16 Mayıs 2007 Çarşamba

Rasyonel zeminde siyaset

Türkiye hareketli günler geçiriyor. Bir taraftan cumhurbaşkanlığı seçimi ve çeşitli kentlerde yapılan mitingler, diğer taraftan asker muhtırası ve genel seçimler gündemin ilk maddelerini oluşturuyor. Bu hengame içinde tartışmalar genelde laiklik, cumhuriyet ve hayat biçimine müdahale endişesi gibi konulara takılıp kalıyor. Siyaset, medya ve sivil toplum bu türden tartışmalara kilitlenmiş durumda. Aslında genç bir nüfusu olan Türkiye için bu ciddi bir enerji kaybı demek.
Niçin mi? Çünkü laiklik ve cumhuriyet elden gidiyor, hayat biçimimizi değiştirecekler endişesi ve korkusu sınırları içinde sıkışan tartışmalar hep sonuçsuz kalıyor. Nerdeyse seksen yıldır bu türden tartışmalar yapılıyor ve bir netice de alınamıyor. Bunun başlıca nedeni söz konusu tartışmaların objektif, nesnel ve ölçülebilir düzlemde yapılmaması.
Birilerini, laiklik yanlısısın, değilsin veya din yanlısısın, değilsin gibi suçlamak çok kolay. Bu kadar muğlak suçlamalara maruz kalanların kendilerini savunmaları da mümkün değil çünkü ne derlerse desinler sürekli “niyet okuma” yapılıyor. Sizin düşünceniz ne kadar belirgin olursa olsun birileri isterse hemen “niyet okuma” işlemi başlatır ve sizi fikri planda mahkum ediverir. Geçmiş bunun örnekleri ile dolu ve ne yazık ki bu eğilim Türkiye’de hala varlığını sürdürüyor.
Rasyonel tartışmalar yerine romantik, duygusal ve ideolojik suçlamalar ardı arkası kesilmeden piyasaya sürülüyor. Bu da Türk siyasetinin ve medyasının derinlik kaybına uğramasına neden oluyor. Türkiye’nin böyle bir derinlik kaybına tahammülü yok zira “zinde güçler” bu durumlarda kendilerini gösterip ortalığa çeki düzen verme sevdasına kapılıyor. İşte bu nedenle siyaset, medya ve sivil toplum bu tür kısır döngülerden kurtulmak zorundadır. Peki bu nasıl gerçekleşebilir, yani bahsedilen kısır çekişmelerden kurtulmak nasıl mümkün olabilir?
Bunun en kısa cevabı “rasyonel” davranmaktır. Yani ülke sorunlarını ve gündemini tartışırken duygusal heyecanlardan ve romantik beklentilerden sıyrılarak, akıl ve mantık çerçevesinde bir tartışma yürütmek gerekir.
Tabir yerindeyse kavga ve çekişmeler yerine “müzakere” yöntemi seçilmeli, sağcısı, solcusu, muhafazakarı ve liberali ile ortak bir zemin üzerinde söz konusu tartışmalar yürütülmelidir. Aksi takdirde Türk siyasi hayatında sloganların egemenliği sürecektir. Bu egemenlik sürdükçe de ekonomi, sağlık, enerji, hukuk, istihdam ve eğitim gibi temel konularda rasyonel tartışmalar, müzakereler ve girişimler yapılmayacaktır. Onun için siyasi hayatı yönlendiren aktörlerin “niyet okuma”ya dayalı kuşku, korku ve fobilere değil somut göstergelere dayalı siyaset söylemi geliştirmeleri gerekir. Aksi halde Türkiye, gelişmiş ülkeleri çok geriden takip edecek ve bunun faturasını da halk ödeyecektir.
Bölgesel güç olmaktan küresel ölçekte bir güç olmaya başlayan Türkiye’de korkuya dayalı siyasi tartışmaların ülkeye kazandıracağı bir şey yok. Kuşkusuz laiklik konusunda kaygıları olanlara kulak verilmeli ve kaygı nedenleri ortadan kaldırılmalıdır. Ama Türkiye’nin geleceği söz konusu olduğunda sorulması gereken asıl sorular günlük hayatımızı doğrudan ilgilendiren eğitim, sağlık, enerji, istihdam, konut, ulaşım, hukukun üstünlüğü, hesap verilebilirlik ve saydamlık gibi konularda neler yapılıyor, bundan on yıl, yirmi yıl sonra Türkiye bu konularda nerde olacak türünden sorular olmalıdır. Geçmişten ders almak doğrudur ama oraya kilitlenmek karanlık bir çıkmazdan başka bir şey değildir. İşte bu bağlamda Türkiye nereye koşuyor sorusu hem anlamlı hem de önemlidir.
Türkiye aydınlık yarınlara koşuyor. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ve bu koşu, her türlü engellemelere rağmen, bütün milletin katılımıyla bir coşku seline dönüşüyor.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...