Modern toplumların karşılaştığı en ciddi sorunlar arasında denetimsizlik ve güvensizlik ilk sıralarda yer alıyor. Denetimsizlik ve güvensizlik bir yandan toplumun enerjisini tüketirken, bir yandan da kalkınmanın başlıca gereği olan “toplumsal sermaye”yi eritiyor ve üretimi olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, iç ve dış denetimin devreye girmediği ve güvensizlik yaşanan toplumlarda gittikçe artan bir yolsuzluk, tembellik, sorumsuzluk ve kaynak israfı görülüyor. İç ve dış denetime önem verilmeyen toplumlarda saydamlık zamanla ortadan kalkıyor ve bireysel çıkarlar, toplumsal çıkarların önüne geçiyor. İşte bu noktada etik değerler, sorumluluk ve saydamlık duygusu yaratacak iç ve dış kontrol ve kalkınmanın başlıca unsurlarından olan “toplumsal sermaye” yani bireylerin ve grupların birbirlerine güvenmeleri tekrar gündeme gelmektedir.
Şimdi “denetim” ve “toplumsal sermaye” konularını daha detaylı ele alarak bu unsurların toplumsal yaşantımıza olan etkilerini tartışalım. Denetim genel hatlarıyla iç ve dış denetim olarak ikiye ayrılabilir. İç denetim bireysel bir süreçtir. Bireyin bizatihi kendi içindeki gözüdür. Bunu en genel anlamda “vicdan” olarak tanımlamak mümkündür. İç ya da deruni denetim, insanın kendi içindeki hak, dürüstlük, paylaşma, çalışma ve üretme, sorumluluk ve saydamlık duygularına hayat veren gözdür. İç denetim yani kişinin vicdanı ve bilincindeki göz, işte bu anlamda kalkınmanın temel unsurlarından biridir. İç denetim ve vicdan bir ölçektir. Bu ölçek etik değerler ve ahlaki inançlar etrafında oluşur. İnsanda sorumluluk, üretme, paylaşma ve güven duygusu yoksa iç denetimin devreye girmesi mümkün değildir. İç denetimin olmadığı yani hak, adalet, paylaşım ve saydamlık gibi unsurların devre dışı kaldığı toplumlarda üretim gerilerken, refahın adaletsiz bir dağılım gösterdiği, yolsuzlukların toplumsal dokuyu kemirdiği ve bireylerin en yakınlarına bile güvenmediği bir toplumsal süreç başlar. Böyle bir sürecin sonucu hem moral değerlerin daha da çözülmesi hem de çoğu insanda bezginlik ve adaletsizlik duygusunun artması sonucunu doğurur.
İnanç sistemleri bu noktada topluma önemli referanslar, modeller ve yapısal örnekler sunar. Örneğin İslam dinindeki çalışma etiği, dürüstlük ve paylaşma gibi konulardaki ilkeler ve tavsiyeler yukarıda sözünü ettiğimiz iç denetimin, yani vicdani sesin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bu nedenle İslam dini moral değerlere büyük bir önem verir ve insanın iç dünyasında bir ölçek kurmaya özen gösterir. İnancın kalkınmadaki rolünü sadece İslam dininde değil başka dinlerde de görmek mümkündür. Örneğin sosyolojinin kurucularından Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu başlıklı eserinde dini inanç ve ilkelerin çalışma ahlakı ve iş motivasyonuna katkılarını anlatmaktadır. Weber bu çalışmasında dinin çalışma, üretme ve kalkınmaya verdiği önemi anlatmakta, mülk edinme ve girişimde bulunma gibi konularda inananları cesaretlendiğini ve teşvik ettiğini belirtmektedir. Özetle söylemek gerekirse, dini inanç ve ilkelerin iş ahlakı, çalışma, üretme, mülkiyet, girişimcilik ve dünyayı imar etme hususlarında motive edici gücü olduğunu ve bu anlamda kalkınmanın temel unsurları arasında yer aldığını söylemek mümkündür.
İç denetim kendi başına kalkınmanın katalizörü olabilir mi? İnsanın deruni gözü, iç ölçeği ve denetimi yani vicdanı en iyi şekilde bireyin davranışına yansısa bile hedeflenen üretim, paylaşım, girişim ruhu, güven ve saydamlık sağlanabilir mi? Toplumsal hayatın sadece bireylerin vicdani denetimine bağlı olmayacak kadar geniş kurumlar ve örgütlenmelerden oluştuğunu düşünecek olursak bu soruya “evet” cevabı vermenin zor olduğu anlaşılacaktır. Bu, hedeflenen kalkınmaya erişebilmek için, iç denetim yani vicdani öz ve etik ölçütler yanında bir de dış denetimin olması gerektiği anlamına gelmektedir. Dış denetimin temel unsuru hukuktur. Yani bireylerin davranışlarını belli ilkeler doğrultusunda denetime tutacak olan yasal düzenlemelerdir. İç denetimin bir sonuca ulaşamadığı veya zayıf olduğu durumlar da hukuk denetimine duyulan ihtiyaç daha belirgin olarak hissedilir. Hukukun olmadığı veya hukuk denetiminin yetersiz olduğu toplumlarda yolsuzluk, haksızlık ve güven kaybına daha sık ve daha yoğun olarak rastlanır. Dış denetimin önemli unsurlarından biri de sivil toplumdur. Sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, vakıflar ve dernekler bireyler adına denetim yapma işlevi görürler. Demokrasinin geliştiği katılımcı toplumlarda sivil toplum etkin bir denetim ve motivasyon gücüne sahiptir. Ama sonuçta iç denetim ve dış denetim yani vicdan ve hukuk birbirinin tamamlayıcısıdır. Vicdani denetimin güçlü olduğu toplumlarda hukuk zayıf ise, veya hukuki denetim olsa da vicdani denetim zayıf ise sürekli olarak kalkınmayı engelleyici sorunların çıkması muhtemeldir. Çünkü tek başına ne vicdan en de hukuk ideal anlamda gereken denetimi sağlayamaz. Bu nedenle her iki denetim aktörünü aynı anda hayata geçirmek gerekir.
Toplumsal ve ekonomik kalkınma açısından önemli olan bir başka teşvik edici ve sürükleyici unsur “güven”dir. Yani potansiyel gücün harekete geçmesi ve toplumsal dayanışmanın sağlanması da iç ve dış denetim kadar gereklidir.. Aslında “güven” çok önemli bir sosyal sermayedir. O nedenle çalışanlar ve işverenler arasındaki güven duygusunu güçlendirmeye yönelik girişimlere öncelik verilmelidir. Güvene dayalı ortak güç hem dayanışmayı artıracak, hem de girişimcilik ve kalkınma açısından yeni kapılar açacaktır. Karşılıklı güvenin ekonomik dayanışma ve kalkınma açısından ne kadar önemli olduğunun en iyi örneği Uzak Doğu toplumlarında görüldü. Bu konuyla ilgili çalışmalar yapan Francis Fukuyama “Trust: The Social Virtues and the Creation of Prosperity” (Güven: Toplumsal Erdemler ve Refah Yaratımı) başlığını taşıyan araştırmasında, ekonomik gelişmenin ve refaha ulaşmanın temelinde yatan nedenleri keşfetmeye ve ekonomik sıçramanın toplumsal temellerini gün yüzüne çıkarmaya çalışır. Fukuyama bu konuyu karşılaştırmalı bir perspektifle ele alıyor ve “Asya mucizesi” olarak anılan ekonomik patlama ile Batı ülkelerindeki kapitalist ekonomik gelişmenin arka planlarındaki farklılıkları ve benzerlikleri anlamaya çalıyor.
Karşılık güven duygusu ekonomik gelişme ve büyümenin sağlam temellerinden biridir. Özellikle karşılıklı güven duygusunun yoksunluğu bireyler ve guruplar arasındaki dayanışmanın önündeki en büyük engeli teşkil ediyor. Uzak Doğu toplumlarında güven duygusunun ekonomik gücü artırmaya yarayan bir sermaye işlevi gördüğü biliniyor. Fukuyama’ya göre Japonya başta olmak üzere Asya’da bulunan “ekonomik devler” kısa sürede ulaştıkları gelişmişlik düzeylerini bazı "değerlere" borçlu. Fukuyama, batı kapitalizmi ile yarışa giren “Asya mucizesi”nin temelinde “toplumsal kapital” veya “toplumsal erdemler”in olduğu düşüncesinde. Fukuyama’nın Asya’daki iktisadi kalkınmayı açıklama tarzı, Max Weber’in bundan yaklaşık yüz yıl önce ortaya attığı teorileri çağrıştırıyor. Fukuyama, Weber’in kapitalizmin ortaya çıkışını Protestan ahlakı ile açıklama tarzına benzer bir yaklaşımla “Asya mucizesi”nin kökenlerini bulmaya çalışıyor ve dünyanın bu bölgesindeki ekonomik sıçramanın temelinde toplumsal kapital olarak adlandırdığı sosyal meziyetlerin ve toplumsal hasletlerin olduğunu savunuyor.
Fukuyama’ya göre ekonomik faaliyetlerin kişisel davranışla sınırlı değildir. Bu faaliyetler kurumsallaşmış şekilde çok sayıda insanın katılımıyla gerçekleşir. Ekonomik faaliyetler, gerek küçük gerekse hacimli kurumlarda çalışan insanlar ve gruplar arasındaki işbirliği ve ortak değerlerin varlığına bağlıdır. Yani insanlar ve gruplar arasında, ekonomik atılım için varlığı zorunlu olan bir işbirliği ve dayanışma zeminini hazırlayacak olan unsur, aynı kültürel değerlerin taraflarca paylaşılmasıdır. Fukuyama, herkesin paylaşması gerektiği bu ortak kültür veya değerler bütününe “toplumsal kapital” diyor.
Sonuç olarak toplumsal ve ekonomik kalkınmanın temelinde iç ve dış denetimin yani vicdani/ahlaki ölçütler ve hukuki/yasal/sivil denetim aktörleri yanında ortak değerlerden oluşan toplumsal bir sermaye vardır.
Bu Blogda ekonomik büyüme potansiyeli ile küresel jeopolitik gelişmelerde etkisini artıran ASYA'dan gözlemler paylaşmaya çalışacağım. Pergelin sabit ucu dünyanın dördüncü, İslam Dünyası'nın en büyük nüfusuna sahip Endonezya'da olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?
Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Yükseköğretim bütün ülkeler için stratejik bir alan ve önemli bir ekonomik sektör. Üniversiteler nitelikli insan ...
-
Türkiye ve Endonezya arasındaki ikili ilişkiler olumlu ilerliyor. İki ülke arasında 2022 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ...
-
Prof. Dr. Talip Küçükcan Endonezya Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki sınırları aşan bir hareketlilikle devam e...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder