Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı “Dinlerarası İlişkiler” konulu bir proje yürütüyor. Seçkin bilim insanları ve uzmanlar bu projeye katkıda bulunuyor. Bu projenin kuşkusuz tarihsel bir yönü var ama acaba günümüzde nasıl bir pratik izlenebilir konusu biraz daha ilgi çekici olmalı. Dinlerarası ilişkilerin pratik, uygulamalı ve işlevsel yönleri söz konusu olduğunda, bu konunun tarihsel seyrinin sadece teolojik parametrelerle ilinti olmadığı, siyaset bilimi, siyaset-hukuk-din sosyolojisi bilimlerinin de araştırma konuları arasında yer alan uluslar arası ilişkiler ve ittifaklar, toplumsal hareketler ve sosyal ağlar, transnasyonal oluşum ve akımlar, kültürler ve medeniyetler arası ilişkiler ve medya, imajlar ve iletişim gibi çok boyutlu ve katmanlı perspektiflerden de ele alınması gerektiği söylenebilir. Bu nedenle “Dinlerarası İlişkilerin İslevsel Boyutları” tartışmalarının, ilahiyat uzmanlarına ilaveten yukarıda sayılan alanlarda temayüz etmiş uzmanların da katkılarıyla zenginleştirilmesi yararlı olacaktır.
“Dinlerarası İlişkilerin İslevsel Boyutları” tarihsel pratiğin gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi, yeni gelişmeler karşısındaki değişimi analiz etmek ve alınacak yeni pozisyonların belirlenmesi açısından gerekli bir adım olmakla birlikte, bilgi çağının beraberinde getirdiği söylem, enstrüman ve yöntemleri kavramak, kullanmak ve şekillendirmek tarihsel analizlerin ötesine geçmeyi gerektirir. Dinlerarası ilişkilerin tarihsel ve teolojik boyutları kuşkusuz normatif kuralların temellerinin oluşturmuş, etkileri günümüze kadar yansıyan ve bugünkü ilişkileri de derinden etkileyen imajlar, tutumlar, kalıp yargılar, korku, endişe ve tehdit algılarının doğmasına ve kökleşmesine neden olmuştur. Söz konusu tarihsel deneyimler ve teolojik kabuller siyaset, uluslar arası ilişkiler ve toplumsal oluşumlara yansıyarak devam etmiştir.
Genel olarak günümüzdeki din algısı, özel olarak İslam ve dinlerarası ilişkilere yaklaşımın tarihsel arka plandan soyutlanarak anlaşılması mümkün değildir. Modern toplumların dinle ilişkisi orta çağda Avrupa’da baskın olan ruhban sınıfı tekelindeki din anlayışına karşıt hareketlerin ortaya çıkması ve zaferi ile ciddi bir kırılmaya uğramıştır. Aydınlanma ve modernleşme süreci ile başladığını söyleyebileceğimiz Avrupa’ya özgü bir deneyim olan bu kırılma dalga dalga yayılmış, ancak din algısı ve din-toplum ilişkisi söz konusu olduğunda her coğrafyada aynı etkiyi yapmamıştır. Fakat aydınlar arasındaki genel kanaat modernleşme ve Avrupa’da bu süreçle başlayıp gelişen sekülerleşme sürecinin evrensel bir duruma işaret ettiği yönünde olmuştur. Bu algı biçimi modern toplumlarda din, dinler ve medeniyetler arası ilişkiler sorunlarına yaklaşımları da etkilemektedir. Hatta genel olarak dinler özel olarak İslam ile ilgili olumsuz görüşlerin temelinde bu tarihsel kırılmanın ve İslam dünyasında yürütülen projelerin büyük etkisi olduğu söylenebilir. Modernleşme ve sekülerleşme arasında pozitif bir ilişki kuran yaklaşım, Avrupa deneyiminin evrensel bir açılım olduğundan hareketle İslam dinini ve toplumlarını anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Ancak İslam dini ve toplumlarının kendine özgü yapısı, tarihsel deneyimi ve şartları göz önünde alınmadığı için bazı düşünürler İslamın özü gereği, bu dinin ve mensuplarının batı örneğinde olduğu gibi sekülerleşemeyeceği sonucuna ulaşmıştır. Bu düzeydeki analiz monolitik, tek, değişime direnen ve yeniliklere kapalı bir İslam algısının güçlenmesine neden olmuştur. Özellikle son yıllarda yaşanan şiddet olayları ve bu olayların küresel medyada yansıtılış biçiminin doğal bir sonucu olarak bu imajların gittikçe yaygınlaştığı ve bazı ülkelerde Islamofobiye dönüştüğü gözlenmiştir.
Entelektüel Temel
“Dinlerarası İlişkilerin İşlevsel Boyutları” söz konusu olduğunda bu türden ilişkilere sağlam bir temel teşkil etmesi açısından ortak entelektüel, etik ve pratik temellerin bulunması ve inşa edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla yapılması yararlı olacak ilk girişim, din, din-toplum, İslam ve Müslüman toplumlar ve dinlerin birbirine bakışını derinden etkileyen moderleşme ve sekülerleşme süreçlerinin varsayımlarının gözden geçirilmesi, özellikle Avrupalı ve Türk aydınlar arasında yaygın kabul gören sekülerleşme paradigmasının bugünkü toplumsal gerçekliği analiz etme gücünün ne kadar yeterli olduğunun belirlenmesi ve buradan hareketle var olan sosyal gerçekliği anlamaya yönelik yeni bir yaklaşımın üzerinde durulması gerekir. Bu bağlamda din-toplum ilişkileri söz konusu olduğunda sosyal bilimlerde sorgulanmadan kabul gören modernleşme/sekülerleşme kuramının başlıca argümanlarını ve günümüzde bunlara yöneltilen itirazları gözden geçirmek gerekecektir. Böyle bir eksersiz, tartışma ve eleştiri farklı din mensupları arasında ortak bir entelektüel zeminin inşasına katkıda bulunacaktır, çünkü söz konusu edilen modernleşme/sekülerleşme kuramı sadece bir dini değil bütün dinleri toplumsal etkilerinden soyutlama eğilimindedir. Bu yaklaşımın eleştirisi modern toplumlarda dinin yerinin anlaşılması, yani arkaik bir değerler ve inançlar bütünü olmayıp, modern insanın varoluşsal sorunlarına cevap veren bir kaynak olduğunun anlaşılması açısından önemlidir ve farklı din mensupları ile kurulacak ilişkiler açısından önemli bir ortak entelektüel platform niteliğine dönüştürülebilecek bir potansiyel taşımaktadır.
Etik Temel
Dinlerarası ilişkiler söz konusu olduğunda ele alınması gereken önemli konulardan biri, bu ilişkilerin zemininde var olması beklenen bir etik temele ihtiyacıdır. Ayrıca söz konusu etik temelin başlıca parametrelerinin ne olduğu veya olması gerektiği de önemli tartışma konusu sayılmalıdır. Dinlerarası ilişkilerin, bu süreçlere dahil olan aktör ve taraflarca kabul edilen ve onaylanan etik temellere dayanması gerekmektedir. Ortak etik temellere dayalı olmayan iletişim ve ilişki bir taraftan görecelilik ve tarafların kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri algısının ortaya çıkmasına, diğer taraftan da söz konusu ilişkileri çıkmaza sokacak güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olacaktır. Özelikle dinlerin, diğer dinlerle ilişkileri söz konusu olduğunda, hakikat iddiasından vazgeçmeleri beklenemez. Her din kendi hakikatinin evrensel olduğu iddiasını sürdüreceğinden, bu alanda teolojik temele dayalı bir ortak zemin oluşturulması mümkün görünmemektedir. Tek tanrılı dinler bile teolojik ortak noktalarına rağmen hakikat iddiası söz konusu olduğunda, evrensel hakikati sahiplenme konusunda herhangi bir taviz vermiyor, kaldı ki din mensupları tarafından böyle bir tutumun benimsenmesi de beklenmemelidir. Bu nedenle karşılıklı güveni sağlayacak ve tarafların birbirine kuşku duymasını engelleyecek ortak etik temelinin belirlenmesi ve paylaşılan etik kodlar çerçevesinde ilişkilerin kurulup sürdürülmesi gerekmektedir. Söz konusu ortak etik zeminin vazgeçilemeyecek ilkeleri arasında şunları saymak mümkündür:
Taraflar/aktörler arasında karşılıklı saygı.
Hakikat iddiasından vazgeçilmesi beklentisinde olmamak.
Taraflar/aktörler arasında ortak iyinin inşasına yönelik niyet paylaşımı.
Diyalog ve hoşgörünün ötesinde bir anlayış ve muhatabını olduğu gibi kabullenme.
Güven
Pratik Temeller
Dinlerarası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için yukarıda ana parametreleri açıklanan entelektüel ve etik temeller çerçevesinde ortak pratik temellerinin ve uygulama alanlarının da bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde söz konusu ilişkiler teorik söylemlerden öte geçmeyen projeler olarak kalacaktır. Dinlerarası ilişkilerin pratik temelleri insanlığın karşılaştığı sorunların çözümüne, ortak yaşam alanlarının artırılması ve ortak bir gelecek inşa etmeye yönelik çalışmalar şeklinde dizayn edilebilir.
Entelektüel ve etik temeller ile de doğrudan ilintili ortak pratik temellerin biri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Din ya da Kanaate Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılmasına İlişkin Bildirge (1981) gibi belgelerde yer alan temel insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmez unsurlarından olan vicdan ve din hürriyetlerinin tesisi ve korunması olabilir. Din özgürlüğünün tanımı ve kapsamı hakkında farklı görüşler olmakla birlikte din özgürlüğü, temel olarak bireyin kendisine dini veya kutsal görünen, bireyin dini veya kutsal olarak algıladığı, yorumladığı ve kabullendiği öğretileri seçme ve benimseme hürriyetini, bu dini inanç sistemi ve öğretisinin kendisinden talep ettiği ödevleri, ibadetleri, pratikleri ve ritüelleri herhangi bir engelle karşılaşmadan yerine getirebilmesi özgürlüklerini kapsamalıdır. Din özgürlükleri kapsamına ayrıca bireylerin kendi dinlerini öğrenme, çocuklarına öğretme, bu amaçla kurum oluşturma, yayın yapma ve yasalar çerçevesinde etkinlikler düzenleme özgürlükleri de girmelidir. Bu temel özgürlüklerin kamusal düzenle uyumlu bir şekilde anayasal güvenceyle sağlanması ve küresel korunmaya alınması bütün inananları ve inanmayanları yakından ilgilendirmektedir. İnsan haklarına saygı duyulan demokratik, özgür, çoğulcu ve katılımcı bir toplumun inşası ve hayatiyetini sürdürmesinde din özgürlüklerinin sağlanması ve korunmasının büyük payı vardır. Din ve vicdan özgürlüklerinin kurumsallaştırılması gerçek anlamda çoğulcu bir toplum yapısının ön şartlarından biridir. Bu mülahazalar din ve vicdan hürriyetinin temini ve korunmasının pratik ve uygulamalı bir ortak alan olarak kabul edilebileceğine işaret etmektedir.
Dinlerarası ilişkiler açısından bir başka ortak pratik temel, dünyanın birçok yerinde toplumsal kırılmalara ve zaman zaman da kıyımlara neden olan “sürtüşme ve çatışmaların” önlenmesi, bu süreçleri ortaya çıkaran sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek girişimler temelinde inşa edilebilir. Dinlerin ortak temel mesajlarından birinin barış olduğu göz önüne alınırsa, bu ortak temel daha anlamlı bir çerçeveye kavuşmuş olur. Dinlerin yükselişe geçtiği bir dünyanda bahsediyorsak, ortak bir gelecek inşası için din mensuplarının ve önderlerinin sürtüşme ve çatışmaların önlenmesi konusunda daha aktif rol almaları gerektiği düşünülebilir. Bu bağlamdaki ortak çalışmanın bir yönünü de “ders kitapları, edebiyat ve filmlerde” öteki dinlere ve mensuplara ilişkin anlatımların analiz edilmesi, gerçeği yansıtmayan söylemlerin düzeltilmesi ve böylece önyargılı imajların ortadan kaldırılmasına yönelik çabalar oluşturabilir.
Dinlerarası ilişkiler açısından bir başka ortak pratik temel “sosyal projeler” ekseninde kurulabilir. Günümüzde birçok sorunun kaynağı olan gelir dağılımındaki eşitsizlik ve kaynakların adil paylaşılmamasının neden olduğu yoksulluk, yoksulluğun beslediği yabancılaşma ve dışlanmışlık duygusudur. Dinler ve din mensupları sahip oldukları kaynakların bir kısmını dünyanın dört bir yanına yayılan sosyal ağları ise bu sorunların giderilmesine ayırabilir. Yoksulluğun giderilmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin her kesime ulaştırılması, çevre tahribinin önlenmesi gibi meydan okumalara karşı çözüm üretme ve bunu dünya ile paylaşma gibi “sosyal projeler”, dinlerarası ilişkiler açısından bu yüzyılın en geniş tabanlı pratik temellerinden birini oluşturmaktadır.
Dünyadaki gelişmeler ve sosyo-politik gerçeklik dinlerarası ilişkiler konusunun sadece “dini ve teolojik” alanla sınırlanamayacağını göstermektedir. Bu konuda sadece din temsilcilerinin değil aynı zamanda, en azından pratik ve uygulamalı temeller söz konusu olduğunda, sivil toplum ve düşünce kuruluşları, iş dünyası örgütleri ve medyanın da görüş ve destekleri sağlanmalıdır. Çeşitli projelerin toplumun geniş kesimlerince benimsenmesi ve desteklenmesi için, dinlerarası ilişkiler sürecine söz konusu aktörlerin katılımına özen gösterilmelidir. Ayrıca dinlerarası ilişkilerin entelektüel, etik ve pratik temelleri kadar, bütün bu süreçlerin yönetiminde izlenecek bir “iletişim stratejisine” de ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder