Siayset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı 14 Haziran 2010 tarihinde Türk-Arap Forumu düzenlemiştir. Bu yazı Forum tartışmalarını özetlemektedir.
Forumun Amacı
Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra yapılan yeni dünya düzeni tartışmalarında ve uluslararası ilişkiler analizlerinde Ortadoğu bölgesinin geleceği en önemli konulardan biri olmuştur. Söz konusu tartışma ve analizlerde ABD, İsrail ve Arap dünyasının iç dinamikleri, Avrupa Birliği ve Rusya’nın bölgenin geleceğindeki rolleri tartışılırken nüfuz alanlarını genişleten bir aktör olarak Türkiye’nin bölgenin geleceğinde oynayabileceği rol üzerin de durulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle inişli çıkışlı biz zeminde ilerleyen Türk-Arap ilişkileri genelde Arap ülkeleri ve Türkiye arasında ulus devlet temelli bir rekabetle tanımlanmıştır. Ancak, böyle bir rekabetin varlığına karşın, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra yeniden tanımlandırılan karşılıklı ilişkiler ekonomik ve siyasi alanda gerçekleştirilen başarılı işbirlikleriyle beklenti ve tecrübelerin aksi yönünde şekillenmiştir. Yoğunlaşan ekonomik ilişkiler ağı Türkiye ve Arap ülkelerinin birbirlerine bakışını dönüştürerek siyasal ilişkilerin gelişmesi için uygun bir ortam hazırlamıştır. Bu yakınlaşma beraberinde zaten derin olan tarihi ve kültürel bağların yeniden ortaya çıkmasına ve güçlenmesine mahal vermiştir.
Türk-Arap ilişkilerinin seyri Ortadoğu’nun istikrar ve refahı için doğrudan sonuçlar doğuracak niteliktedir. Taraflar arasındaki işbirliği ve güven Ortadoğu’da yıllardır özlenen barış ve kalkınmayı getirebilecek potansiyel taşımaktadır. Çatışma ve rekabet ise Ortadoğu’yu gelecekte de uzun yıllar boyunca gerginlik, sürtüşme ve yoksulluk döngüsüne hapsedebilecek niteliktedir.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), Ortadoğu’da Türk-Arap ilişkilerindeki derinleşme ve istikrarın önemini uzun yıllardır çalışmalarıyla kamuoyuna sunmaya çalışmıştır. Bu amaçla Türkiye’de Arap imajını analiz eden araştırmalar yürütmüş , bölgedeki yakın gelişmeleri analiz eden raporlar yayınlamış,, Arap dünyasından akademisyen, gazeteci ve sivil toplum temsilcilerinin katılımı ile panel ve seminerler düzenlemiştir. SETA bu alandaki çalışma ve ürünleri ile Türk-Arap ilişkilerinin değerlendirilmesinde öncü araştırma enstitülerinden biri olmuştur. Türk-Arap ilişkilerinin bugün geldiği noktanın detaylı bir değerledirmesini yapmak amacıyla 14 Haziran 2010 tarihinde İstanbul’da ‘Türk-Arap Forumu: Uzun Süreli Durgunluktan 21. yy Başındaki Aktivizme’ temalı etkinliği düzenlemiştir. Bu yazı Türk-Arap Forumu’unda dile getirilen görüşleri ve önerileri özetlemektedir.
“Türk-Arap Forumu” Türk-Arap ilişkilerinin mevcut durumunu değerlendirmek, gelecek için yeni perspektifler sunmak, sorun ve fırsat alanlarını analiz edebilmek amacıyla üç ayrı oturumdan oluşmuştur. Forum, Türk-Arap ilişkilerinin güncel durumunu incelemek, Türkiye’nin son yıllarda Arap dünyasında yürüttüğü dış politika aktivizmini analiz etmek ve bu politikanın gelecekteki sürdürülebilirliliği üzerine projeksiyonlar üretmek olarak amacıyla düzenlenmiştir.
Forumda her bir oturumda dört konuşmacı toplam 15 dakikalık sunumlar yapmışlar, bunu takiben diğer katılımcılar tartışılan konulara ilişkin yorumlarını ve sorularını aktarmışlardır. Forumun sadece açılış bölümü basına ve izleyicilere açık olarak yapılmıştır. Oturumlar sırasında kapalı usul benimsenmiş ve ifade edilen görüşlerin kimlere ait olduğunun açıklanmamasına ilişkin gizlilik esası (Chatham House kuralı) kabul edilmiştir. Forum’a ilişkin bu rapor, SETA’nın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. Rapor, katılımcıların Forum’da ifade ettikleri bireysel görüşler ve oturumlar sırasında yapılan tartışmalar çerçevesinde kaleme alınmıştır.
Açılış Konuşmaları
14 Haziran 2010 tarihinde gerçekleştirilen Türk-Arap Forumu SETA Genel Koordinatörü Taha Özhan ve SETA Dış Politika Koordinatörü Talip Küçükcan’ın açılış konuşmaları ile başlamıştır. Forumun amacının Türk-Arap ilişkilerinin güncel durumunu incelemek, Türkiye’nin son yıllarda Arap dünyasında yürüttüğü dış politika aktivizmini analiz etmek ve bu politikanın gelecekteki sürdürülebilirliliği üzerine projeksiyonlar üretmek olarak açıklayan konuşmacılar Türk-Arap ilişkilerinin tarihi boyutuna vurgu yapmışlardır. Açılış programında ilk konuşmayı yapan SETA Genel Koordinatörü Taha Özhan Irak'ın işgaliyle başlayan sürecin bugün gelinen noktasında, İsrail'in Akdeniz'de yardım gemilerine saldırmasının dış politikada bir kırılma yaşanmasına neden olduğunu, bu kırılmanın zihinsel kırılmayı da beraberinde getirdiğini söylemiştir. Türkiye, Ürdün, Suriye ve Lübnan arasında imzalanan vizesiz serbest ticaret bölgesi anlaşmasıyla İsrail'in etrafındaki ülkelerin bir araya gelmesinin anlamlı olduğunu ve İsrail'in yalnızlaştığını dile getiren Özhan, Türkiye'nin artık İslam dünyasıyla ilgili olaylarda tavrını net olarak ortaya koyduğunu ve bu duruşundan geri adım atmayacağının hem halklar hem de ülkeler tarafından görüldüğünü kaydetmiştir. Özhan, İsrail'in bu barış havzasının bir parçası olması için fiziki olarak bu coğrafyanın bir parçası iken zihnen Washington'da olmaması gerektiğini, aksi takdirde bu barış havzasından yararlanamayacağını ifade etmiştir.
Açılış programının ikinci konuşmasını gerçekleştiren SETA Dış Politika Koordinatörü Talip Küçükcan ise Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerin çok köklü, tarihi, kültürel, coğrafi ve siyasi birlikteliği ifade ettiğini, bu nedenle Türkiye ile Arap dünyası arasındaki yakın işbirliğinin Türkiye'nin Batı’dan uzaklaştığı ve bir eksen kaymasının yaşandığı anlamına gelmediğini dile getirmiştir. Türkiye'nin yürüttüğü siyasetin son derece rasyonel bir seçime dayandığını, Soğuk Savaş’ın ardından uluslararası sistemde yaşanan köklü değişikliklerin etkisinin Türk dış politikasında da görüldüğünü kaydeden Küçükcan, uluslararası sistemin artık tek kutuplu yapıdan çok kutuplu bir yapıya evrildiğini ve yükselen aktörlerin yeni konumlarını netleştirmeye çalıştıkları bir küresel karmaşa ortamında Türkiye gibi ülkelerin bölgelerinin başat aktörleri olabileceğini ifade etmiştir. Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi yeni aktörlere vurgu yapan Küçükcan, yeni dünya düzeni kurulurken Türkiye’nin sadece Orta Doğu ve diğer Arap ülkeleriyle değil Rusya, Yunanistan, Afrika ve Latin Amerika açılımlarıyla da dış politikasının yeni projeksiyonlarını ortaya koyduğunu ifade etti. Ayrıca Türkiye'deki bu değişimin 2002–2010 yılları arasında başlamadığını; 1980 ortalarından itibaren Türk dış politikasında komşu ülkeler ve AB üyelik süreci başta olarak üzere açılımların başladığını belirtti.
Türk Dış Politikası ve Arap Dünyası
Arap dünyasına dair Türk dış politikasının nasıl bir çerçevede şekillendiğini ele alan ilk oturumda konuşmacılar, Türkiye’nin bölgeye yönelik pasif dış politikasının Soğuk Savaş sonrası ve özellikle de 11 Eylül saldırılarından sonra büyük ölçüde artan aktivizme dönüştüğünü ifade etmişlerdir. AK Parti iktidarı döneminde Türk dış politikasına yön veren karar alıcıların, Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü yeniden tanımlama süreçlerine ivme kazandırdığına değinilmiş; bu süreçten Türkiye’nin kendine çok daha güvenen, bölgede barış ve işbirliği eksenli politikalar izleyen ve yeri geldiğinde özellikle Gazze konusunda uluslararası güçlerin bölgeye bakışını eleştiren bir bölgesel aktör olarak çıktığı hususu özellikle vurgulanmıştır. Konuşmacılar, AK Parti iktidarının olaylara seyirci kalmak yerine olayları yönlendirici bir rol oynamayı seçtiğini belirmişlerdir. Türkiye’nin bölgeye yönelik gerek hükümet gerekse sivil toplum düzeyinde yürüttüğü bu yeni, proaktif ve barış isteyen politikaların Arap dünyasında pozitif etkilerine değinen konuşmacılar; iki tarafın da bölgeye yönelik amaç ve politikaların temelde örtüştüğünü ifade etmişlerdir.
Türk ve Arap halkları arasındaki tarihi, coğrafi ve kültürel bağların öneminin vurgulandığı bu oturumda, Türkiye’nin aslında bölgeye yeni yerleşmiş bir güç olmadığı aksine bölgenin en eski uygarlıklarından biri olduğu ifade edilmiş; son dönemdeki dış politika değişimi neticesinde de ‘Türkiye Araplara Araplar ise Türkiye’ye yüzünü dönmüştür’ ifadesi kullanılmıştır. Arap dünyasında Türkiye’nin rolüne kuşkuyla bakan kesimlerin Türkiye’nin iyi niyet gözeten politikalarının defalarca test edildiği durumlara bakması gerektiğini dile getiren konuşmacılar, bu kuşkuların halk katmanında yankı bulmadığını, aksine Türkiye’nin tavır ve politikalarıyla toplumsal tabanda büyük destek gördüğüne işaret etmişlerdir. Türkiye’nin politikalarının yalnızca çıkar eksenli olmaması ve aynı zamanda ahlaki ve etik temelli sürdürülmesinin de Türkiye’nin bölgede yükselen pozitif imajının önemli nedenlerinden biri olduğu belirtilmiştir.. Türk tarafının yürüttüğü olumlu politikaların Arap devletleri tarafından desteklenerek tamamlanması gerektiğinin vurgulandığı panelde özellikle Mısır ve İran’ın bu noktada önemine değinilmiştir. Türkiye, Mısır ve İran denklemini bir üçgene benzeten konuşmacılar bu güçlerin arasına zafiyet sokulması gayretlerine karşı uyarıda bulunmuşlardır. Türkiye’nin 1980’li yıllardan beri geçirmekte olduğu değişimin Türkiye’nin bugünkü gücüne ulaşmasında etkili olduğunun altı çizildikten sonra Mısır’ın da bir toparlanma sürecinde olduğu belirtilmiş; Türkiye’nin bu üçgende İran’la olan ilişkileri sebebiyle İran ve Arap dünyasının yakınlaşması noktasında kilit önemine vurgu yapılmıştır.
Türk-Arap dünyası arasındaki siyasi ilişkiler boyutundaki normalleşmenin ekonomik alana da yansıdığını belirten konuşmacılar iki taraf arasındaki ciddi ölçüde artan ticaret hacmine dikkat çekmişlerdir. Ekonomik ilişkilerin iki tarafı birbirine daha fazla bağladığı ve dolayısıyla gelecekte ortaya çıkabilecek olası anlaşmazlıkların önlenmesi için daha büyük bir azimle çaba sarf edilmesinin gerektiği vurgusu panelde ön plana çıkan diğer bir husustur. Bu çerçevede Türkiye’nin yakın bir zamanda Arap ülkeleriyle kurduğu yoğun ekonomik ilişkiler konuşmacılar tarafından dile olumlu olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Suriye ile bu dönemde imzalanan serbest ticaret anlaşmasıyla iki ülke arasındaki ticaret hacmi önemli ölçüde artmıştır. Aynı şekilde Türkiye-Irak ilişkilerinde 2008 yılında imzalanan ve Ortadoğu’nun gördüğü en kapsamlı strateji anlaşması ekonomik ilişkileri çok üst düzeye çekmiştir. Ekonomik bütünleşme konusunda bahse değer diğer gelişme ise Körfez ülkeleri ile Türkiye arasında gerçekleşen hızlı ekonomik bütünleşme çabasıdır. Yine paralel bir şekilde, Suudi Arabistan’la olan ticaret hacmi de çok büyük oranlarda büyüme göstererek geçtiğimiz yıllarda 5,5 milyar dolara kadar yükselmiştir. Türkiye ve Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin iyileştirilmesinin yalnızca ikili olarak ülkelerin gelişime katkıda bulunmayacağı, aynı zamanda bütün bölgenin istikrarı ve kalkınmasında kilit rol oynayacağı konuşmacılar tarafından sıklıkla öne sürülmüştür.
