8 Mart 2007 Perşembe

Kentleşmenin Doğurduğu Sorunlar ve Kentlilik Bilinci

Kentler insana daha iyi hayat standardı, daha yüksek gelir düzeyi sağlayan istihdam alanları, haberleşme, iletişim, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi alanlarda daha iyi alt yapı ve hizmetler ile daha serbest ve özgür bir sosyal hayat imkanı sunar. Ancak kentleşmenin sağladığı imkanlar ve fırsatlar yanında bir de doğurduğu sorunlar vardır. Kent bilincinin yerleşmesi için kentin sağladığı nimet, imkan ve fırsatlardan yararlanmasını bilmek kadar, sorunlarını da bilmek, bunları göğüslemek ve çözümünü de katkıda bulunmak gerekir. Kente aidiyet duygusunun oluşmasında ona sahiplenmek, sorunlarını öğrenmek ve kalıcı çözümler üretmeye katılım önemli bir rol oynar. Bu nedenle ketleşmenin doğurduğu sorunların bilinmesi ve kentlilerle paylaşılması gerekir. Kentleşmenin doğurduğu sorunlara ilgisiz kalarak, bu sorunlardan soyutlanarak bireyin kendisini yaşadığı kente ait hissetmesi, o kente ait değerleri, yapıları ve ortak yaşam alanlarını koruması mümkün değildir. Bir kentlinin farkında olması ve duyarlılık göstermesi gereken kentleşmenin doğurduğu başlıca sorunları şöyle sıralayabiliriz.

Plansız büyüme, çarpık yapılanma ve gecekondulaşma sorunu, Çevre ve hava kirliliği, Trafik ve gürültü kirlenmesi, İstihdam sorunu; Suçların artışı sorunu;
Yabancılaşma (anomi) sorunu: Kentleşmenin yol açtığı yukarıda sayılan sorunlar kentlilik bilinci ve kente aidiyet açısından son derece ciddi bir problem sayılabilecek yabancılaşma sorunu doğurur. Çarpık yapılaşma, gecekondulaşma, çevre kirliliği, trafik yoğunluğu ve gürültü fazlalığı, aşırı göçler ve insan kalabalığı, istihdam ve konut sorunları, çeşitli suçların gittikçe artmasının doğurduğu güvensizlik duygusu, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi alanlarda alt yapı yetersizliği yabancılaşmaya ve kentlilik kimliğinde kırılmalara neden olmaktadır. Yaşadığı mekanda her gün böylesine geniş kapsamlı sorunlarla boğuşmak zorunda kalan birey içinde bulunduğu kente yabancılaşır. Bireyin kent için geliştirdiği ve beslediği aidiyet duygusu zedelenir. Böyle bir yabancılaşma ve kent kimliğinde oluşacak bunalım kente ve kentin tüm değerlerine sırt çevrilmesi yani bir anlamda kentten kopuşların yaşanması anlamına gelir. Kente, kentin sosyal, kültürel ve mimari dokusuna yabancılaşma kentlilik, kente aidiyet, kent bilinci ve dayanışması açısından ciddi sorunlara yol açar ve sosyal dokunun ve dayanışmanın temeli olan ortak yaşam alanlarının zarar görmesine neden olur. Yabancılaşmanın kentlilik bilinci ve kentin değerlerini sahiplenmeyi olumsuz yönde etkileyen başlıca sonuçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür.

Kente yabancılaşmanın doğuracağı sonuçlar
Bireyler içinde bulundukları sosyal ortamdan ve ortak kent yaşamından yabancılaştıkça içine kapanır, kendisini dış dünyadan ve toplumdan soyutlar. Artık ortak faaliyetlerde rol almayarak toplumsal hayattan kopar ve bunun sonunda da uyumsuz bir birey olur çıkar.
Kent yaşamına yabancılaşan, kent kültürüyle arasındaki bağları koparan ve kendisini yaşadığı kente ait hissetmeyen birey, ortak yaşam alanlarına ilişkin sorumluluk alma eğilimi göstermez. Kentleşme, akrabalık gibi ilksel ilişkiye dayalı ilişki ve yaşantıyı, toplumsal sözleşmeye dayalı ilişki ve yaşantıya dönüştürmüş, bu değişim sürecinde de ortak yeni yaşam alanları oluşmuştur. Bu ortak yaşam alanlarının ve değerlerinin korunması ve yaşatılması için bireylerin sorumluluk duygusu taşımaları gerekir. Aksi halde ortak bir kent bilinci ve aidiyetinin gelişmesini sağlayan ortak alanlar birer birer eskir, yıpranır ve günün birinde paylaşılan kentlilik ruhunu da tüketerek kaybolur gider.
Yabancılaşma ya da kente aidiyet duygusunu yitirme doğal yaşam alanlarının talan edilmesine yol açar. Kent kimliğini benimsemeyen ve kente yabancı duran bireyin ekolojik dengeye dikkat etme gibi bir duyarlılığı kalmayacağı için kent ve çevresindeki doğal yaşam alanlarına daha fazla zarar verme eğilimi artar. Kentin ormanlarının yağmalanması, park ve bahçelerine zarar verilmesi yukarda sayılan kentleşme sorunlarının yarattığı yabancılaşma duygusunun bir sonucu olarak görülebilir.
Yabancılaşmanın sosyal barışı tehdit eden bir başka sonucu da şudur: Kendini içinde yaşadığı kente, kent kültürüne ve bu değerler ile kentleşmiş topluma ait hissetmeyen ve kimlik krizi içerisindeki bireyler kentliye, kent kimliği ve kültürünü benimseyenlere karşı olumsuz duygular geliştiririr Yabancılaşma duygusu yaşayanlar kendilerini kent kültürünün ve kentsel yaşamın bir üyesi ve parçası olarak görmedikleri için sadece kentten değil kentliden de nefret etmeye başlar, kin ve düşmanlık duyguları geliştirir.
Yabancılaşmanın beslediği nefret, kin ve düşmanlık duyguları zaman zaman şiddete dönüşebilir. Yabancılık duygusuna kapılanlar öfkelerini şiddete dönüştürüp kentlileri hedef alabilir. Düşmanca tavırlar sadece bireylere yönelik olarak şiddete dönüşmekle sınırlı kalmaz zaman zaman kamu mallarına, kentin dokusunu oluşturan maddi yapılara da yönelebilir. Yabancılaşmanın doğurduğu kin ve nefret duygusu belediye otobüslerine, otobüs duraklarına, telefon kulübelerine, park ve bahçelere zarar vermeye kadar gidebilir.
Yabancılaşma masumiyet kaybına da neden olur. Kentin kimliğini benimseyen ve kentin değerlerine sahip çıkan bireyler yasalara saygı çerçevesinde yaşar, yasaları delmenin veya bypass etmenin yollarını aramaz. Ancak yabancılaşmayla birlikte yasalara uyma, toplumsal dayanışma ve bütünlüğe katkıda bulunan masumiyetin zedelendiği görülür. Masumiyet kaybı ve aşınması yasaların delinmesi için çabalayan kurnazlıklara baş vurulmsına yol açar. Hukuka saygı azalır, yolsuzluklar ve kanunsuzluklar artar. Kent yaşamına ve sosyal dokusuna yabancılaşanların mafya gibi suç örgütlerine katılmaları daha da kolaylaşır.

Kentlilik Bilinci Oluşturma ve Geliştirme Stratejisi

1. Bir kentte yaşayan bireylerde içinde nefes aldıkları, çalıştıkları, dolaştıkları ve yaşadıkları kente aidiyet duygusu oluşturmanın en etkin yolu kent sakinlerine, o kentin tarihini, kültürel ve mimari doku ve mirasını benimsetmekten, kentin maddi ve manevi değerlerini özümsetmekten geçer.
2. Kent bilincini geliştirmek, bireylerin ortak bir kent kimliği edinmesini sağlamak için yabancılaşmayı önlemek gerekir. Yukarıda da bahsedildiği gibi kente yabancılaşanlar kendilerini kent yaşamından soyutlayarak kent kimliği ve kültüründen koparlar. Buna engel olmanın en etkin yollarından birisi kentlinin içinde yaşadığı ortama karşı geliştirdiği ilgisizliği ortadan kaldırmak, kent yaşamında rol almaya teşvik etmek, bir başka ifade ile içinde bulunduğu kent yaşamının tüm alanlarında aktif katılımı sağlamaktır
3. Kentlilik bilinci ve kente sahiplenmeyi gerektiren bir aidiyet duygusu oluşturmada bireylerin kendilerini güvende hissetmeleri son derece önemlidir. Büyük kentlerde son yıllarda suç oranlarının artması kent sakinlerini tedirgin eden bir korkunun yayılmasına ve güven duygusunun azalmasına neden olmaktadır. İnsan doğal olarak kendini güvende hissetmediği yere aidiyet duygusu geliştiremez.
4. Kentler, köy ve kasaba gibi yerleşim birimlerine göre daha heterojen yerlerdir. Özellikle İstanbul gibi uzun bir tarihi olan kentler yüzyıllardır farklı milletlere ve kültürlere ev sahipliği yapmışlardır. Her millet ve dönemin geride bıraktığı kültürel miras kente farklı bir kimlik dokusu vermiştir. Bu nedenle ortak kent bilinci oluşturulurken kentin tevarüs ettiği bütün renklerin yaşatılmasına özel önem verilmelidir. İstanbul kurulduğundan bugüne farklı din, dil, millet ve kültürlere ev sahipliği yapmış, tevarüs ettiği bütün değerleri, mimari yapıları, dini mekanları korumuştur. İstanbul’u istisnai yapan özelliklerinden biri de işte bu çok kültürlü yapısıdır. İşte ortak bir İstanbulluluk bilinci ve aidiyeti oluştururken kent kültürünün farklı yüzlerini, renklerini ve tüm çeşitliliğini ortak kent bilinci ve kimliğinin odağı haline getirerek daha geniş kapsamlı ortak paydanın inşası yararlı olacaktır. İstanbul’a gelen ve burada yaşamaya başlayan herkes kendi kültürünün de kent paydasında yer aldığını görebilmeli, farklılıklar dışlanmamalı ve kültürel çeşitliliğin İstanbulluluk üst kimliği altında yer almasına izin verilmelidir.
5. Kent bilinci oluştururken, kentteki tüm farklı kültür renklere kucak açan ortak yaşam alanları her yaş, cinsiyet ve meslek gurubuna bu kentin içinde ve tam ortasında yaşadıkları duygusunu verebilmelidir. Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı, öğrenci, öğretmen, sanayici, taksici, otobüs sürücüsü, simitçisi velhasıl toplumun her kesimine hitap edilmelidir. Kentin sahibinin sadece tek bir gurup olmadığı, kentin hepimizin olduğu anlatılmalıdır.
6. Kente aidiyet duygusu uyandırma ve bireyin kendisini bulunduğu yerin bir parçası olarak hissetmesi için yaşadığı kentte adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğünün kurumsallaşmış olduğuna inanması gerekir. Birey yaşadığı kentte adaleti, eşitliği ve hukukun üstünlüğünü göremiyorsa o kente yabancılaşır.
7. Kentlilik bilincinin yerleşmesi için atılması gereken bir başka adım ise katılımcı bir kentsel yönetim biçimin kurumsallaşmasını ve toplumun her kesiminden insanın kent için, kentteki yaşam standartlarını yükseltmek için örgütlenmelerine izin verilmesidir. Kent kültürünü canlı tutacak sivil toplum örgütlerinin kurulması desteklenmeli ve bireylerin aktif olarak sivil toplum kuruluşlarının yönetim ve faaliyetlerine demokratik katılımları sağlanmalıdır. Demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları, hem ortak bir kimlik duygusunun oluşmasına hem de bireylerin kendilerini ifade edip kentten taleplerini dile getirebilecekleri ortamların yaratılmasını kolaylaştıracaktır. Unutulmamalıdır ki kent yaşamından soyutlanan, kentten talep ve beklentilerini ifade etme şansı bulamayanlar kentle olan bağlarını daha kısa sürede koparır. Bir taraftan kent kültürünü tanıtanların çalışmaları desteklenirken diğer yandan kentte ortak aidiyet ve paylaşım duygusu uyandıracak faaliyetlere öncelik verilmelidir. Festivaller, konserler, müzeler, sinema gösterileri, kitap ve müzik fuarları, sergiler ve mahalli spor takımları desteklenmelidir. Bütün bu faaliyetlere katılanların ortak bir aidiyet bilinci oluşmasında sözü edilen faaliyetlerin önemli bir katkısı olacağı unutulmamalıdır.
8. Kentte her kesimin kolayca ulaşabileceği ve kullanabileceği doğal yaşam alanları kurulmalı, var olanlar zenginleştirilerek genişletilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Doğal yaşam alanlarının geniş kitlelerin kullanımına açılması birey-çevre arasındaki etkileşimi başlatacak, insan ve kent arasındaki bağı sağlamlaştıracak ve pekiştirecektir.
9. Kentliler arasında duygu ve heyecan bağı yaratmanın bir başka yolu da mevcut yakın iletişim ve ilişki ağlarını korumak, çevre-merkez arasındaki iletişim eksikliğini gidermekle mümkündür. Kentleşme sürecinde ilksel ilişki biçimleri değişime uğrar, akraba ve hemşehri ilişkileri yerine toplumsal sözleşmeye dayalı ilişki biçimleri ortaya çıkar. Bu yeni toplumsal ilişki biçimlerinin derinlik kazanması ve sürdürülmesinde sokak, cadde, mahalle ve semt kültürleri önemli rol oynar. Özellikle mahalle sakinlerinin buluştuğu, tanıştığı, iletişim kurduğu, sohbet ettiği ortak kullanım alanlarının korunması ve canlandırılması aidiyet duygusu kadar paylaşma ve dayanışmayı da artırır. Bu anlamda bakkal, fırın, pastane ve kahvehane gibi yerlerin canlı tutulması gerekir. Kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni tüketim alışkanlıklarının ve alışveriş biçimlerinin doğurduğu büyük süpermarket, hipermarket ve geniş alışveriş merkezleri mahalledeki bakkal, fırın, pazar yeri ve pastanelerin birer birer kapanmasına, yani sosyal dayanışma ve yaşanılan mekana aidiyet duygusu geliştirmede önemli rolü olan kurumların yavaş yavaş ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bu ortak alanların korunması veya tekrar üretilmesi durumunda, mahalle ve kent sakinlerinin ortak bilinçlerinden biri olarak kent kimliğindeki yerini koruyacaktır.
10. Yukarıda sayılanlara ilave olarak sosyal ilişkilerin gittikçe koptuğu ve gelir düzeyine dayalı mekansal ayrışmaların belirgin bir şekilde yaşandığı ve duvarlı mahallelerin oluştuğu kentte toplumun her kesimini buluşturacak ortak yaşam alanları kurulmalıdır. Son yıllarda yüksek gelir guruplarına mensup olanlar sadece kendi kullanımlarına açık siteler ve villalardan oluşan ayrıcalıklı yerleşim birimleri kuruyorlar. Diğer yandan alt gelir gurubuna mensup olanlar ise gecekondularda hayatlarını sürdürüyorlar. Sosyal, kültürel ve ekonomik farklar dışında altyapı imkanları olarak ta birbirine benzemeyen her iki mekan da aynı kentin sınırları içinde yer almaktadır. Özellikle gecekondu semtlerinde yaşayanlar kentin sunduğu imkanlardan yararlanamadıklarını düşünmekte ve kendilerini yaşadıkları kente ait hissetmemektedirler. Yukarıda belirtilen yaşam alanları arasında her anlamda bir uçurumun olduğu gözükmektedir. Bu uçurum kapanmadıkça, yani ayrıcalıklı semtlerde yaşayanlarla kentin gelişmemiş semtlerinde imkansızlıklar içinde yaşayanları arasındaki derin çukurlar kapanmadıkça ortak kentlilik bilincinin oluşması mümkün değildir. Ancak toplumun her kesiminin katıldığı, geniş kitlelerin yer aldığı ve paylaştığı bir yaşam alanı oluştuğunda, adalet ve paylaşım sağlandığında ortak kent aidiyeti ve kentlilik kimliği oluşabilir.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...