14 Ekim 2010 Perşembe

Türkiye Orta Doğu için ne anlam ifade ediyor?

Bir önceki blogda Mısır’ın Kahire şehrinde yapılan uluslar arası bir toplantıdan hareketle Türk dış politikasındaki yeni açılımların yakın komşularımızı ve de özellikle Arap dünyasını nasıl etkilediğini anlatmaya başlamıştım. Türkiye’nin Arap dünyasına olduğu kadar diğer komşu ve bölge ülkelerine ilham kaynağı olması, bir umut ışığı gibi algılanması kendiliğinden olmadı kuşkusuz.

Türkiye’nin yükselen bir yıldız oluşu aldığı riskler ve yürüttüğü politikalar ile doğru orantılıdır. Hatırlayalım, 1990 yılı başlarında Suriye ile savaşın eşiğine gelmiştik. Suriye ülkemizi tehdit eden terör örgütüne destek veriyor ve elebaşını da konuk olarak ağırlıyordu. Türkiye ne yazık ki bu dönemde komşuları ile iyi ilişkiler kuramadığı, onları yanına alamadığı ve ikna etme gücüne sahip olmadığı için kötü ilişkilerinden dolayı çok kayıp verdi.

Birilerinin artık bu eski düzene “hayır” demesi, eski alışkanlıkları ve köhnemiş fikirleri geride bırakarak Türkiye’nin üzerine serpilmiş ölü toprağını temizlemesi gerekiyordu. Türkiye’nin ve içinde bulunduğu bölgenin yeni bir dile, yeni bir anlayışa ve yenilikçi politikalara ihtiyacı vardı. Ancak pek çok siyasi hareket ve politikacı cesaret gerektiren yeni adımları atmamıştı. Kısacası Türkiye bir girdabın içine sürükleniyor ve çıkmazın eşiğine geliyordu.

1990’lı yıllara damgasını vuran kriz dönemlerinde siyaset yeni ufuklar açmaktan uzaktı. Ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlıklar, ülkeyi dış dünyadan tecrit politikaları ve terör, Türkiye’nin bütün kaynaklarını kurutmaktaydı. 28 Şubat müdahalesi gibi siyasi, 2000 yılı ekonomik krizi gibi finansal istikrarsızlığın zirve yaptığı dönemlerde Türkiye ağır faturalar ödedi. Ülkede siyasi dengeyi alt üst eden, birçok partinin seçim barajı altında kalması ile sonuçlanan 2002 seçim sonuçları bu açıdan büyük mesajlar taşıyordu.

Millet artık siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa “hayır” diyordu. Komşu ülkelerle biriken sorunların, bölgeden dondurulan sorunların çözülmesini istiyordu. Bu nedenle iktidara yeni bir parti ve onunla birlikte yeni bir kadro taşıyordu. Bu kadro 2007 seçimlerinde de öncekine benzer bir başarı ile iktidarını korumayı başaracaktı.

Bütün bu gelişmelerin dış politikayla da doğrudan ilişkisi var. Nasıl mı?

Artık öyle bir noktaya geldik ki siyasiler, dış politika kararları verirken halkın görüşünü, hissiyatını ve tercihlerini de göz önüne almak zorunda kalmaktadır. Gelişmiş ve olgun bir demokrasinin önemli göstergelerinden biri de işte budur. Yani siyasi kararların alınmasından toplumun görüş ve eğilimini de ciddiye almak, bunu karar ve uygulamalara da yansıtmak.

Türkiye’de işte tam da bu oldu aslında. Siyasi liderler cesur kararlar almaya başladı. Yenilikçi ve ufuk açıcı düşünceler ve projeler siyasi kararlara kaynaklık etmeye ve yön vermeye başladı. Bundan dış politika da nasibini aldı. Dış politikanın önce Başdanışman sonra da Bakan olarak dümenine geçen Ahmet Davutoğlu entelektüel birikimi ve oyun kurma becerileri ile önce Türkiye’nin içinde yer aldığı bölgeden başlayarak iyi ilişkileri geliştirmeye başladı.

Toplumsal hafıza, tarihsel birikim ve ortak bir gelecek gibi önemli parametrelere dayalı dış politika önce komşularımızla sıfır sorun hedefine odaklandı. Aynı zamanda NATO, BM, AB, AGİT ve İKÖ gibi aktörlerle de başarılı ilişkiler kurarak etki alanını gün geçtikçe genişletti. Bugün bakıldığında Türkiye’nin artık bir merkez ülke konumuna geldiğini görüyoruz. Bu başarıda kuşkusuz dış politika bürokrasinin de payı büyük. Ancak büyük çerçeveyi çizen ve ortaya koyan bir lider var.

İşte Türkiye’nin komşu ülkelere ışık tutmasının ve ilham kaynağı olmasının temelinde yatan en büyük etken de bu. Yani vizyoner bir lider ile bu lidere ayak uydurabilen bir takımın var oluşu.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...