24 Ocak 2007 Çarşamba

“Avrupa’daki Türkiye” Konferansı

Talip Küçükcan

Geçen hafta Danimarka’nın Kopenhag şehrinde çok yoğun üç gün geçirdim. Kopenhag ziyaretinin amacı, bu kentin adını taşıyan üniversite ile Dışişleri Bakanlığı destekli Danimarka Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü isimli kuruluşun beraber düzenledikleri bir konferansa katılmak ve bildiri sunmaktı. Kopenhag’a yağmurlu bir havada indim. Üç gün süresincede hem yağmur hem de rüzgarın eşlik ettiği şiddetli soğuktan dolayı bütün zamanı toplantıdaki tartışmalarla geçirdik. Bir anlamda toplantı salonuna kapandık ve yaklaşık yüz kişinin katıldığı çeşitli oturumlarda enine boyuna Türkiye-AB ilişkilerini tartıştık.
Hemen belirtelim ki konferans çok iyi organize edilmişti. Seçkin bilim adamları ve dinleyicilerin bulunması hem kaliteyi artırdı hem de tartışmalara bir derinlik kattı. Konferansa bilim çevreleri, medya mensupları diplomatlar ile sivil toplum kuruluşları yakın ilgi gösterdi. Ayrıca Türkiye’nin Danimarka Büyükelçiliği’nden çok sayıda görevli de takip etti. Konferansın ikinci günü akşamı da büyükelçilik konutunda konferansa katılanlar onuruna bir yemek verildi. Şimdi bu konferanstan bazı notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
İsterseniz öncelikle konferansın isminden başlayalım çünkü tartışmalar başlıkta belirtilen konular üzerine yoğunlaştı. Konferansın tam başlığı şu idi: “Turkey in Europe:Role of Religion in the current debate. Should Turkey become a member of EU?” Başlıktan da anlaşıldığı gibi tartışmanın odağında olan konu “din” idi. Yani Türkiye-AB ilişkilerinde dinin rolü nedir? Türkiye nereye aittir? Avrupa’ya mı yoksa başka bir uygarlık alanına mı? Müslüman bir nüfusa sahip olan Türkiye AB’ye üye olmalı mıdır? Konuşmacılar işte bu çerçevedeki sorulara cevap vermeye çalıştılar.
Türkiye nereye ait sorusu, yani kimlikle ilgili tartışmalar ister istemez Avrupa kimliğinin de tartışılmasına neden oldu? Mesela Avrupa nerde başlar nerde biter, Avrupa değerleri nelerdir, Avrupa’yı farklı kılan özellikler hangi alanlarda görülmektedir gibi sorular da tartışıldı. Bu tartışmalar sonunda görüldü ki kültürel anlamda içeriği ve sınırları belirgin hatlarla çizilmiş bir Avrupa yok Aynı pencereden bakıldığında İslam dünyasının da tek olmadığı, kendi içinde çeşitlilik barındırdığı ve işte Türkiye’nin de bu çeşitliğe bir katkı olduğu anlaşıldı. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından itibaren modernleşme projelerinin başladığı, bu nedenle de imparatorluk mirasını devir alan Türkiye’nin aslında Avrupa’ya çok yakın olduğu ve onun bir parçası olması gerektiği üzerinde duruldu.
Şimdi biraz daha spesifik olarak bazı katılımcıların gözlemlerini paylaşayım sizinle.
Kopenhag Üniversitesi ve Danimarka Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü tarafından düzenlenen “Avrupa’daki Türkiye” konulu konferansın en çarpıcı konuşmalarından birini Almanya Trier Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gerhard Robbers yaptı. Robbers, tam üyelik durumunda Avrupa Birliği ve Türkiye’nin birbirinden çok şey öğreneceğini ve Türkiye’nin Avrupa kültürünü zenginleştireceğini belirttiği konuşmasında yapay korkulara kapılmamak gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Robbers büyük ilgi çeken konuşmasında Avrupa’daki mevcut din-devlet ilişkisi ve laiklik modelleri üzerinde durarak Türkiye’nin tam üyeliğe kabulü durumunda AB kimliğine yeni bir kültürel ve dini kimlik daha katılacağını, ayrıca Avrupa’daki mevcut din-devlet ilişkileri modellerine yeni bir modelin daha ekleneceğini söyledi. Robbers, Türkiye’nin sahip olduğu birikim ve Türk halkının benimsediği İslam kültürü ile Avrupa’ya farklı bir geleneği de taşıyacağını ve böylece AB’nin dini demografisini değiştireceğini açıkladı. AB’ye üyeliğin Türkiye için de kazanımlar getireceğini belirten Robbers, zaten Almanya başta olmak üzere yaklaşık dört milyon Türkün Avrupa’da yaşadığını ve bunların artık toplumun bir parçası olduğunun kabul edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Robbers artık Avrupalıların kendi içindeki Türkleri kültürleri ile kabul etmek zorunda olduklarını çünkü bu insanların yaşadıkları ülkelere yerleştiklerini ve artan oranda vatandaş olduklarını anlattı ve bu noktada yapılması gereken şeyin ülkelerin kendi vatandaşlarını farklılıkları ile beraber kucaklamak olduğunu söyledi.
Türklerin Avrupa ülkelerinde zaten Avrupalılarla uzun yıllardır komşu olduklarını bu nedenle Türkiye’nin üyeliğinin AB için bir test olduğunu ifade eden Prof. Dr. Lykke Friis ise artık Türkiye’yi Avrupa’nın “ötekisi” olarak görmekten vazgeçmek gerektiğini söyledi. Konferansta konuşan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Kirişçi ise sunduğu bildiride mevcut hükümetin çok sayıda reform gerçekleştirerek Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırdığını, buna karşın AB’de bazı grupların Türkiye karşıtlığını giderek katılaştırdığının belirtti. Türkiye’de halkın çoğunluğunun Müslüman oluşunun yani din farkının zaman zaman bir araç olarak kullanıldığına işaret eden Kirişçi, yapılan bilimsel araştırmalarda halkın büyük bir çoğunluğunun modern değerleri benimsediğini ve bunun bir engel olarak görülmemesi gerektiğini söyledi. Türkiye’den konferansa katılan Prof. Dr. Elizabeth Özdalga, Prof. Dr. İştar Gözaydın ve Doç. Dr. Pınar Bilgin de yaptıkları konuşmalarda Türkiye’nin sahip olduğu kültürel birikimlerin AB’ye girmeye engel olmadığını vurguladı.
Sonuç olarak konferans, Türkiye ile ilgili bir çok soruya cevap verdi. Bazı kuşkuları ortadan kaldırdı. Konferans sırasında bir daha görüldü ki Avrupalılar Türkiye ve Türk kültürü hakkında yüzeysel bilgilere sahip. Türkiye karşı çıkmaları da bu yüzden. O nedenle İngiltereli Türkler de dahil olmak üzere Avrupa’daki Türklere şunu tekrar hatırlatmak gerekiyor: “Siz, Türkiye’nin Avrupa’daki gönüllü elçileri, temsilcileri ve tanıtıcılarınız. Türkiye’nin Avrupa’daki gözü ve kulağısınız”

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...