Nikolas Sarkozy, cumhurbaşkanlığı adaylığı açıklandıktan sonraki ilk demecinde “Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde yeri yoktur” diyerek son yıllarda yükselen kültürcü söylemi ne kadar içselleştirdiğini bir kez daha göstermiş oldu. Avrupa’da, Türkiye’nin üyeliğine kuşku ile bakanlar veya tamamen karşı çıkanların öne sürdüğü itiraz nedenlerine bakıldığında karşımıza bazı korkular, önyargılar ve tehdit algılarının çıktığını görüyoruz. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı kamuoyu oluşturmaya çalışanların her platformda dile getirdiği noktalar arasında Türkiye'nin nüfus büyüklüğü, hızlı nüfus artışı, genç nüfusun oransal yüksekliği, işsizlik, geleneksel ve kültürel kimlik farklılıkları ve Müslümanlık faktörü, Türkiye’nin Batı uygarlığının bir üyesi olmadığı ve karar alma mekanizmalarında sivil olmayan çevrelerin etkinlikleri gibi konuları saymak mümkün. Özellikle Fransa ve Hollanda AB Anayasası’na hayır dedikten sonra Türkiye aleyhtarı olanların sesi daha da yükseldi.
Kültürcü yaklaşımın popüler anlamda da etkili olduğuna ilişkin bazı bulgular var. Hatırlanacağı üzere IPSOS araştırma şirketi tarafından Le Figaro gazetesi için yapılan bir kamuoyu araştırmasında Fransız halkının yüzde 56’sı bir İslam ülkesi olarak gördükleri Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine karşı olduklarını belirtmişti. Türkiye’nin üyeliğine hayır diyenlerin yüzde 40’ı Türkiye’den bir göç dalgası geleceğini, bunun da istihdam olanaklarını olumsuz etkileyeceği kaygısını taşıdıklarını belirtirken yüzde 26’sı Türkiye’nin bir Asya ülkesi olduğunu ve yüzde 25’i de halkının Müslüman olduğunu belirtmişti. Yaklaşık yüzde 30’luk bir kesim ise dini ve kültürel nedenlerden dolayı Türkiye’nin “asla” üye olmaması görüşünde olduklarını ifade etmiştir. Fransa Başbakan’ı Jean-Pierre Raffarin Türkiye’nin kültürel kimliğine karşı açık bir duruş sergilemiş ve “İslam ırmağının laikliğin nehir yatağına akmasını mı istiyoruz?” sorusuyla din farkından dolayı Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu ima etmişti. Diğer yandan AB'nin Hollandalı müzakerecisi Fritez Bulkashtian 'AB'nin Türkiye'nin katılımına izin vermesinin, Avrupa'nın Viyana Savaşı'na boşuna girdiği anlamına geleceği' yollu benzer bir açıklamada bulunmuştur. Öyle görünüyor ki Katolikliğin dogmalarına karşı verilen rasyonel mücadele unutulmuş, din ve kültür merkezli kültürcü söylem tekrar yeşermiş Avrupa’da.
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı duruşun temel nedenleri arasında Türkiye ile ilgili bilinmezlerin de rol oynadığını belirtmek gerek. Türkiye’nin belki ekonomik yapısı ve siyasi dengeleri gibi konular biliniyor. Ne var ki Türkiye’de din, Avrupalıların yeterince bilmediği hatta birçok yönden kalıp yargılara neden olan bilinmezlerin başında geliyor. İşte bu nedenle Kopenhag Üniversitesi ve Danimarka Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü Türkiye-AB ilişkilerinin din boyutunu tartışmak üzere uluslar arası bir konferans düzenledi. “Turkey in Europe:Role of Religion in the current debate. Should Turkey become a member of EU?” (Avrupa’daki Türkiye: Güncel tartışmalarda dinin rolü. Türkiye AB üyesi olmalı mıdır?) başlıklı konferansın odağındaki konu “din” idi. Yani Türkiye-AB ilişkilerinde dinin rolü nedir? Türkiye nereye aittir? Avrupa’ya mı yoksa başka bir uygarlık alanına mı? Müslüman bir nüfusa sahip olan Türkiye AB’ye üye olmalı mıdır? Konuşmacılar işte bu çerçevedeki sorulara cevap vermeye çalıştı.
Konferans sırasında Türkiye nereye ait sorusu, yani kimlikle ilgili tartışmalar ister istemez Avrupa kimliğinin de tartışılmasına neden oldu. Mesela Avrupa nerde başlar nerde biter, Avrupa değerleri nelerdir, Avrupa’yı farklı kılan özellikler hangi alanlarda görülmektedir gibi sorular da tartışıldı. Bu tartışmalar sonunda görüldü ki kültürel anlamda içeriği ve sınırları belirgin hatlarla çizilmiş bir Avrupa yok Aynı pencereden bakıldığında İslam dünyasının da tek olmadığı, kendi içinde çeşitlilik barındırdığı ve işte Türkiye’nin de bu çeşitliğe bir katkı olduğu anlaşıldı. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından itibaren modernleşme projelerinin başladığı, bu nedenle de imparatorluk mirasını devir alan Türkiye’nin aslında Avrupa’ya çok yakın olduğu ve onun bir parçası olması gerektiği üzerinde duruldu.
“Avrupa’daki Türkiye” konulu konferansın en çarpıcı konuşmalarından birini Almanya Trier Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gerhard Robbers yaptı. Robbers, tam üyelik durumunda Avrupa Birliği ve Türkiye’nin birbirinden çok şey öğreneceğini ve Türkiye’nin Avrupa kültürünü zenginleştireceğini belirttiği konuşmasında yapay korkulara kapılmamak gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Robbers büyük ilgi çeken konuşmasında Avrupa’daki mevcut din-devlet ilişkisi ve laiklik modelleri üzerinde durarak Türkiye’nin tam üyeliğe kabulü durumunda AB kimliğine yeni bir kültürel ve dini kimlik daha katılacağını, ayrıca Avrupa’daki mevcut din-devlet ilişkileri modellerine yeni bir modelin daha ekleneceğini söyledi. Robbers, Türkiye’nin sahip olduğu birikim ve Türk halkının benimsediği İslam kültürü ile Avrupa’ya farklı bir geleneği de taşıyacağını ve böylece AB’nin dini demografisini değiştireceğini açıkladı. AB’ye üyeliğin Türkiye için de kazanımlar getireceğini belirten Robbers, zaten Almanya başta olmak üzere yaklaşık dört milyon Türkün Avrupa’da yaşadığını ve bunların artık toplumun bir parçası olduğunun kabul edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Robbers artık Avrupalıların kendi içindeki Türkleri kültürleri ile kabul etmek zorunda olduklarını çünkü bu insanların yaşadıkları ülkelere yerleştiklerini ve artan oranda vatandaş olduklarını anlattı ve bu noktada yapılması gereken şeyin ülkelerin kendi vatandaşlarını farklılıkları ile beraber kucaklamak olduğunu söyledi.
Türklerin Avrupa ülkelerinde zaten Avrupalılarla uzun yıllardır komşu olduklarını bu nedenle Türkiye’nin üyeliğinin AB için bir test olduğunu ifade eden Prof. Dr. Lykke Friis ise artık Türkiye’yi Avrupa’nın “ötekisi” olarak görmekten vazgeçmek gerektiğini söyledi. Konferansta konuşan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Kirişçi ise sunduğu bildiride mevcut hükümetin çok sayıda reform gerçekleştirerek Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırdığını, buna karşın AB’de bazı grupların Türkiye karşıtlığını giderek katılaştırdığının belirtti. Türkiye’de halkın çoğunluğunun Müslüman oluşunun yani din farkının zaman zaman bir araç olarak kullanıldığına işaret eden Kirişçi, yapılan bilimsel araştırmalarda halkın büyük bir çoğunluğunun modern değerleri benimsediğini ve bunun bir engel olarak görülmemesi gerektiğini söyledi. Türkiye’den konferansa katılan Prof. Dr. Elizabeth Özdalga, Prof. Dr. İştar Gözaydın ve Doç. Dr. Pınar Bilgin de yaptıkları konuşmalarda Türkiye’nin sahip olduğu kültürel birikimlerin AB’ye girmeye engel olmadığını vurguladı. Sonuç olarak konferans, Türkiye ile ilgili bir çok soruya cevap verdi. Bazı kuşkuları ortadan kaldırdı. Konferans sırasında bir daha görüldü ki Avrupalılar Türkiye ve Türk kültürü hakkında yüzeysel bilgilere sahip. Türkiye karşı çıkmaları da bu yüzden. Türkiye’nin kapsamlı ev uzun vadeli bir tanıtım atağına geçmesi gerekiyor.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder