Avrupa’da Antisemitizm ve Türkiye’de Yahudiler
Avrupa’da yükselen ırkçılık ve ayrımcılığın en büyük hedeflerinden biri Yahudiler olmuştur. Bunun en trajik örneği İkinci Dünya savaşı sıralarında görülmüştür. Yakın tarihin bize bıraktığı kayıtlara göre altı milyon Yahudi, Hitler’in önderliğinde Naziler tarafından öldürülmüştür. Düşmanla savaşarak ölmenin onurundan bile mahrum bırakılan bu insanların büyük çoğunluğu gaz odalarında yakılarak hunharca yok edilmiş veya toplama kamplarında telef edilmiştir. Hitler, Avrupa’yı Yahudilerden “temizleme” kararlığı içinde olduğu için sadece Yahudilerden “arınmış” bir Almanya kurmaya çalışmakla yetinememiş işgal ettiği diğer ülkelerde de Yahudileri toplama kamplarına göndermiştir. Modern dönemlerde yakın tarihin kaydettiği en büyük soykırıma Yahudiler maruz kalmıştır.
Almanya ve Avrupa’da soykırıma uğrayan Yahudiler yüzlerce yıl önce katledilmedi. Bu büyük trajedi Avrupa’daki aydınlanma, reform, rönesans, demokrasi ve çoğulculuk tecrübesinden önce de yaşanmadı. Bütün bu süreçleri yaşadıktan yani modernleştikten sonra Avrupa, kendi içinden bir soykırım ruhu ve ordusu üretti. Modern Batı uygarlığının en ciddi kırılması olarak tanımlanabilecek Yahudi soykırımı, bundan sadece altmış-yetmiş yıl önce yaşandı. Yani artık Avrupa modernleşti, demokratik ulus devlet kuruldu, çoğulcu ve katılımcı toplumsal yapılar oluştu derken ve artık ciddi kriz beklentilerinin olmadığı bir zaman diliminde gerçekleşti soykırım. Batı uygarlığı kendi içinde büyüyen sessiz canavarın farkına varamadığı gibi, dehşet manzaraları ortaya çıktıkça bunları engelleme gücünü de kendisinde hissetmedi. Bugün Yahudilerin kolektif hafızalarında altı milyon kişinin yok oluşu hala canlılığını korumaktadır.
Yahudiler bu trajediden sonra dünyanın birçok yerine dağıldı. Bir kısmı da 1948 yılında kurulan İsrail’e gitti. Hayata tutunma isteği, kendini savunmak için güçlü kaleler kurma istekleri yanında kurban olma psikolojisinin de tetiklediği motivasyon ile Yahudiler girdikleri her işte başarılı oldu. Özellikle bankacılık, finans, medya ve eğitim alanlarında ciddi birikimlere ulaştılar. Ayrıca yaşadıkları ülkelerin siyasal hayatına katılmayı da ihmal etmediler. Bugün hem ABD hem de Avrupa’daki siyasal oluşumların sağ, sol ve liberal kanatlarında çok sayıda Yahudi politikacıyı görmek mümkündür. Bu nedenle her iktidar döneminde Yahudilerin en üst düzeyde siyasal temsile ulaştığı gözleniyor. Belirli bir etki gücüne ulaştıktan sonra Yahudi örgütleri ve baskı grupları soykırımının (Holokost) hafife alınması, inkar edilmesi ve övülmesinin yasa dışı ilan edilmesi için kampanyalar başlattı. ABD de dahil Avrupa devletlerinin birçoğu biraz da suçluluk duygusu ile bu kampanyalara siyasi destek vererek sorunu hukuki bir zemine taşıdı, yani soykırım inkarı suç sayıldı. Ama bütün bu yasal önlemlere rağmen Avrupa’da antisemitizmin kökü bir türlü kazınamadı. Örneğin European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia tarafından yayınlanan raporlar da Avrupa’da hala antisemitizm olduğunu ve zaman zaman bunun yükseldiğini doğruluyor.
Antisemitist eğilimler, olası Holokost inkarcılığı ve övgüsüne karşı bir uyarı olarak kabul edilen Britanyalı tarihçi David Irving’in geçtiğimiz günlerde üç yıl hapis cezasına çarptırılması düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmalarını yeniden başlattı. Irving, 1989 yılında Avusturya’da yaptığı bir konuşma ve röportajında, Holokost'u reddederken, Auschwitz'deki gaz odalarını 'masal' diye nitelendirmişti. Bazıları Irving’in ifade özgürlüğünü kullandığını dolayısıyla mahkum edilmesinin yanlış olduğunu savunuyor. Diğer taraftan bazıları ise Yahudileri aşağılama anlamına gelecek Holokost inkarı veya övgüsünün ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilemeyeceği görüşünü savunuyor. Bu görüşte olanların çoğunun önce Danimarka ve daha sonra bazı Avrupa ülkelerinde yayınlanan ve Müslümanların geniş tepkisine yol açan karikatürlerin ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınmasına karşı çıkmamalarının bir çelişki oluşturduğu da söyleniyor.
Her halükarda altı milyon Yahudinin katledilişini inkar etmek ve bu büyük trajediyi hafife almak ne ifade özgürlüğü çerçevesinde meşru görülebilir ne de insanlık haysiyetine yakışır. Bu tür yaklaşımlara hukuki enstrümanlar sessiz kalsa bile insani ve ahlaki duyarlılıklar sessiz kalamaz. Holokost’u hafife almak Yahudi dünyasını hafife almak ve hatıralarına saygısızlık demektir. Bu nedenle Danimarka’daki karikatür krizi üzerinden İran’daki bazı gazetelerin Holokost’u hafife alan karikatür yayınlama tehdidinde bulunması ne İslami ne de insanidir. Bir topluluğun acısıyla alay ederek karikatürlere misilleme yapmanın hiçbir mantığı yok.
Avrupa’da sadece antisemitizm yok. Son yıllarda İslam fobisi de gittikçe yükseliyor. Avrupa’nın "ötekisi" bir zamanlar Yahudilerse eğer şimdi “öteki” olarak görülenler Müslümanlar olmuştur. Korku, kuşku ve tehdit algısı Müslüman aleyhtarlığı olarak toplumsal tepkiye dönüşüyor. Avrupa “öteki”lerle birlikte yaşama konusunda derin bir tarihsel deneyime de sahip değil. Bu konuda Osmanlı geleneğini tevarüs eden Türkiye, Avrupa için önemli bir örnek olarak öne çıkıyor. Yahudiler hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde toplumun önemli bir unsuru ve ayrılmaz bir parçası olarak Türklerle/Müslümanlarla birlikte yaşadı ve yaşıyor. Osmanlı devletinin din ve inanç alanında sağladığı özgürlükler İspanya’dan göçe zorlanan çok sayıda Yahudinin Osmanlı topraklarına gelmesine neden olmuştu. Modern Türkiye döneminde ise Nazi baskısından kaçan çok sayıda Yahudi, Türkiye sınırları içinde yaşam güvencesi bulmuştur. İşte Avrupa ile Türkiye arasındaki fark burada yatıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş ile birlikte Yahudiler de herkesle eşit anayasal haklara sahip Türk vatandaşları olarak kabul edildi.
Henüz demokrasi, çoğulculuk ve din / inanç özgürlükleri gibi kavramlarının tartışılmadığı dönemlerde Osmanlı devletinde farklı inanç gurupları ve din mensuplarının farklılıklarına karşın ortak yaşam sürdürdüğünü biliyoruz. Demokrasinin bugünkü gelişmiş haliyle sağladığı eşitlikçi ölçüde olmamakla birlikte o günün koşullarında İslam dini dışındaki dini gelenekler için şaşırtıcı derece anlamlı özgürlükler alanı tesis edilmiştir. İmparatorluk egemenliği altında bulunan inanç grupları din değiştirmeye zorlanmamış, varlıkları ve meşruiyetleri kabul edilmiş, Yunan Ortodoks Kilisesi, Ermeni Kilisesi ve Yahudi dini mensupları birer “millet” olarak tanınmışlardı. Osmanlı’da toplum, inanç temeline dayalı olarak “millet sistemi” ile idare edilmiş, dolayısıyla belli bir ırkı, bölgeyi ya da dili esas alan herhangi bir ayrıştırmaya gidilmemişti. Osmanlı devletinin din / inanç alanında sağladığı özgürlükler İspanya’dan göçe zorlanan çok sayıda Yahudinin Osmanlı topraklarına gelmesine neden olmuştu.
Modern Türkiye döneminde ise Nazi baskısından kaçan çok sayıda Yahudi Türkiye sınırları içinde yaşam güvencesi bulmuştur. İşte Avrupa ile Türkiye arasındaki fark burada yatmaktadır. Türkiye modern sosyolojik tabirle “öteki” olarak kavramsallaştırılan farklı din ve kültür mensuplarının birlikte yaşadığı bir geleneği tevarüs edip yaşatan bir ülkedir. Avrupa’nın “öteki” ile birlikte yaşama deneyimi ise çok daha yeni. İşte bu nedenle Avrupa’da ne antisemitizmin kökenleri kurutulabiliyor ne de yükselen İslam fobisinin önüne geçilebiliyor. Bütün bu gelişmeler artık çatışma çözümleme arayışlarını gerektiriyor. Günümüzdeki toplum yapıları, gruplar arası ilişki biçimleri ve sürtüşme nedenleri bağlamında gerek İslam dünyasında, gerekse Batı toplumlarında inanç farklıklarından doğan sürtüşme ve gerilimlerin önlenmesinde Türkiye tecrübesinin çok önemli katkılar yapabilecek bir derinlik ve birikime sahip olduğu söylenebilir.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder