Statükonun ve
statükoculuğun hâkim olduğu Arap toplumlarında,
Arap Baharı sürecinin adeta domino etkisiyle bu kadar hızlı ilerlemesi nasıl
açıklanabilir?
Arap Dünyası’nda uzun yıllardan beri meşruiyet problemi vardı.
Bütün dünyada demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, sivil toplum gelişirken Arap Dünyası’nda
bunun benzerini görme imkanı olmadı. Ama özellikle küreselleşme, iletişim ve haberleşmedeki hızlı artış, dünyanın her yerinde
aslında bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdı. Bununla beraber
dünyadaki siyasi dengeler de değişmeye başladı. Arap toplumları
da bu bahsettiğimiz küreselleşmenin, bilgi ve iletişim teknolojisindeki
devrimlerin neticesinde, bazı siyasal kavramları ve bazı siyasal yapıları daha
yakından tanımaya başladılar. Demokrasi, sivil toplum, hukuk devleti,
meşruiyet, seçimle iş başına gelme, seçimle
gitme gibi konular çok rahat tartışılmayan konulardı ama
artık bugün gelinen noktada bu herkesin tartışmaya başladığı bir konu oldu.
Özellikle Arap Devrimlerinde genç jenerasyonların özel bir önemi vardır. Çünkü
sosyal medyayı, iletişim teknolojilerini çok iyi kullanmışlardır. Dolayısıyla bu
statükonun değişim arayışının temel
nedenlerinden bir tanesi budur. Yani artık Arap Dünyası’ndaki farklı
devletlerde yaşayan milletler, halklar, gruplar siyasal
katılımın ne olduğunu kendi geleceklerine kendilerinin karar
vermelerinin ne kadar önemli olduğunu gördüler yani artık meşru rejimler, meşruiyetini halktan
alan, seçimle gelip seçimle gidecek rejimler arayışı başladı. Bunda ekonominin
de çok önemli payı var. Arap Dünyasına gelişmişlik açısından baktığımızda dünyanın
gerisinde olan bir bölge. Bunların sorgulanmayışının bir nedeni de bu
idi. Bölgede çok ciddi bir eğitim problemi var. Mesela Mısır’da halkın %40’ı
hala okuma yazma bilmiyor. Ama artık tüm dünyada yeni bir döneme girildi.
Demokrasi arayışı, sivilleşme arayışı… Arap Dünyası’ndaki
gelişmeyi bu çerçevede okumak lazım ve artık Arap
Dünyası da bu bahsettiğimiz Batı dünyasından tamamen kopuk bir yer değil. Arap Dünya’sında
Pek çok entelektüelin de olduğunu söylemek lazım. Batı dünyasını da takip
ediyorlar. Hayat standartlarının ne kadar kötü olduğunu sorgulayıp ‘’niçin
biz kendi kaderimizi kendimiz tayin edemiyoruz, niçin biz ekonomik kaynaklardan
yeteri kadar gelir elde edemiyoruz.‘’ şeklinde tüm bu
konuları gündeme getirdiler ve tabi ki bu coğrafyada Türkiye gibi
ülkelerinde başarı öyküsü olması yeni arayışlar başlattı. Arap
Dünyası’ndaki statükoya belki karşı olmanın genel çerçevesini böyle açıklamak
mümkün olabilir.
Arap Baharına daha
spesifik olarak baktığımızda Mısırdaki iç dinamiklerin; Müslüman kardeşler, İslam Modernizmi olarak
da bilinen Cemaatü’lslamiyye’nin ve 6 Nisan hareketi gibi grupların Arap Baharı
bağlamında Mısırdaki rolü nasıl olmuştur?
Bu toplumsal hareketlerin sadece bir gruba indirgemek, bir
gruba bağlamak mümkün değil. Ama şöyle de bir durum var;
Mısır gibi kırk yıl Mübarek rejiminin olduğu bir ülke diyoruz…
Mübarek rejiminin olduğu dönemlerde siyasal olarak farklı bir noktada
duran ya da siyasal olarak halkın taleplerini gündeme getiren kaç örgüt ya da
kaç hareket var diye baktığımızda en önemli hareketin İhvan-ı Müslimin olduğunu görüyoruz.
1930’ların ortalarından itibaren çok örgütlü bir şekilde bir sivil
toplum hareketi olarak zaten her ülkede varlar. Zaman zaman siyasete atılmak
istemişler ama Mübarek rejimi tarafından yasaklanmışlar ve siyasete
atılamamışlar. Bu da o bahsettiğimiz meşruiyetle ilgili
problemlerden kaynaklamakta yani halkın içinden gelen bir hareket var ve halkın
içinden gelen bu harekete örgütlenmiş olmasına rağmen temsil gücüne
imkân verilmiyor. Müslüman Kardeşler hareketinin toplumun en kılcal damarlarına
kadar girdiğini biliyoruz. Bundan kastettiğimiz şey toplumsal
sorunlarla ilgilenen, insanı yardımlar yapan, eğitim kurumları hatta
hastaneler, yardımlaşma vakıfları açan bir kurum. Dolayısıyla zaten
toplumsal tabana yayılmıştı. Bu durumu bir parti kurarak, siyasete taşıdılar. Bu bakımdan
özellikle Mısırdaki devrimin gerçekleşmesinde çok önemli bir
payı olduğunu söyleyebiliriz. Halkın mobilize edilmesi
açısından bazı gençlik hareketlerinin Mısır’daki statükoya karşı olduğunu biliyoruz. Çok
farklı kesimler rol oynadılar ama tabi ki İhvan Hareketi sadece
Mısır’da değil bölgede pek çok ülkede ilham kaynağı olmuştur. Siyasal
mücadeleleri, siyasal muhalefeti geliştiren bir hareket. Son
yapılan seçimlerde Muhammed Mursi seçilmişti bu da İhvan Hareketi’nin ne
kadar güçlü bir toplumsal tabanı olduğunu gösteriyor. Yani
seçimlere girildiğinde de ilk parti olarak çıkabiliyor bu açıdan
bakıldığında Müslüman Kardeşleri ilk sıraya yazmak
mümkün. Özellikle gençlik hareketinde çünkü gençlerin olmadığı bir devrim dünyanın
hiçbir yerinde başarıya ulaşmıyor. Belki de
toplumun en dinamik, en mobilize kesimleri ve en fazla risk alan kesimleri
oldukları için. Çünkü kimisi öğrenci kimisi hayata yeni başlıyor, o anda
kaybedecekleri bir şey olmuyor. Ama diyelim ki bir meslek sahibi,
evli çocuk sahibi insanların bu tür hareketler içerisine girmesi biraz daha
mesafeli olabilir. Çünkü insanlar daha konforlu bir hayattan daha riskli bir
hayata geçmek istemeyebilir bu sebeplerle gençlik hareketinin çok önemli rolü
var. Özellikle sosyal medyayı kullananlar Mısır gibi baskı rejimlerinden böyle
hareketlerin çıkabileceğini tahmin etmiyordu. Ama bunu başardılar. Bunu Mısır
halkının başarısı olarak görmek lazım. Tabii bu başarı daha sonra
sürdürülebilir bir çerçeveye oturtulamadı bu da işin ayrı bir tarafı.
3 Temmuz 2013
tarihinde çeşitli siyasi ekonomik gerekçelerle Mısır’da bir
darbe gerçekleşti. Bu askeri yönetimin Mısır ekonomisi
üzerindeki etkisi nedir?
Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı seçildiğinde pek çok beklenti
vardı. Özellikle halk seçimle başa gelmiş birisi için 30-40
yıllık birikimleri bir anda ortadan kaldıracak, mucize yaratacak bir kişi bekledi. Hâlbuki
siyaset hayatında toplumsal hayatta ki değişimler böyle bir gecede
ya da bir yılda mucizevi bir şekilde olmuyor. Aslında Mısır’ın karşılaştığı ekonomik problemler,
siyasal yapısındaki sorunlar hukuki, anayasal sorunlar bunlar çok köklü sorunlardı.
Bu sorunların biranda çözülmesi zaten mümkün değildi. Mursi de
çözemezdi, bir başkası gelse o da çözemezdi yani ister İslamcı kanattan gelsin
ister liberal kanattan gelsin, 80 milyon nüfusu olan, eğitim düzeyi düşük, yoksulluğu ciddi bir şekilde yaygın olan bir
ülkede zaten hemen bir çözüm olmazdı. Ama Mursi’nin iktidara gelmesiyle beraber
bölgedeki bazı büyük değişimlerin olacağı ihtimali ortaya
çıktı. Nedir bu değişim; Mursi iktidara geldikten sonra bir
ideolojiyle iktidara geldi yani İhvan-ı Müslimin ideolojisiyle iktidara geldi. Bu
genelde dünyada İslamcı iktidar olarak kabul ediliyor ve İslami hareketler genel
olarak Batı dünyasında kabul gören hareketler değil. Bir başka örnek olarak
Hamas’ı gösterebiliriz. Hamas seçimle gelmişti ve meşruiyeti vardı ama onu
da kabul etmiyorlar. Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve Ak Parti geldi
ama bunu bile Batı’nın kabullenmesi çok uzun zaman aldı. Mursi’nin birtakım
söylemleri, acemice çıkardığı bazı yasal düzenlemeler hemen ‘’bakın Müslüman
ideolojiden gelen bir iktidar var ve bu iktidar otoriterleşmeye başladı. Yarın bir gün
ülkedeki liberaller, gayri Müslimlerin ve sekülerleri zor durumda bırakabilir’’
beklentisi ortaya çıktı. Bir taraftan ülkede hali hazırda çözülmesi gereken
ekonomik sorunlar vardı. Diğer bir tarafta da ülkedeki siyasal düzeni
bozabilecek bir risk ortaya çıktı. İsrail, ABD, Suudi
Arabistan gibi ülkelerin hoşuna gitmeyecek bir siyasal yapı ortaya çıktı.
Mursi’nin temsil ettiği siyasi hareket Ortadoğu’da eski kurulu
düzenin karşısında olan bir siyasi hareketti. Statükonun
devam etmesinden yana olanlar askeri desteklediler. Zaten asker Mısır’da
2011’den itibaren yani devrim olduktan sonra siyasal sahneden çekilmiş değildi. Mursi döneminde
de çok etkili bir pozisyondaydı. Ekonomik olarak bakıldığında Mısır
ekonomisinin %30-40‘ını oluşturabilecek büyüklükte bir yapıdan bahsediyoruz.
Ekonomi üzerinde çok ciddi etkileri var. Asker Türkiye gibi veya diğer Batılı ülkelerdeki
gibi maaşlı bir kesimden ibaret değildi. Asker ekonomi ve
iş dünyasının içinde olduğu için bu avantajları
kaybetmek istemiyordu. Askeri müdahalenin arkasında yatan en önemli sebeplerden
biri de bu ekonomik avantajı sağlama çabasıdır. Askeri oluşum devlete ve Mısır
Merkez Bankası’na borç verebilecek kadar güçlü. Bu açıdan bakıldığında Mısır’daki değişimi durdurmanın en
önemli enstrümanı olarak askerler ortaya çıkarıldı. Mısır’ın içerisinde de
gayri memnunlar vardı. Mısır’daki devrimin amacı sivil bir iktidar ve sivil bir
anayasaydı. Bugün gelinen noktaya baktığımızda Mısırda hiçbir
sorunun yine bir çözüme kavuşmadığını görüyoruz.
Müslüman Kardeşler’in terör örgütü
ilan edilmesi durumuna bölgesel ve yerel dengeler açısından baktığımızda bu durumu Mısır
geleceği açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Müslüman Kardeşler Mısır’da ortaya çıkmasına rağmen bölgede çok önemli
siyasi ‘’model bir hareket’’. Seçilen rejimler dikta rejimleri oldukları için
bunlara karşı siyasi söylem geliştiren en önemli
hareket. Ama bu hareket tarihsel olarak bakıldığında çok nadir çok
istisnai bazı olaylar dışında şiddete hiç başvurmamış. Yani hükümeti
devirmek, teröre müracaat etmek, silahlanmak şeklinde değil de aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlenmeyle
toplumsal ve siyasal değişme talebindedirler. Demokrasiye karşı değiller ama ideolojik olarak
bakıldığında diyorlar ki; toplumun büyük bir çoğunluğu Müslüman olduğu için İslam önemli bir
referans kaynağı olması lazım. Normal şartlarda böyle bakıldığında Müslüman Kardeşler dünyanın hiçbir
ülkesinde terör örgütü olarak kabul edilmiyor. Hiç bir ülkenin terör örgütü
listesinde yok. Ama bu coğrafya açısından baktığımızda; otoriter
rejimlerin değiştirilmesi, yeni bir siyasal model olarak ortaya
çıkmasından dolayı bir tehdit olarak görülüyor. Bu tehdit aslında daha çok
kimler açısından tehdit diye baktığımızda Suudi
Arabistan, Körfez ülkeleri ve Suriye gibi seçimle iş başına gelmeyip 30-40
yıldır ülkeyi yönetenler açısından çok ciddi bir tehdit. Mesela Mısır’da devrim
yaşanırken silahla yaşanmadı. İnsanlar sokaklara
döküldü, sivil bir hareket olarak devam etti. Şuanda 3 Temmuz askeri
darbesinden sonra Müslüman Kardeşler herhangi bir şekilde silaha müracaat
etmediler, silahlanmadılar, şiddete başvurmadılar. Bazı hal
ve hareketleri var ama orada hiçbir zaman polisle çatışıp, polise kurşun sıkma, güvenlik
güçleriyle çatışmak şeklinde olmadı. Bu
hareketi, Sisi’nin ya da Mısır mevcut rejiminin ‘’sandıkta gömmesi’’ mümkün
görünmüyor. O zaman ne yapmak lazım askeri darbeciler açısından baktığınızda, bu muhalefeti
ortadan kaldırmanın bir yolu var o da onları itibarsızlaştırmak. Yani onları ‘’şeytanlaştırmak’’. Bütün
dünyada, bir siyasi harekete şiddet hareketi dediğiniz zaman onları çok
ciddi bir biçimde itibarsızlaştırmanız ve yalnızlaştırmanız mümkün. Eğer Mısır’da Müslüman
Kardeşler bu şekilde yalnızlaştırılırsa siyasal
alanın dışına itilirse ve diğer ülkelerde bunu
takip ederse Müslüman Kardeşlerin etkili olduğu; Libya, Suriye ve
Tunus gibi ülkelerde Arap uyanışının çok ciddi bir darbe alacağını varsayabiliriz.
Buna seçimlerin
öncesinde planlanan bir ‘’seçim taktiği’’ de diyebilir
miyiz?
Tabii. Bir grubu siz etiketlerseniz ve resmi olarak öyle
tanımlarsanız, onların seçime girmesini de engellemiş olursunuz. O zaman
onların seçmen tabanı paramparça olur. Normalde Ocak’ın ortasında referandum
var. Tabi ki herkes referanduma bireysel olarak giriyor. Ama parlamento
seçimlerinde ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde partiler aday gösteriyor eğer o seçimlerde
liderler ve ileri gelenler tutuklanırsa, ideologlar tutuklanırsa en azından
önümüzdeki seçimlerde çok ciddi bir şekilde darbe vurulmuş olur. Tekrar geriye
dönüş başlamış olur.
Mısırda ki tabanı en geniş hareket İhvan-ı Müslimin
hareketi. Bu hareketi o coğrafyadan çıkardığınız takdirde çok
ciddi bir boşluk doğuyor ve bu boşluk Sisi ve askerlerin
işine yarıyor. Kısaca şuanda böyle bir
siyaset tasarımı olduğu söylenebilir.
Ortak tarihi bağları olan iki ülke: Türkiye ve Mısır. Mursi’nin
yönetimden indirilmesi bunun sonucunda Türkiye’nin uluslararası camiada
üstlendiği rol ve son olarak Türkiye’nin Mısır
büyükelçisinin ‘’istenmeyen adam’’ ilan edilmesi. Bu bağlamda Türkiye-Mısır
ilişkilerinin geleceği hakkında neler
söylenebilir?
Türkiye ve Mısır ilişkileri şuanda kritik bir
noktada. Türkiye kendi içerisinde çok ciddi bir değişim yaşadığı için bölgedeki
halkların değişim talebine hep sıcak baktı. Ama bu talepleri
Türkiye ortaya koymadı. Libya’da başladı, Tunus’ta devam
etti ardından Suriye’ye sıçradı ve son olarak Mısır’da devam etti. Türkiye
buradaki halk hareketlerini başlatan ya da sokaktaki isyanları başlatan ülke değil. Ama bu isyanlar başladığında talepler
demokratik olduğu için Türkiye bu demokratik talepleri her zaman
destekledi. İktidarın yanında yer almakla sokaktaki insanlar
arasında yer almak tercihiyle karşı karşıya kalma durumunda
Türkiye sokaktaki insanları tercih etti. Dikta rejimlerini tercih etmedi ama
bunun yaparken de aslında bir müzakere içindeydi. Mesela Suriye krizinde, sokak
gösterileri başladığında, Türkiye sık sık
Esed ile görüşmeyi tercih etti, onu ikna etmeye çalıştı ama bunda başarısız olunca artık
siyasal bir pozisyon aldı. Baştan itibaren Türkiye Arap devrimlerinde hep
halkın yanında yer aldı. Mısır’da da öyle oldu. Mısır’da darbe yapıldığında pek çok ülke bu
darbeye sesini çıkarmadı ve kabul etti. Türkiye kendi tecrübesinden dolayı,
darbeler yaşamış bir ülke olduğu için ülkedeki
siyasal iktidara biraz daha sert bir çıkış yaptı. Oradaki darbe
rejimini çok ciddi bir şekilde eleştirdi. Bütün İslam Dünya’sında eleştiren tek ülke Türkiye
oldu. Bu eleştiriler onların hoşuna gitmediği için ilişkiler kopma noktasına
geldi. Türkiye burada daha etik bir tavır üzerinden bir dış politika inşa etti. Tabiri caizse
‘’Mısırda değişim talep eden halkı satmadı.’’ Tabi bununda bir
faturası vardı o da Türkiye’nin büyükelçisinin istenmeyen adam ilan
edilmesiydi. Türkiye kendi içinde darbe vesayetiyle mücadele ederken, Mısır’da
buna göz yumması mümkün değildi. Ama tabi şunu söylemek lazım;
hiçbir ülke ebediyen dost olmaz, hiçbir ülke ebediyen düşman olmaz. Türkiye
Mısır ilişkileri senin de söylediğin gibi çok köklü ilişkiler. Tarihi olarak,
siyasi olarak, dini, kültürel olarak yakınlıkları olan bir ülke ve bu ilişkilerin zaman içinde
düzelmesi lazım. Ama bu düzelirken bölgede çok ciddi siyasi tasarımlar var. Bir
taraftan sömürü ülkelerinin burada kurduğu bir düzen var birde
bu düzenin değişmesini isteyen halk yığınları var. Türkiye bu
düzenin değişmesinden yana çünkü bu düzen değiştiği zaman Türkiye’ye
yeni bir kapı açılıyor ve etki alanı artıyor. Tabi ki bu zor bir süreç hiçbir
değişim kısa bir sürede yaşanmıyor. Türkiye’nin
bu bölgede etki alanını genişletmesi demek, bu etki alanına karşı olan ülkelerinde
hemen devreye girip bu etki alanını sınırlandırmaya çalışması demek. Mısır
onlardan bir tanesi oldu, Suriye onlardan bir başkası ama bunlar
olacaktır. Türkiye büyümek istediği sürece birileri size dur diyecektir. Türkiye’de
buna hazır olmak zorunda ve yeni enstrümanlarla, yeni yöntemlerle ve yeni bir
dış politika diliyle bu durumu yönetmek durumundadır.
Bu yazı Türkiye Uluslararası İlişkiler
Çalışmalar Derneği’nden Deniz Akçın tarafından yazarımızla yapılan röportajın
dökümüdür.