimi dahil birçok soru sorulmuştur. Etkinliklerdeki sorulardan da anlaşıldığı üzere ülkemizle ilgili bilgilerin genelde yüzeysel olduğu, örneğin FETÖ’nün bilinmediği ya da duyanların bu yapının karanlık yüzünü göremediği anlaşılmıştır. Bu ülkede öğrenim gören Türk öğrencilerin karşılaştığı sorunların çözümü noktasında da beklentilerin olduğu da görülmüştür. Bu konulara ilişin yetkili makamlara bilgiler verilmiştir.


14 Ağustos 2017 Pazartesi

AK Parti Sessiz Devrimler Yaptı ve Yediden Yetmişe Herkesin Hayatına Dokundu


Siyasi hayatımız ilişkin yaptığımız değerlendirme aşağıdaki şekilde haber sitelerinde yer almıştır.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Heyeti Başkanı ve AK Parti Adana Milletvekili Prof. Dr. Talip Küçükcan, AK Parti Hükumetlerinin sessiz devrimlere imza attığını ve yediden yetmişe herkesin hayatına dokunduğunu, sessizlere, yetimlere, yoksullara ve kimsesizlere sahip çıktığını söyledi.

AK Parti’nin kuruluşunun 16. Yılı münasebetiyle yazılı bir açıklama yapan Küçükcan, AK Parti’nin bir erdemliler hareketi olarak kurulduğunu ve 2002 yılında girdiği ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olduğunu hatırlatarak pek çok alanda vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştıran ve yaşam kalitesini yükselten projeleri tamamladığını söyledi.

“AK Parti Hükümetleri yaşam standardımızı yükseltti”

Küçükcan yaptığı açıklamada “AK Parti iktidara geldiğinde Türkiye Cumhuriyeti 79 yaşında idi. Önceki hükümetler döneminde yapılan iyi işler takdir edildi ancak pek çok alanda eksiklikler ve ihmaller olduğu da görüldü. AK Parti Hükumetleri işte bu nedenle hızlı bir kalkınma hareketi başlattı. Türk ekonomisi dünyanın on altıncı, Avrupa’nın ise yedinci büyük ekonomisi ölçeğine yükseldi. Kara, deniz, havayolu ve demiryolu taşımacılığında büyük sıçramalar kaydedildi. Havaalanı sayımız ikiye katlandı ve neredeyse her şehre veya hemen yakınına uçmak mümkün hale geldi. Kişi başına düşen milli gelir üç bin dolardan on bin dolara yükseldi. AK Parti Hükumetleri kazan-kazan siyaseti izledi ve yediden yetmişe her kesimden vatandaşımız ekonomik büyüme ve kalkınmanın yararını gördü. Kalkınmadan yeterince pay alamayan bölgelerimizde özel projeler gerçekleştirildi, doğu ve batı arasındaki alt yapı alanındaki farklar büyük oranda giderildi” ifadelerini kullandı.

“AK Parti insanımızı merkeze alan siyaset izledi”

Milletvekili Küçükcan, AK Parti’nin ilk günden itibaren insana hizmeti siyasetinin merkezine aldığını belirterek eğitim, ekonomi, sağlık, ulaşım, altyapı, savunma sanayi ve sosyal politikalar gibi alanlarda 15 yılda çok büyük projeleri hayata geçirdiğini, bu alanlarda 79 yılda yapılanları 15 yıllık iktidarına sığdırma başarısı gösterdiğini belirtti. Küçükcan açıklamasında “AK Parti döneminde sağlık alanında Türkiye sınıf atlamıştır. Vatandaşlarımızın hastane kuyruklarındaki çilesi bitmiştir. Gelişmiş ülkeleri kıskandıran bu gelişmenin arkasında insanımıza hizmet anlayışı yatmaktadır. Örneğin İngiltere'de bugün dört milyon hasta doktor randevusu ve tedavi için sırada bekliyor. 1990 ortalarında da durum pek parlak değildi. İngiltere'deki öğrencilik yıllarımızda uzman doktor randevusu üç ay sonraya veriliyordu. Bunu yaşayarak gördük. Şimdi herhalde bir veya iki yıl sonraya veriliyor uzman doktor randevusu. Türkiye'de ise durum çok farklı. Hastanelerimiz 5 yıldızlı oteller gibi kaliteli hizmet veriyor, doktorlarımız da hastalarımıza özen gösteriyor. Bütün bu yaşananlar devrimdir” dedi.

“Üniversitesiz Şehir Kalmadı”

Küçükcan açıklamasında kalkınmanın temelinde eğitimli ve donanımlı insan gücünün olduğuna inandıklarından dolayı eğitim yatırımlarının öncelikli olarak gerçekleştirildiğini, açılan yeni okul ve dersliklere bir sınıftaki öğrenci sayısının altmışlardan otuzlara düşürüldüğünü ve öğretmen sayısının da artırıldığını belirtti. Küçükcan “AK Parti Hükümetlerinden önceki 79 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca toplam 450 bin öğretmen ataması yapılabilmiştir. AK Parti 15 yıllık iktidarı döneminde 550 bine yakın öğretmen ataması yaparak 79 yılda yapılan atamadan daha fazla öğretmen görevlendirmiştir. Yine aynı dönemde kurulan üniversite sayısı 80 iken AK Parti Hükumetleri döneminde 15 yılda yüzü aşkın yeni üniversite açılması sağlanmıştır. Türkiye’deki üniversite sayısı 190’ı geçmiştir. Bugün 81 ilimizin hepsinde üniversite, yurt, kütüphane ve ilgili sosyal donatılar mevcuttur. Bütün bunlara insan sermayemize verdiğimiz önemi göstermektedir” dedi.

“Dış politika ve savunma sanayinde bağımsızlaşma adımları atıldı”

Türkiye’nin bir yandan Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkilerini bir yandan da Rusya, Ortadoğu ve Orta Asya ile ilişkilerini yeniden gözden geçirdiğine ve farklı bölgesel ve küresel aktörler ve oluşumlar arasında bir denge kurmaya özen gösterdiğine dikkat çeken Küçükcan, Türk dış politikasında Afrika, Balkanlar ve Latin Amerika açılımlarının dikkat çektiğini, Türkiye’nin insani politikaları ile öne çıktığını belirtti. Küçükcan açıklamasında “AK Parti döneminde dış politikada bağımsızlaşma, çeşitlenme ve çok boyutluluk tercihi çok sayıda diplomatik temsilcilik açılması ile sonuçlanmıştır. Bu dönemde Türkiye uluslararası ve bölgesel ve küresel kuruluşlara tam veya gözlemci üye olma girişimlerini sürdürmüştür. BM başta olmak üzere etkisiz kurumları eleştirmiş ve yeniden yapılanması gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye’nin bu çıkışları uluslararası sistemin sorgulanmasına yol açmıştır. Türkiye yürüttüğü insani ve vicdani politikalarla kendisine alan açtıkça hedef haline gelmiş ve maşa olarak kullanılan terör örgütlerinin (PKK, DHKP-C, DEAŞ, FETÖ) saldırısına maruz kalmıştır. Ancak AK Parti döneminde dış politika ve savunma sanayinde bağımsızlaşma adımları atılmıştır. Bugün gelinen noktada savunma yerli ve milli savunma sanayinde atılan adımların terörle mücadelede ülkemiz lehine sonuçlar doğurduğu görülmektedir” dedi.




 http://www.haber10.com/ak_parti/talip_kucukcan_ak_parti_sessiz_devrimler_yapti-716446

13 Ağustos 2017 Pazar

Türkiye'ye yönelik tehdit olursa askeri müdahale kaçınılmaz olur! (röportaj)


Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türk Heyeti Başkanı AK Parti Milletvekili Talip Küçükcan ile ABD’nin dış politikasından PYD, YPG’nin olası saldırısına kadar birçok konuyu konuştuk. Küçükcan, ABD’nin çıkarlarını önceleyen ve odağına alan bir dış politika yürüttüğünü söyledi. Talip Küçükcan, “PYD-YPG, Türkiye’nin çıkarlarına yönelik herhangi bir tehdit oluşturursa buna karşılık Türkiye’nin askeri bir operasyon yapması kaçınılmaz” ifadelerini de kullandı.
ABD KENDİ ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA MAŞALAR KULLANIYOR
-ABD’nin dış politikası ve YPG’ye verilen silahlardan başlayacak olursak neler söylersiniz?
Amerika’nın dış politikası, ABD çıkarlarını önceleyen ve odağına alan bir dış politika. ABD’nin daha önce NATO ve AB gibi farklı ittifaklar ile beraber çalıştığını görüyoruz. Ortak bir zeminde dış politika yürütme girişimleri vardı belirli ölçülerde ama Obama’nın son döneminde ve Trump’ın gelişi ile beraber ABD’nin dış politikası tamamen Amerika first, Amerika’nın çıkarları bağlamında gündeme gelmeye başladı. Amerika müttefiklerinin çıkarlarını artık öncelemiyor, düşünmüyor. Amerika’nın dış politikasını özelikle Ortadoğu’da takip ettiğimizde şunu görüyoruz, Kendisi çekiliyor ama maşalar kullanarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Ekonomide biliyorsunuz şahinler ekolü denen ekol Amerika’nın dış politikasında biraz daha ağırlıklı. Müdahalecilik konusu her zaman Amerika’nın gündeminde. Birerde bir sorun çıktığında Amerika geçmişte liberal müdahalecilikten biraz kaçınmıştı kayıplarından dolayı ancak Trump döneminde biraz daha Amerika’daki şahin kanatların dış politikada belirleyici bir noktaya geldiğini söylememiz mümkün. Ortadoğu’dan başlayacak olursak daha önce de belirttiğimiz gibi ABD’nin YPG’ye destek vermesi ismini değiştirerek dünyada bu terör hareketini DAEŞ ile mücadele ediyor adı altında meşrulaştırması son derece sıkıntılı.
ABD DIŞ POLİTİKASININ GÜÇLÜ BİR ZEMİNİ YOK
-Biliyorsunuz Trump gelmeden önce şu anki tutumunun tam tersi bir tutum izliyordu. Şimdi ise çok farklı söylemler içinde. Ne düşünüyorsunuz?
Trump’ın siyaset tecrübesi yoktu. Aslında siyaset değil iş dünyasından gelen birisi. Kendi ekibi çok zorluklar çekti. Trump, başkanlığı devraldığında bir taraftan Pentagon bir taraftan ulusal güvenlik konseyi, Amerika’nın derin güçleri diyebileceğimiz güçler Trump’ın etrafını sarmaya başladılar. Kim Trump’a daha fazla erişimi varsa karar mekanizmalarında onlar etkili oldular. Bu başarıldı. Şahinler grubu şu anda Trump’ın etrafında daha fazla. Yine de danışmanlarına bakarsanız büyük çoğunluğu eski generaller, eski askerler, istihbaratçılar. Bunların bakış açısı elbette yumuşak bir bakış açısı izlemeye elverişli değil. Daha müdahaleci, daha askeri müdahaleleri gerektiren, silahlanmaya daha fazla pay veren bir duruş var. Dikkat ederseniz bunların izlerini de gördük. Normalde İran ile bir anlaşma yaptılar ama şimdi İran’a tehditkar bir takım ifadeleri var. Onun için Amerika’nın dış politikasında derin devletin olduğunu söylemememiz mümkün. Burada Türkiye’ye veya diğerlerine mavi boncuk dağıtılmış olabilir. ABD dış politikasının güçlü bir zemini olmadığını belirtmekte yarar var.
TRUMP KENDİ EKİBİNİ KURAMADI
-Yani Clinton (Neocon’lar) gelseydi ancak bu kadarını yapardı desek doğru olur sanırım!
Aynen evet değişen hiçbir şey olmadı. Ne neocon’ların ne de Hristiyan sağın ABD’de sayıları az olmaklar beraber siyasi ağırlıklarının çok fazla olduğunu karar mekanizmalarında ciddi etkilerini görmek mümkün. Burada Trupm’ın bir sıkıntısı var hala. Trump kendi ekibini kendi tercihleriyle oluşturma ve kurma imkanını elde edemedi. Bir taraftan seçimler ile ilgili Rusya ile olan polemikler diğer taraftan Trump’ın İslam ülkelerinden gelenlere vize uygulaması pek çok konu Trump’ın başını ağrıttı. Trump’ın sakin kararlar vermesine engel oldu. Bu durumdan yararlananlar Trump’ın çevresinde elbette daha güvenlikçi bakış açısıyla dış politikayı tercih edebilir.
DAMADININ ETKİSİNİ GÖRÜYORUZ
-Tabi ki kimsenin kimliğine vurgu yapmak açısından söylemiyorum. Trump’ın damadı bir Yahudi ve Ortadoğu politikaları danışmanı. Damadının ne kadar etkisi olabilir size göre?
Damadının açık ve net bir etkisi olduğunu görüyoruz. Damadının bir takım görüşmelerde bulunduğunu ve Amerika’daki Yahudi lobisiyle yakın ilişkilerinin olduğunu, Filistin meselesi konusunda İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir tercihte bulunduğunu görüyoruz. Bu bakımdan damadının ve kendi yakın aile çevresinin Trump’ın kararları üzerinde etkili olmadığını söyleyemeyiz. Bu çok iyimserlik olur. Ciddi de etkileri olduğunu varsaymalıyız. Trump duygusal da bir adam biliyorsunuz. Onları yanından ayırmadı baştan beri. Amerikan geleneğinde de benzeri yok aslında. Geçmişteki başkanların, aile yakınlarının bu kadar Beyaz Saray’ın içerisinde olduğunu görmüyoruz bilmiyoruz, bu ilk. Dolayısıyla Amerikan dış politikasında da inişli çıkışlı kararlar alınmasında İsrail’in güvenliğini önceleyen bir politikanın takip edilmesini sağlıyor zaten.
ABD DUVARLAR ÖRÜYOR
Amerika’nın İsrail için savaşa bile girmesini isteyenler arasında sayabiliriz Neconları. Amerika İsrail adına savaşa girsin, İran’ı sıkıştırsın gerektiğinde Ortadoğu’yu dizayn etsin. Geliyorlar da zaten biliyorsunuz Suudi Arabistan görüşmelerinde bunu gördük, Katar meselesinde bunu gördük. İran nükleer anlaşmasında da her an sanki bu anlaşmadan vazgeçin dermiş gibi yaptırımları uygulamaya yönelik anlaşmalar var. Ayrıca tabi Suriye konusunda çok ciddi bir şekilde Türkiye’nin aleyhine bir siyaset izleniyor burada. Bunları üst üste koyduğumuz da Amerika’nın dış politikasının müttefiklik çıkarlarından uzaklaştığını Amerikan çıkarlarını kendi merkezine koyduğunu görebiliyoruz. Bu şu demek aslında. ABD uzun yıllardır müttefik olduğu ülkeler ile de arasına bir takım duvarlar örüyor. Almanya ile bu duvarları gördük. Türkiye ile örüyor. Tüm bunlara baktığımızda bir anlamda ABD’nin kendi kendisini de yalnızlaştırdığını görüyoruz. Büyük bir güçtü ama ABD artık alternatif değil bir tarafta Hindistan diğer tarafta Çin yükseliyor, Rusya var. Farklı ittifaklar bulunuyor.
TÜRKİYE’NİN ASKERİ BİR OPERASYON YAPMASI KAÇINILMAZ
-Az önce de kısmen değinmiştik YPG’ye silah verilmesine. Burada olası bir saldırıda Fırat Kalkanı benzeri bir operasyondan söz edilebilir mi?
Türkiye açık ve net bir şekilde şunu ortaya koydu; Eğer ABD’nin kendilerine müttefik olarak seçtikleri PYD-YPG, Türkiye’nin çıkarlarına yönelik herhangi bir tehdit oluşturursa buna karşılık Türkiye’nin askeri bir operasyon yapması kaçınılmaz. Zaten biz bunu yapmazsak Türkiye’nin güvenliğine zarar vermiş oluruz. Türkiye gerektiğinde Kuzey Irak’a gerektiğinde Kuzey Suriye’ye operasyon kabiliyetlerine ve gücüne sahip bir ülke. Bunu da gösterdi. Az önce bahsettiğim şey şuydu; Türkiye hep müttefiklerine danışarak hareket etti. Ama müttefikler Türkiye’nin çıkarlarını gözetmediği için Türkiye’de madem siz kendi çıkarlarınıza bakıyorsunuz, küresel istikrarı gözetmiyorsunuz, özen göstermiyorsunuz o zaman bizde Türkiye’nin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparız. ABD, Avrupa Birliği ne derse desin Türkiye kendi çıkarlarını korumak için gerekirse tek başına hareket etmek zorunda.
ABD ARTIK DÜNYANIN POLİSİ DEĞİL
-ABD ve Kuzey Kore arasındaki gerilim ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Tabi şunu ifade etmekte yarar var. Kuzey Kore’nin nükleer silah ve füzeler geliştirmesi bütün dünya için tehdit. Herhangi bir istikrarsızlığın bütün dünya ekonomilerine etkisi olduğu gibi Türkiye’ye de etkisi olacaktır. O neden ile Türkiye olarak nükleer free bir dünyadan yanayız. Nükleer füzelerin olmadığı kimyasal silahların olmadığı bir dünya tabi ki daha iyi. Ancak Kuzey Kore’nin ABD ile olan ağız dalaşı yeni değil. Askeri bir müdahalenin hem ABD açısından hem de Kuzey Kore açısından neler götüreceğini ve neler getireceğini çok iyi hesapladıklarını düşünüyorum ben. Bir savaşın başlaması demek uzun menzilli silahları olan ülkeler için bitmeyen bir savaştır. Bu 3. dünya savaşını kilitleyebilecek bir savaş olabilir. O neden ile ABD ve Kuzey Kore kendi ve dünya kamuoylarına yönelik mesajlar vererek bir birbirlerini tehdit ederler. Ama silahların düğmelerine basılması o kadar da kolay değil. Dolayısı ile bunu ne ABD göze alır ne de Kuzey Kore göze alabilir. Ben yakın dönemde böyle sıcak bir çatışma olacağını düşünmüyorum. Muhtemelen yine aracı ülkeler diplomatik yollar ile bu tansiyonu azaltmaya çalışacaklar çünkü ne yapılırsa yapılsın Kuzey Kore bu maceracılığından vazgeçmiyor. Ama artık ABD’de dünyanın polisi değil. Bunu da ifade etmekte yarar var.
SuperHaber- Özel röportaj/ Arzu Erdoğral


http://www.superhaber.tv/turkiyenin-askeri-bir-operasyon-yapmasi-kacinilmaz-ak-parti-mv-talip-kucukcan-superhabere-konustu-ozel-roportaj-72069-haber

Katar'a bedel ödeterek Türkiye'ye mesaj verdiler (Röportaj)

Körfez ülkeleri arasındaki gerilim dünya gündeminde. Katar’a yapılan ablukanın sebebi ne? Hedefte hangi ülkeler var? Katar kimi neden rahatsız etti? Türkiye bu işin neresinde? Büyük diplomatik krizi AK PARTİ Adana Milletvekili, AKPM Türk Heyeti Başkanı Prof. Dr. Talip Küçükcan AKŞAM Gazetesi’nden Pınar Işık Ardor’a değerlendirdi.
PINAR IŞIK ARDOR
Katar’ın komşularıyla bir gün içinde yapayalnız bırakılmasıyla başlayan uluslararası boyut kazanan Katar kriziyle karşı karşıyayız.  Nasıl ortaya çıktı bu durum?
“ 40 YILLIK STATÜKONUN DEĞİŞMESİ İÇİN İRADE ORTAYA KOYDU”
Katar krizi körfez ülkeleri arasındaki bir kriz gibi görünse de aslında değil. Tartışılan sadece Katar değil. Ortadoğu’nun geleceği nasıl tasarlanacak?  Ortadoğu’nun geleceğinde hangi aktörler ne yapacak? Son 40, 50 yıla baktığımızda Ortadoğu’da bir statüko kurulduğunu görüyoruz. Bu statüko nedir? ABD’nin çıkarı, İsrail’in güvenliği ve  Suudi Arabistan’ın liderliğini yaptığı daha çok otoriter olarak tanımayabileceğimiz rejimlerin varlığının sürdürülmesi. Katar problemini bu statükonun değişip değişmemesiyle ilgili bir çerçevede ele almak yararlı olur. Suudi Arabistan’ın bir güç kaybı yaşadığını görüyoruz. Arap toplumlarının özellikle 2010’da başlayan büyük talepleri oldu. Bu taleplerin amacı aslında 40 yıllık statükonun değişmesiydi. Neydi konu? “Ortadoğu’nun geleceğine dış güçler veya toplumsal meşruiyeti olmayan kabileler,krallar, hanedanlar değil bizatihi toplum olarak biz karar vermek istiyoruz” dediler.Bu çok büyük depremler yarattı. Katar bu 40 yıllık statükonun değişmesi yönünde bir irade belirtti.



-Ne yaparak belirti bunu?
“EL CEZİRE BÜYÜK RAHATSIZLIK YARATTI”
Birincisi, Katar Mısır’da darbeye karşı çıktı. Suudi Arabistan’ın başını çektiği diğer körfez ülkelerine baktığınızda hepsi Mısır’daki darbeyi açıktan desteklediler. Yaklaşık 30 milyar dolarlık bir sıcak para akışı da sağladılar. Mursi rejiminin gitmesi ve Sisi rejiminin başarılı olması için. Dolayısıyla ilk adımın burada olduğunu görüyoruz.
İkincisi, biz dünyayı batı medyasının gözüyle görüyoruz. CNN, BBC vb. Buna karşı yeni bir alternatif oluştu. EL CEZİRE. El Cezire dünyadaki medya pratiğini değiştirdi ve alternatif söylemler olduğunu da ortaya koydu. Baskın medya söyleminin dışında bir söylem ortaya çıktı.  El Cezire Arap dünyasında görülmeyen eleştirel bir yaklaşım ortaya koydu. Bu  Arap dünyası için bir ilkti. El Cezire bu alternatif söylemiyle Arap halklarını doğrudan etkilemeye başladı. Bu bir ciddi sarsıntı yarattı ve Katar rejimine karşı  bir mesafe oluşurdu.
Üçüncüsü Müslüman Kardeşler. Hiç şiddete başvurmadan  sadece ortaya çıktıkları Mısır’da değil Kuzey Afrika ve Ortadoğu’de pek çok siyasi geleneği etkilediler, ilham kaynağı oldular bu siyasi meşruiyeti halka dayanmayan tüm rejimleri çok ciddi şekilde rahatsız etti.  Hamas  Gazze’de bir başka alternatifi ortaya koydu ve yıllardır Arap dünyasının çok önemsediği Arap İsrail çatışmasının çözümünde yeni bir ses ortaya konuldu. Biliyorsunuz Arap dünyası her zaman Filistin’in hamisi olarak kendisini gösterir ama iç bir zaman İsrail’in güvenliğin  sarsacak konularda bir adım atmaz.
“KATAR’A  BEDEL ÖDETMEK İSTİYORLAR”
Katar tarafından iki gruba özellikle Hamas ve Müslüman Kardeşler’e ev sahipliği yapılmış olması yine bahsettiğimiz o statükoya destekleyen tüm rejimlerin  sadece Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri değil ABD ve bilhassa İsrail’i çok ciddi bir şekilde rahatsız etti. Dolayısıyla mevcut jeopolitiğin korunması, yeni gelişmelerin durdurulması için Katar’a bir ders verilmesi gerekiyordu.  Katar’a şu anda yapılmak istenen aslında bir bedel ödetme girişimidir. Bu bedel ödetme girişimi sadece Katar’a değildir. Katar üzerinden benzer bir Ortadoğu coğrafyası görmek isteyen  bu tasarımı tahayyül eden tüm ülkelere yönelik  mesajdır.
-Türkiye mesaj verilen ülkelerden midir?
“KATAR ÜZERİNDEN TÜRKİYE’YE  MESAJ VERDİLER”
Türkiye’ye de doğrudan mesaj verilmiştir. Çünkü Türkiye Ortadoğu’daki statükonun değişmesinden yanadır. Siyasi meşruiyetin temel alınmasını istemektedir. Toplumsal taleplerin karşılanmasını desteklemektedir. Türkiye  Hamas’ın meşru bir aktör olarak kabul edilmesini Müslüman Kardeşler’in şiddete bulaşmadığı için mutlaka desteklenmesi gerektiğini ifade emiştir. Bütün bu bahsettiğimiz planlar programlar Ortadoğu coğrafyasında aslında taşların yeniden tanınması anlamına geliyor. Bu da Ortadoğu’daki bazı rejimlerin ve Ortadoğu’ya şekil veren güçlerin istemediği bir durum



-İç siyasetin tartışma konusu bu mesaj.  Aslında hedef  Türkiye söylemine tepki gösteren kesim var ve “bunu dillendirmeyin tarafsız kalın” diyorlar
“TÜRKİYE YENİ BİR ORTADOĞU İSTİYOR”
İç siyasette Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelerden tamamen izole olmasını isteyen bu konularla ilgili herhangi bir fikir beyan etmesini istemeyenlerin olduğu doğrudur. Yakın coğrafyamızdaki gelişmeler bizi doğrudan etkiliyor. Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelerden kendini izole etmesi dış politika açısından kabul edilebilir bir şey değil. Tam tersi muhalefetin ve diğer kesimlerin şunu söylemesi lazım.  Bölgede çok ciddi gelişmeler oluyor siz masada olmazsanız o masaya başkaları oturur ve Ortadoğu’nun geleceğini  başkaları şekillendirir. Muhalefet dış politika körlüğü yaşıyor. Türkiye bölgede  taraf tutmuyor. Türkiye’nin tercih ettiği bir görüş var. Bu görüş açık ve net bir şekilde Ortadoğu’nun dünyanın bir parçası olması  ve  barış ve güvenliğin tesis edilmesi refahtan herkesin pay alması ve çok daha önemlisi hem terörle mücadelede hem de siyasi meşruiyetin sağlanmasında yeni bir pencere açılmasını istiyor Türkiye. Yeni bir Ortadoğu kurulmasını istiyor.
-Türkiye laik demokratik bir ülke.  Türkiye’ye mesaj var dediniz ne yapabilirler? Katar’a yapılan Türkiye’ye yapılabilir mi?

“TÜRKİYE’NİN VİZYONU HEDEFLERİNDE!”
Katar’a yapılan Türkiye’ye yapılamaz. Ama Türkiye’yi izole etmek için uzun yıllardan beri zaten çalışmaları var. 2009 yılına kadar Türkiye’yi bir model ülke olarak konumlandıran bir  dünya vardı. Türkiye model ülke olarak görülüyordu. Ama 2009’dan sonra bir değişim söz konusu oldu. Bu değişimin nedenlerine baktığımız zaman şunu görüyoruz. Türkiye kendi özelliklerini dayattı, Türkiye bölge ile ilgili politikalarda şimdiye kadar kurulmuş müesses nizamdan farklı şeyler söyledi ve İsrail’i eleştirdi..Bunlardan sonra  Türkiye’yi otoriterleştiren,Sn.Erdoğan’ı tırnak içerisinde diktatörleştiren yayınlar yapılmaya başlandı. Gezi oldu,  darbe girişimi oldu, 7 Haziran sonrası hendekler kazıldı. Onlar Türkiye’ye yönelik operasyondu zaten.  Türkiye bunların hepsini atlattı. Burada Ortadoğu ile ilgili bir vizyon rekabeti var hangi vizyon Ortadoğu’da geleceği belirleyecek. Hangi aktörler  burada geleceği belirleyecek. Türkiye’nin tercih ettiği vizyona yönelik bir baltalama girişimidir bu.
-Suudi Arabistan ile Katar arasında  kalan bir Türkiye var. Suudiler bir karar ver derse ya da Katar taraf seç  derse o zaman ne yaparız?
İkili ilişkilerde ülkelerin her konuda anlaşması zorunludur diye bir kural yok. Bazı alanlarda çok iyi anlaşırsınız bazı alanlarda anlaşmayabilirsiniz. Suriye krizi meselesinde mesela biz diyelim ki bazı ülkelerle hiç anlaşamayabiliyoruz ama ekonomi ve turizm konusunda çok iyi anlaşabiliyoruz. Örnek Rusya. Bizim  Suudi Arabistan’la ilişkilerimizi Katar yüzünden koparmamız diye bir şey söz konusu olmayacağı gibi Suudi Arabistan ile ilişkilerimizi sürdürebilmek için Katar’daki ilişkileri tamamen ilgisiz kalmamız da söz konusu değil. Türkiye böyle bir denge içerisinde faaliyetlerini sürdürüyor
-Dengeleri açalım mı?
“BİR TERCİH SÖZ KONUSU DEĞİL”
Türkiye diplomasinin bütün kanallarının kullanılmasını istiyor. Bunun için de Sn.Cumhurbaşkanı  etkili liderlerin hepsiyle hemen hemen görüştü. Türkiye’nin Körfez ülkeleri içerisinde bir tercihte bulunması  söz konusu değil. Bu gelişmeleri Türkiye ya Katar’ı tercih edecek ya Suudi Arabistan’ı tercih edecek diye ortaya koymak rasyonel bir dış politika okuması değil. Dış politika siyah beyaz ak kara meselesi olarak görülemez.
-Katar’da askeri üssümüz vardı ancak TBMM’de  yeni bir tezkere ile Katar’a yine asker gönderilecek. Bunun zamanlamasını doğru bulmayan çevreler oldu. Siz  Katar’a askeri operasyon yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
“YENİ BİR ANLAŞMA DEĞİL”
Türkiye’nin Katar’la Güvenlik ve İşbirliği anlaşması 2001 yılında yapılmış anlaşmadır. Ak Parti’den önce .Bizden önceki hükümetler Katar’ın önemini kavramışlar buna binayen  Güvenlik ve İşbirliği anlaşması imzalanmış. Ancak bu anlaşmanın kapsamı biraz dar.  Meclis’ten geçen  anlaşma birisi Jandarmanın eğitimi ikincisi Türk kuvvetlerinin konuşlandırılması. Amaç açık ve net bir şekilde orada belirtiliyor. Bir bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanmasında Türkiye’nin katkılarını Katar’a iletmek iki terörle mücadele konusunda Katar ile ortak  hareket etmek. Benzer anlaşmalar çok farklı ülkelerle yapıldı sadece Katar ile yapılmış anlaşmalar değil. Bu şunu gösteriyor. Türkiye’nin sert gücü önemseniyor.



“TÜRKİYE  MARKA OLDU”
 Türkiye’nin askeri gücü, teknolojisi, asker sayısı ve şimdiye kadar terörle mücadele ve çeşitli operasyonlardaki gücü önemseniyor. Bu tecrübeyi farklı ülkeler kendi ülkelerinde görmek istiyorlar. Jandarmanın eğitimini istiyor mesela Katar ve bunun için de bütün  masrafları karşılıyor. Türkiye bu anlamda bir marka haline geliyor. Diğer taraftan Türk askerlerinin orada konuşlandırılması meselesi de  aynı şekilde iki ülke arasında daha önce yapılmış bir anlaşma bu yani Meclis’e gelmiş olması yeni olabilir ama anlaşma yeni değil.
-Bu tezkere abluka yapan ülkelere bir mesaj niteliği taşıyor mu? Ya da onlar ne mesajı aldılar?
“TÜRKİYE ZEKİ GÜCÜ DEVREYE SOKTU”
Katar’la Türkiye arasında önemli bir ilişki var. Katar’ın dış politika anlayışı Türkiye’nin dış politika anlayışıyla  örtüşüyor. Biz Katar’ın yanındayız. Katar’ın yanındayız demek diğer ülkelerle  bir çatışmaya girmek anlamına gelmez. Dış politika sadece ince güçle sadece yumuşak güçle yapılmaz. Sert gücünüz de önemli. Kast ettiğim şey askeri güç. Türkiye şunu yapmaya çalışıyor. Türkiye bu ikisini birleştirerek zeki güç dediğimiz gücü kullanmaya çalışıyor.
“ABD’NİN KATAR’DA 10 BİN ASKERİ VAR. SORUYOR MUSUNUZ?...”
 ABD’ye baktığımız zaman orada  10 bin tane askeri var. Katar’ın asker sayısı 11 bin. Peki şunu söyleyebiliyor muyuz?  ABD, Katar’ ı tercih ediyor  Suudi Arabistan’dan vazgeçiyor, diyemeyiz.
Türkiye’nin mesajı şu;  Ortadoğu’da kendi önceliklerimiz var. Bizim önceliklerimiz sadece Türkiye’nin çıkarları ile ilgili değil. Bölge halklarının çıkarlarıyla da ilgili bir durum. Bakın Sayın  Cumhurbaşkanımız büyükelçilere verilen iftar yemeğinde bir cümle kullandı. “Biz niçin Suriye’deyiz, Suriye halkı bizi çağırdı için oradayız” dedi. Bu çok önemlidir. 
-CHP lideri bir dizi öneriler sıraladı. “Katar İhvan’a desteğini kesmelidir, AK Parti Rabia işaretini yapmaktan vazgeçsin ve  Türkiye Suudi Arabistan Katar arasında tarafsızlığını korumalıdır” şeklinde
Türkiye bu konunun daha fazla büyümeden arada bir çatlak  olmadan bitirilmesini zaten söylüyor. Bu zaten tarafsızlığın işareti. İhvan’a desteğin verilmesi meselesine gelince Müslüman Kardeşler Arap dünyasında meşru  temeli olan şimdiye kadar hiç bir yerde şiddete teröre bulaşmamış olan ve hiç bir zaman zorla silahla dönüşüm ve değişim istemeyen çok geniş tabanlı bir sosyal ve dini hareket.
ABD resmi olarak  terör örgütü demiyor ama o yönde beyan bildiriyorlar
“CHP LİDERİ ŞUNU SÖYLEMELİYDİ”
Müslüman Kardeşler’e terör örgütü diyen sadece Mısır ve etkilediği bazı ülkeler. AB’nin NATO’nun BM Güvenlik Konseyinin hiç bir kararı yok. Müslüman Kardeşler meşru bir siyasi harekettir. Halkın desteğiyle iktidara gelmişlerdir  ve darbeyle götürülmüşlerdir. Bizim CHP Genel Başkanından aslında duymak istediğimiz şey şuydu. Demokrasiyi savunuyorsanız “Sisi darbe ile gelmiştir ve darbeyi Müslüman Kardeşler’e karşı yapmıştır dolayısıyla bu darbe kabul edilemez” demeleri gerekirdi. Ne yazık ki Suudi Arabistan ve Mısır’ın bugünkü rejimlerinin söylediğini aynı şekilde CHP tekrar ediyor. Bu CHP’nin açısından kabul edilemez bir durum. Normal şartlarda CHP’nin ne Suudi Arabistan ne de Mısır’daki mevcut rejimi desteklemesi söz konusu olmaması gerekirken sorgulanan rejimlerin peşinden gitmesi anlaşılabilir bir şey değil. Biz Müslüman Kardeşleri meşru bir siyasi hareket olarak görüyoruz muhatap da alıyoruz. Tıpkı Hamas gibi. Kırmızı çizgilerimiz bellidir. Toplumsal meşruiyetin kaynağı halktır. Kim  silahlı mücadeleye girer ellerine silah alır şiddete başvurursa Türkiye’nin bunlara destek vermesi diye bir şey söz konusu olamaz.
-Rabia işaretine gelelim
“CHP LİDERİ KENDİ TABANINDAN KOPUK”
Rabia işaretini biz çok önemsiyoruz. Rabia işaretini Ortadoğu’daki değişimin bir sembolü olarak görüyoruz. Ortadoğu’da insanlar  sokaklara çıktıklarında büyük bir dönüşümü talep ettikleri için oradalardı. Neyi talep ediyordu  insanlar? Biz demokratik bir dönüşüm istiyoruz diyorlardı. Rabia işareti bunu sembolize ediyor. CHP acaba bu değerlerle ne kadar yakın ne kadar uzak bunu CHP’nin sayın liderine sormak lazım.  Arap devrimlerinin arkasındaki felsefeyi kabul ediyorlar mı etmiyorlar mı? Destekliyorlar mı desteklemiyorlar mı? Ben Ortalama bir CHP’linin bu felsefeyi desteklediğini düşünüyorum. O anlamda da CHP liderinin kendi tabanından kopuk bir görüntü sergilediği kanaatindeyim.
  -Suriye’ye baktığımız zaman Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye politikalarında birleştikleri ya da ayrıştıkları yerler  nereleri?
“KATAR İRAN YANLISI DEĞİL”
Suudi Arabistan’ın temel önceliği İran’ın yayılmacılığını önlemeye çalışmak. Suudi Arabistan kendisine en büyük tehdit ve tehlikeyi İran olarak görüyor. Suudi Arabistan içerisinde ve körfez ülkelerinde ciddi bir Şii nüfus var. Suudi Arabistan  bunu kendisine çok büyük bir tehdit olarak görüyor. O nedenle zaten İsrail ile ortak bir tutumu var İran söz konusu olduğunda. ABD ile  özellikle Trump dönemiyle  ortak bir tutumu var. Türkiye ile çok ciddi bir şekilde farklılaşıyorlar. Türkiye Suriye’ye insani pencereden bakıyor.
Katar’ın az önce genel çerçevesini çizdiğimiz Ortadoğu vizyonu ile ilgili olarak  benimsediği bakış açısı Suudi Arabistan’ı çok ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Katar’ın tercihlerine baktığınızda İran yanlısı olarak konumlandırıldılar. Ama ben  Katar’ı İran yanlısı olarak görmüyorum.
-İran’da çok önemli noktalara terör saldırıları yapıldı. İran, Suudi Arabistan’a öcünü alacağız dedi. Bir savaşa doğru mu gidiyor bölge?
“YÜZ YILLIK KAYIP YAŞANIR”
Hepimizi kaygılandıran gelişmeler bunlar.  Sıcak savaş bitmeyecek bir savaştır. 1979’da İran devrimi olduğunda Irak ile yapılan sıcak çatışmalar neredeyse on yıl devam etti. Bunun sponsorluğunu büyük oranda Körfez ülkeleri üstlenmişti. Bunun bölgeye çok büyük maliyetinin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla sıcak bir savaşın taraflar açısından çok büyük bir riskler taşıdığını herkes görüyor. Her ne kadar Suudi Arabistan çok ciddi bir silah anlaşması yapmış olsa da bu silahları İran’a karşı kullanma konusunda  çok tedbirli olacağını düşünüyorum. Böyle bir risk alacağını düşünmüyorum. İran’da nükleer silahların geliştirilmiş olması ve İran’ın bunu kullanma konusunu da Irak savaşında gördük çok kendini sınırlamayacağın düşünebiliriz. Bu bölgede sıcak savaş demek önümüzdeki on yılların savaşla devam etmesi ve belki de Ortadoğu’nun önümüzdeki yüz yılının bir şekilde kaybolması demek.
Türkiye bundan nasıl etkilenir?
“İRAN’A İLK SALDIRI ÇOK DÜŞÜNDÜRÜCÜ”
Bir ülkede  çatışmalar olduğu zaman devletler kontrolünü kaybediyor ve devlet dışı aktörler ortaya çıkıyor. Şu anda Suriye’nin en büyük problemi devlet dışı aktörlerin kontrol edilememesi. YPG, PYD ve DEAŞ  gibi unsurlar söz konusu. Ortadoğu’daki sıcak çatışmalar iki ülke arasında kalmayacak. Artık ittifakların olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve bu ittifaklar mutlaka bu savaşın bir parçası haline gelebilirler ve savaştan etkilenecek olanlar da sadece Ortadoğu olmaz. Ben sıcak savaş olmayacağı kanaatindeyim. İran’ın hemen Türkiye’ye gelmesinin temel nedenlerinden bir tanesi budur.
Bu terör saldırıları ise  İran’ın biraz özeleştiri yapmasına neden olacak. Şimdiye kadar ilginç bir şekilde DAEŞ  hiç bir şekilde İran’a saldırmadı, ilk saldırısı oldu. Bu da aslında  çok düşündürücü. Bölgedeki terör örgütleri devlet dışı aktörler kimler tarafından kontrol ediliyor ve bunlar hangi amaçlarla bazı ülkeleri sınırlamak terbiye etmek kontrol etmek için kullanılıyor. Bu soruları sormak zorundayız. Türkiye’ye şunu söylediler dediler ki; Türkiye DEAŞ’i destekliyor. Türkiye’deki siyasi iktidarın meşruiyetini sorgulamak için bize bunu yaptılar. Türkiye’yi izole etmek için. Türkiye şunu söyledi. “Hayır biz DEAŞ’e karşı koalisyonun bir parçasıyız buyurun İncirlik’i kullanabilirsiniz hatta operasyonları beraber yapalım”. Bu defa ne oldu. DEAŞ bizim üzerimize saldırmaya başladı. Önümüzdeki dönemde de bu devlet dışı aktörlerin çok aktif olacağını  varsaymak mümkün.
“İDDİALI DIŞ POLİTİKA LAZIM”
Bakın Türkiye iddialı bir dış politika sürdürmek zorunda. O nedenle Türkiye’nin bazı ülkelerde asker konuşlandırması bazı ülkelerle savunma anlaşması yapması önemlidir ve bu daha da devam ettirilmelidir. Çünkü risk tehdit ve tehlike sınırınıza geldiği anda bunu önleme imkanınız zayıflıyor. Türkiye olarak savunma hattımızı Türkiye’nin dışında kurmalıyız.
-ABD’nin yaptığının benzeri yani
“SERT GÜÇ OLMADAN AYAKTA DURAMAYIZ”
Evet. Türkiye bir  beka mücadelesi veriyor. 15 Temmuz’da bunu gördük. Türkiye’ye yönelik tehditleri biliyoruz. Beka meselesiyle karşı karşıya olan bir ülkenin sert yüzünü mutlaka kullanması gerekiyor. Bu sert güç olmadan ayakta kalamazsınız. ABD’nin bugün kendi ülkesi dışında 150 binden fazla askeri var. ABD’nin yurt dışında bulundurduğu asker sayısı İngiltere ordusu kadardır. Fransız ordusu kadardır. Niçin bulunduruyor bunları işgal için kullanmıyor kendi güvenliğine kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit olduğunda onları  caydırıcı unsur olarak orada kullanıyor.
ABD Başkanını Arabistan  ziyareti, kılıç dansı ardından Katar’a yaptırım ardından  da Katar Emiri ile görüşmesi. Trump ne yapmaya çalışıyor?
“TRUMP BİR ŞEYİ HESAP ETMEDİ!”
 Trump’un dış politika tercihlerini okumak mümkün olmadı. Aldığı her karar üzerinde bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Netleşmiş politikası yok. Çünkü hala dış politika ekibini tamamlamış değil. Trump’ın dış politika tercihlerini de büyük oranda güvenlik bürokrasisi etkiliyor. Arabistan’da “Biz Katar’a  bir izolasyon girişiminde bulunacağız bu konuda ABD bizim yanımızda mıdır”  diye soruldu Trump da “evet yanınızdayız” dedi. Trump biliyorsunuz hemen arkasından üç tane de tweet attı bu işin arkasında kendisinin olduğunu  anlatan.
-Ama sonra birileri devreye mi girdi?
“KATAR’DAKİ ÜS ABD İÇİN HAYATİ ÖNEMDE”
Tabi. ABD rasyonel bir dış politika takip etmeye çalışıyor yani Katar’ın şu öneminin farkındalar. Katar küçük bir ülke ama Katar dünyanın  en zengin doğal gaz kaynaklarına sahip bir ülke.  Ortadoğu’da askeri operasyonlar söz konusu olduğunda ve  istihbarat operasyonları söz konusu olduğunda oradaki üs ABD için şu anda hayati bir önem taşıyor.
“TRUMP BU KRİZİ ÇÖZEN LİDERE DÖNÜŞECEK”
Trump bunu fark ettiği için bir arabulucu rol  üstleniyor. Trump burada krizi çözen  bir lider haline dönüşecek. ABD çok hızlı pozisyon değiştirebilen bir ülke.  Katar konusunda da Arabistan konusunda da çok hızlı değişebiliyor.


Europe's common fight against terrorism: Successes and failures’

Speech delivered at the Current Affairs Debate on Europe's common fight against terrorism: Successes and failures’ PACE General Assembly, 29 June 2017, Strasbourg

By Talip KÜÇÜKCAN, Head of Turkish Delegation to the PACE

Mr KÜÇÜKCAN (Turkey) – I thank the Presidential Committee and the Bureau for unanimously accepting our proposal to debate our common response to the global phenomenon of terrorism.
I begin by asking an existential question. Are we safe? Do we feel safe in our streets, schools and hospitals? Are we safe in concert halls, museums and train stations? As recent events and trends in Europe and elsewhere indicate, we are not safe. It is obvious that events and terrorist activities and attacks in London, Moscow, Berlin, Paris and Brussels, the capital of the European Union, show that we are not safe. We have to accept this reality and address the coming challenges, otherwise our future will be taken hostage by terrorist organisations.
This is a global threat. Terrorism recognises no borders, no ethnicity, no religion, no sectarian identity and no regional borders. A terrorist organisation will emerge in one particular area but it will hit many different places. The most recent examples are Daesh, the PKK and the PYD, which threaten our very existence. Terrorism is not just a threat to one country or region but to our common existence, our democratic institutions and our political life. Where there is terrorism and political instability, democratic institutions cannot function. Member States and members of the Assembly must have a comprehensive view and strategy to combat terrorism.
We must refrain from stigmatising one group of people, one ethnicity, one religion, one sectarian group, when we talk about terrorism. It is a global phenomenon and the victims of terrorism are of many nationalities, ethnicities and religious groups. We need to recognise that this is a global threat and, wherever terrorism occurs, we must have a common response. Your home town or country may not be hit by a terrorist organisation, but that does not mean you will be safe for the rest of your life.
          We come from a country that is fighting various terrorist organisations, so we can share some of our experiences. We must not only look at the end results; most of the time, we discuss the consequences of terrorism yet refrain from looking at the root causes. Unless we resolve those root causes, rather than looking at the victims and the consequences, we will not win the war against terrorism.
If we look at the root causes of the situation in Syria, for example, Daesh and other non-State actors use terrorism as a means to achieve their goals. There is no political stability in that country because a war is going on among various ethnic and sectarian groups, and terrorism has been instrumentalised. Unless we establish stability in the region – in Syria, Iraq, Libya and Yemen – we will not be able to win the war against terrorism. Those who live in Berlin, London, Moscow and Paris should recognise this.
Terrorism sees no borders. Terrorists travel freely. They can recruit people from your countries, and we have to do something about it. Many young people influenced by terrorist networks and organisations travel from one country to another. We have to set up a mechanism to confront this issue. We call on the members of the Council of Europe to recognise the shortcomings that we face.
We have seen several hash tags recently, such as #PrayforParis, #PrayforAnkara, #PrayforLondon and #PrayforNice. Regrettably, there have been failures in combating terrorism globally, otherwise terrorists could not hit the cities at the heart of our nations. We therefore feel that the international community should find a new agenda, new perception and new methods to continue fighting all terrorist organisations with determination. We should investigate the effectiveness of the measures that we have taken so far. In my view, despite the steps that we have taken, we face a number of problems in fighting terrorism.
First, Council of Europe member States should be actively involved in delivering what is stipulated in the Council of Europe additional protocol to the Convention on the Prevention of Terrorism, which addresses the phenomenon of terrorist fighters, through measures to prevent third-country citizens from travelling to Syria to join radical groups. All Council of Europe States should include suspected foreign terrorist fighters on their no-entry lists. Turkey has been doing so actively, and 52 000 names are on our list. Those people should not be allowed to travel. Where Daesh is concerned, Turkey has been doing its duty as well. We are in a volatile region, and as Syria’s neighbour, Turkey is one of the first targets of that terrorist organisation. It is time for us to recognise Turkey’s efforts to combat Daesh terrorism.
I remind you that social media are used actively to recruit young people, so we need to monitor them. People usually object to monitoring social media, in the name of freedom of expression and freedom of the media, but this is not correct. Our existential values are threatened, so we have to take important measures by looking at social media and the media at large. Sometimes we see that terrorists and terrorist ideas are glorified by people in the media, and we have to stop that.
I must address PKK terrorism. Turkey has been facing this terrorist organisation for the past 40 years, and many people have died. We need a common response, because the PKK is active in most of your countries in different ways. Sometimes it is as a civil society organisation or a media outlet, but we know and the United Nations has recognised that the PKK recruits people and raises funds in your countries that are then channelled to the PKK in our region. Let me tell you about the PKK’s latest victim, a female teacher aged 23, who was killed two weeks ago in the place where she was teaching music to Kurdish kids. We need to look at this and recognise that such organisations are now targeting their own people as well.
Finally, I warn all of you about an organisation that tried to overthrow the Turkish Government on 15 July last year, killing 252 people and injuring more than 2 000. Fethullah Gülen’s terrorist organisation sometimes appears to be a society for intercultural dialogue, but as we have seen in Turkey, it is a cult that is recruiting your young people. This is a friendly warning to all of you. We would like your co-operation with Turkey on a regional and a global level to combat terrorism. Of course, we are prepared to co-operate with you on all fronts. I thank you again for holding this debate.


Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...