Kültürel ilişkilerde yaşanan gelişmelerin de değerlendirildiği toplantıda konuşmacılar gelişen siyasal ve ekonomik ilişkilerin bir yansıması ve destekleyicisi olarak kültürün alışverişin de vurgulanması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu anlamda Arap ülkelerinde Türkçe eğitime duyulan ilgi ve Türk kültür merkezi açılışlarına dikkat çekilmiş, Türk film ve TV dizilerinin yaygın etkisinden bahsedilmiştir. Yakın dönemde Sudan, Yemen ve Mısır’da açılan Türkçe eğitim veren okullar ile kısa süre önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla Mısır’da açılan Yunus Emre Kültür Merkezi’nin, Türkiye’nin yeni dış politikasında kültürel entegrasyona verilen önemin göstergesi olduğu vurgulanmıştır. Aynı zamanda benzer çabaların Arap ülkeleri tarafından Türkiye’de gerçekleşmesinin önemli olduğuna değinen konuşmacılar, Türkiye’nin de bu gibi çabalara destek olması gerektiği fikrinde birleşmişlerdir. Demokrasi ve İslamı aynı potada buluşturmayı başarmış bir ülke olarak Türkiye’nin, içinde bulunduğu bölgenin siyasi ve toplumsal uzlaşma arayışlarına sağlayabileceği katkıların geniş kapsamlı olabileceğine inandıklarını ifade eden konuşmacılar, Türkiye’nin bu katkıları somutlaştırması halinde bölgenin en önemli aktörü olma rolünü pekiştireceğini ifade etmişlerdir.
Son olarak, Türk-Arap dünyası arasında gözlenen yakınlaşmanın AK Parti iktidarı dönemi ile sınırlı olup olmayacağı, bunun genel bir dış politika tercihini yansıtıp yansıtmadığı ve gelecekte söz konusu ilişkilerin nasıl şekilleneceğine ilişkin soru ve görüşleri de dile getiren konuşmacılar, AK parti iktidarının şu anki olumlu atmosferin oluşumundaki rolünün yadsınamacayacağını belirtmişlerdir. Kendisinden önceki hükümetlere göre daha esnek ve geniş ölçekli dış politika izleyen AK parti iktidarının, Türkiye’nin Arap dünyasıyla olan yakınlaşma sürecinin başlıa itici gücü olduğu belirtilmiş ve bu sürecin bundan gelecekte de sürdürülmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Küresel Çerçevede Türk-Arap İlişkileri
Türk-Arap ilişkilerinin küresel bir çerçevede ele alınmaya çalışıldığı ikinci oturumda konuşmacılar ilişkileri şekillendiren küresel gelişmelere temas etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte, imparatorluk mirası üzerinde bölgede Türkiye dâhil birçok Arap devleti kurulmuş; ancak çağdaş devletin simgesi olarak kabul edilen ulus devlet yapılaşmasının bu bölgede bir anamoli yarattığı noktasına değinilmiştir. Soğuk Savaş yıllarında ise Ortadoğu bölgesinin iki kutuplu dünyanın yansıması olarak Amerikan ve Rus güçlerinin gölgesi altında şekillendiği ifade edilmiş, yaklaşık yüzyılı bulan bu ayrılığın Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından yaşanan gelişmelerle yerini yeni bir entegrasyon sürecine bıraktığı dile getirilmiştir. Bu yeni resimde genel Arap algısında bölgenin üç temel denge ayağından biri olan Mısır sahneden çekilmiş, İran tarihinde ilk kez bölgeye Şiilik nüfusuyla yayılabilmiş, Irak savaşı ve Irak’taki rejimin çöküşüyle birlikte Birinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemin alt sistemi olarak kurulmuş olan Sünni iktidar sistemi de çökmüştür.
Türkiye ekonomik olarak ciddi bir büyüme göstermiş ve dünyanın en büyük 16. ekonomisi olmuştur. Bu ekonomik büyümeye paralel olarak yeni pazar arayışına girmiş ve kendi kabuğundan çıkarak bölgeye yönelmiştir. Nitekim Türkiye’nin bölgeyle olan ilişkilerinde ekonomik etken belirleyici bir rol oynamaktadır; örneğin son olarak Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında serbest ticaret bölgesinin kurulması ve vizelerin kaldırılması anlaşması bunun tam bir yansımasıdır. Konuşmacılar, ekonomik gücünü tamamlayıcı siyasi bir güç sergilemeye çalışan Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinin ise güncel olaylar nedeniyle değil yapısal nedenlerden dolayı sarsıntı geçirdiğini belirtmişlerdir. Yapısal neden olarak ta yükselen bir Türkiye ile küreselleşmeye karşı bir ulus devleti temsil ettiği varsayılan İsrail’in bir arada duruş sergileyebilmelerinin mümkün olmadığı görüşü dile getirilmiştir.
Türk-Arap ilişkilerindeki yakınlaşma ve iki tarafın entegrasyonu sadece siyasi ve ekonomik alanlarda değil aynı zamanda kültürel ve günlük alanlarda da yankı bulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte kendini gösteren ve iki toplumun birbirine yakınlaşmasını zorlaştıran psikolojik bariyerler yakın bir geçmişe değin varlığını sürdürmekteydi. Karşılıklı bu güven bunalımı nedeniyle Arap dünyasında Osmanlı dönemi Arap tarihinin en kötü dönemi olarak ifade edilmiş, Türkiye’de ise ‘Araplar bizi sırtımızdan vurdu’ kalıp yargısı ön plana çıkarılmıştı. 1990’lı yıllardan itibaren Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte iki tarafın aydın çevrelerinde bu tanımlamaları yıkmak için ciddi bir çaba sarf edilmiş ve ilişkilere yeni bir boyut getirilmiştir. Özellikle 2004 yılı karşılıklı ilişkilerin en üst noktaya ulaştığı yıl olarak tarihe geçmiş, Osmanlı-Arap ilişkileri çeşitli konferans ve seminerlerde tekrar masaya yatırılmış, daha objektif bir tarihi değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu noktada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos çıkışının Türk-Arap ilişkilerinde ve Türkiye’nin bölgedeki gelişmelere ilgisi bakımından yeni bir dönüm noktasını ifade ettiği dile getirilmiştir.
Filistin sorununun çözümünün bölge barışı için olmazsa olmazı olarak nitelendiren konuşmacılar, Türkiye’nin bu husustaki çabalarının Arap dünyasında takdirle karşılandığını ifade etmişlerdir. İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırması ve dokuz Türk’ü öldürmesi tüm dünyaya İsrail’in bölgede barış istemediğinin göstergesi olduğu ifade edilmiş, bu saldırının bölgede Türk-Arap işbirliğini, İsrail’in artan şiddetine karşı vazgeçilmez kıldığı dile getirilmiştir. Bu noktada etnik, dini, mezhepsel farklılıkların geri plana itilmesi gerektiği ve Türkiye’nin öne çıkardığı ‘bölge insanı’ retoriğine Arap ülkelerinin sıkı bir şekilde sarılmasının önemi vurgulanımş ve Arap ülkelerinin de konuya dair kısa zamanda aktif bir siyaset geliştirmelerinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye’nin izlediği aktif Filistin siyasetinin hiçbir bölgesel güç tarafından dillendirilmediği gerçeği etrafında konuşan konuşmacılar Arap dünyasında bazı kesimlerce Türkiye’ye karşı duyulan kuşkulu yaklaşımın bölge barışına faydalı olmayacağını belirtmişlerdir.
Türk-Arap ilişkilerinin Geleceğine Dair Notlar
Türk-Arap yakınlaşmasının gelecekte sürdürülebilirliğinin analiz edildiği bu oturumda konuşmacılar umutlu olmakla birlikte daha temkinli bir yaklaşım sergilemişlerdir. Geçmişte de bugünküne benzer geçici duygusal coşkunlukların yaşandığını belirten konuşmacılar bu dönemler sonrasında hiçbir somut gelişmenin yaşanmamasının toplumlar nezdinde hayal kırıklıkları yarattığını belirterek, bu durumların tekrarının engellenmesi için ilkelere dayalı ileri görüşlü adımlar atılmasının ehemmiyetine değinmişlerdir.
Geleceğe dair politika geliştirebilmenin en önemli ayağı da Türk-Arap ilişkilerinde sıkıntı doğurabilecek hususların iyi tespit edilmesi ve bu tespit ışığında karşılıklı çabayla problemli alanları ortadan kaldırabilecek ortak politikalar geliştirmektir. İşte bu noktada akademik ve entelektüel çevrelere önemli görev düştüğünü belirten konuşmacılar iki toplumun karşılıklı imajlarını inceleyen ve ortak ılımlı politikaların bu imajları nasıl etkilediğini gözlemleyen periyodik çalışmaların son derece faydalı olacağını ifade etmişlerdir. SETA tarafından Türkiye’deki Arap imajını inceleyen araştırmanın sonuçları da konferansta katılımcılara sunulmuştur. Türkiye’deki Arap imajının bugünkü durumunu tarihsel bir çerçevede, Cumhuriyet ve sonrası dönemlerde ortaya konan söylem ve politikalar bağlamında ortaya koyan ve geniş kapsamlı bir alan araştırmasına dayalı çalışmayla bugün Türk halkının Araplar hakkında neler düşündüğünü gösteren SETA raporu katılımcılar arasında büyük bir ilgi uyandırmıştır. Genel olarak 1980’li yıllara kadar tarih kitaplarının Arap medeniyetine dair derinlemesine bir bilgi içermediğini, buna paralel olarak ise Arap dünyasının Türk medyasında genelde çatışma ya da Arap şeyhlerinin özel hayatı ile ilgili haberlerle özdeşleştirildiğinin altını çizen araştırma, tüm olumsuz haber ve yorumlara karşın Türk toplumunda Arap imajının beklenildiği kadar olumsuz olmadığını ortaya koymuştur. Diğer milletler ile karşılaştırıldığında Araplara ilişkin görüşlerin daha olumlu olduğu belirtilmiş, örneğin Amerikalılar ve Avrupalılar ile karşılaştırıldığında Türk halkının kendisini Araplara daha yakın hissettiği sonucuna ulaşılmıştır.
Sonuç
Türk-Arap Forumu, Ortadoğu bölgesinin istikrarı, güvenliği, ekonomik kalkınması ve geleceği için en önemli iki aktörün, Türkiye ve Arap dünyası aydınlarını bir araya getirmesi, Türk-Arap ilişkilerini tarihi bir perspektiften inceleyerek geleceğe dair projeksiyonlar üretmesi ve bunu son gelişmeler ışığında ele alması açısından son derece faydalı bir forum olmuştur. Forum boyunca Türkiye ve Arap dünyası arasındaki ilişkilerin küresel bir çerçevede geldiği son durum üzerinde durulmuş, olası sorunda ele alınmış, mevcut durumun geleceğe nasıl yansıyacağına dair görüş alış verişinde bulunulmuştur. Bunun yanı sıra farklı işbirliği alanlarına işaret edilmiş, özellikle aydınlar ve eğitim kurumları arasında bilgi ve görüş alışverişi ile ortak projelerin geliştirilmesi önerilmiş, olası işbirliklerinin halihazırda ilk sinyalleri görülen entegrasyon sürecini hızlandıracağı görüşü dile getirilmiştir. Forum, medyada uzun uzun tartışılan ve çoğunlukla siyasi elitin gözetiminde ele alınan ve şekillendirilen Türk-Arap ilişkilerini akademik eksende ele alması açısından da çok yararlı olmuştur.
Forumda başlıklar halinde ele alınan konulara ilişkin katılımcıların görüşlerini birbirleriyle paylaşmaları hedeflenmiştir. Bununla birlikte, üzerinde mutabakata varılan bir sonuç bildirgesinin yayınlanması, ilişkileri değerlendirme hedefi ile düzenlenen toplantının amaçları arasında yer almadığı için böyle bir bildirge yayınlanmamıştır. Türk-Arap Forumu, Arap ülkeleriyle Türkiye’nin ilişkilerini analiz etmek için ve Türkiye’nin bölgeye yönelik dış politikasında hangi noktada olduğunu görebilmek amacıyla düzenlenmiş olup, benzer toplantıların gelecek yıllarda da devamı için görüş birliğine varılmıştır.. Gelecek yıl düzenlenmesi planlanan Türk-Arap Forum’una ise bir Arap ülkesinin ev sahipliği yapması önerilmiştir.
http://setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=32185
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder