Geçen hafta Avrupa Konseyi'nin düzenlediği bir toplantı için Strasburg’a gittim. İstanbul’dan doğrudan her gün olmadığı için mecburen önce Frankfurt’a indik. Hemen tahmin edebileceğiniz gibi pasaport kontrolünde görevlilerin kuşkulu bakışları ile karşılaştık. Normalde bir iki dakika sürmesi gereken pasaport incelemesi, Türk pasaportu olunca uzuyor. Üstelik Avrupa Konseyi’nin resmi daveti olmasına karşın görevli bir pasaporta bir de yüzünüze bakıyor ikide bir. Sanki “burada ne işin var” der gibi bakıyor.
Hadi ben neyse. Sivil pasaport taşıdığım için belki inceleme uzun sürdü. Ama beraber tolculuk yaptığımız bir Meclis üyesi de aynı muamele ile karşılaştı. Kırmızı pasaportu ve dokunulmazlığı olan milletvekili de aynı muameleye muhatap oldu. Pasaport memuru nerdeyse her sayfayı tek tek çevirdi. Hâlbuki aynı vekil Avrupa Konseyi toplantılarına onlarca kez katılmış biriydi. Buna rağmen psikolojik tacize uğramaktan kurtulamadı. Evet, bu işlemlerin adı tek kelimeyle psikolojik taciz.
Bu manzaralara alıştık artık her ne kadar kabullenemesek de. Çünkü mesleğimiz sık sık yurt seyahat etmeyi gerektiriyor ve gittiğimiz çoğu ülke de Türk vatandaşlarından vize istiyor. Ama uluslar arası platformlarda Türkiye’yi anlatmak, kendi çıkarlarımızın korunmasını sağlamak için bütün bunlara göğüs germek zorundayız. Bunu da seve seve yapıyoruz. Strasburg yolculuğu meşakkatli olmasına rağmen toplantı davetine hayır diyemedik. Çünkü biz gitmesek başkaları gidecek ve bu önemli platformu dolduracaktı. Bunu tercih etmediğimiz için yukarda anlattığım psikolojik taciz başta olmak üzere zorluklara aldırmadan yola çıktık. Toplantı bir gündü ama Frankfurt üzeriden gidildiği için üç günümüzü aldı. Frankfurt havaalanına indikten sonra aktarmalı tren bileti aldık çünkü direkt giden tren yoktu. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Strasburg’a ulaştığımızda akşam saat dokuz olmuştu. Tren istasyonunda bizi karşılayan bir dost ile yenilen akşam yemeğinden hemen sonra otele çekilip bir sonraki günün toplantısı için çalışmalar yaptık.
Toplantı, son zamanların oldukça önemli bir konusuna ilişkin rapor hazırlayan komisyonun isteği üzerine gerçekleşti. Rapor konusu “Intercultural and interreligious dialogue” (Kültürler ve Dinler Arası Diyalog) idi. Bu rapora ön hazırlık olarak bizim katıldığımız toplantı konusu ise “Questions related to State and Religion” (Din-Devlet İlişkilerine Hakkındaki Sorular) başlığını taşıyordu.
Toplantının ilk oturumunda uzmanlar dinlendi. Bunlar biri de bendim. Türkiye’de din-devlet ilişkileri nasıl, hangi zemine ve tarihi bağlama oturuyor, din, siyaset ve toplum ilişkisi nasıldır, Türkiye’nin hukuki sistemi dine nasıl bakıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye’deki yeri, konumu ve işlevi nedir gibi soruları cevaplayan bir konuşma yaptım. Yabancıların en çok sorduğu sorulara cevap vererek Türkiye’nin modern birikimini anlatmaya, diğer İslam ülkelerinden farklılıklarını göstermeye çalıştım. Türklerin yüzyıllarda kültürler ve dinler arası diyalog deneyimi olduğunu, müslüman, yahudi, hristiyan, Türk, Ermeni ve Rum toplulukların aynı çatı altında, aynı mahallede, aynı havayı soluklayarak ortak bir sosyal hayat kurduklarını, ortak bir miras yarattıklarını anlattım.
Toplantıda söylediklerimi siz okurlarımız kuşkusuz benden daha iyi biliyordur. Çünkü hepimiz bu mirasın çocuklarıyız. Her ne kadar bu büyük mirasın üzeri biraz küllenmiş olsa da, aramıza bazı ayrılık tohumları serpiştirilmiş olsa da, bir aynı coğrafyanın insanlarıyız. Dinlerimiz, dillerimiz, renklerimiz ayrı da olsa büyük bir ortak paydamız var. Anadolu, Osmanlı ve Türkiye kültürü, uygarlığı, toprağı, tarihi ve ortak hafızası hepimizi kucaklayacak, bağrına basacak kadar büyük ve derin. Bize düşen işte bu hoşgörü ve sevgi medeniyetini tekrar canlandırmak ve hem içimizde hem de dışımızdakilerle paylaşmak olmalı. İşte ben de Avrupa Konseyi toplantısında bunu yapmaya çalıştım. Modern dünyanın Türkiye’nin zengin birikimi ve mirasından çok şeyler öğrenebileceğimi anlattım. Anlattıklarım ilgi çekmiş olmalı ki öğle yemeği için verilen arada aynı masada oturduklarımın tek konuştukları ülke Türkiye oldu.
Toplantı sonrasında bir saatlikte olsa Strasburg’un cadde ve sokaklarında yürüyebilir ve bir yorgunluk kahvesi içebilirim diye düşünmüştüm. Ne yazık ki havanın yağışlı olması buna izin vermedi. İlk gün bizi karşılayan dostla yenilen yemeğin ardından yorgun argın otele döndük. Dönüş Frankfurt’tan olduğu için sabah saat beşte kalkıp otobüsle Frankfurt hava alanına, oradan da İstanbul üzerinden Ankara’ya ulaştık. Ankara’ya vardığımızda saat akşam altı olmuştu. Yani tam on iki saatimiz yolda geçmişti.
Ama olsun, ülkemiz için daha nice saatler, günler, aylar ve yıllar harcamaya hazırız biz. Yeter ki sesimizi duyuracak bir platform bulalım.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder