22 Haziran 2005 Çarşamba

Avrupa’da Türkiye Karşıtı Seküler-Kutsal İttifak (Secular-Sacred Union Against Turkey in Europe)

Son günlerde Avrupa’da Türkiye karşıtı seküler-kutsal bir ittifakın oluştuğu gözleniyor. Türkiye’nin üyeliğine kuşku ile bakanlar veya tamamen karşı çıkanların öne sürdüğü itiraz nedenlerine bakıldığında karşımıza bazı korkular, önyargılar ve tehdit algıları çıkıyor. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı kamuoyu oluşturmaya çalışanların her platformda dile getirdiği noktalar arasında Türkiye'nin nüfus büyüklüğü, hızlı nüfus artışı, genç nüfusun oransal yüksekliği, işsizlik, geleneksel ve kültürel kimlik farklılıkları ve Müslümanlık faktörü, Türkiye’nin Batı uygarlığının bir üyesi olmadığı ve karar alma mekanizmalarında sivil olmayan çevrelerin etkinlikleri gibi konuları saymak mümkün. Özellikle Fransa ve Hollanda AB Anayasası’na hayır dedikten sonra Türkiye aleyhtarı olanlar, ellerine büyük bir koz geçmiş gibi çatlak sesler çıkarmaya başladı. Fransızlar ve Hollandalıların Türkiye üye olmasın diye söz konusu Anayasaya hayır dedikleri iddia ediliyor. Bunda kısmen doğruluk payı olmakla beraber bu iki milletin işini gücünü bırakıp Türkiye karşıtlığı yapmaya soyunduğunu söylemek pek yakışık almaz sanırım. Fransa zaten baştan beri Türkiye’nin üyeliği konusuna sıcak bakmıyor. Aynı şekilde Alman muhafazakarları da öyleydi zaten. Şimdi buna bir de yeni seçilen Papa eklendi. Belki de bu Türkiye karşıtı seküler-kutsal ittifakın en belirgin göstergesi.
Şimdi kısaca Türkiye karşıtı seküler-kutsal ittifakın ortak yönlerine bakalım. Hatırlanacapı üzere IPSOS araştırma şirketi tarafından Le Figaro gazetesi için yapılan bir kamuoyu araştırmasında Fransız halkının yüzde 56’sı bir İslam ülkesi olarak gördükleri Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine karşı olduklarını belirtmişti. Türkiye’nin üyeliğine hayır diyenlerin yüzde 40’ı Türkiye’den bir göç dalgası geleceğini, bunun da istihdam olanaklarını olumsuz etkileyeceği kaygısını taşıdıklarını belirtirken yüzde 26’sı Türkiye’nin bir Asya ülkesi olduğunu ve yüzde 25’i de halkının Müslüman olduğunu belirtmişti. Yaklaşık yüzde 30’luk bir kesim ise dini ve kültürel nedenlerden dolayı Türkiye’nin “asla” üye olmaması görüşünde olduklarını ifade etmiştir. Fransa Başbakan’ı Jean-Pierre Raffarin Türkiye’nin kültürel kimliğine karşı açık bir duruş sergilemiş ve “İslam ırmağının laikliğin nehir yatağına akmasını mı istiyoruz?” sorusuyla din farkından dolayı Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu ima etmiştir. Diğer yandan AB'nin Hollandalı müzakerecisi Fritez Bulkashtian 'AB'nin Türkiye'nin katılımına izin vermesinin, Avrupa'nın Viyana Savaşı'na boşuna girdiği anlamına geleceği' yollu benzer bir açıklamada bulunmuştur. Gazetelere yansıdığı kadarıyla Papa da yeni yayınlanacak kitabında Türkiye’nin farklı kültürel yapısından dolayı üye olmaması gerektiği yolunda fikirler ileri sürüyormuş. Yani Fransa’nın seküler bloğu, Almanya’nın muhafazakar ekolü ve Katolik dünyanın dini lideri Papa’nın oluşturduğu koalisyon, Türkiye’ye karşı güç birliği yapıyor. Avrupa’nın aydınlama sonrası tarihine bakıldığında seküler ve dini kesimlerin böylesine yakın bir işbirliği yaptıklarını görmek mümkün değil aslında. Seküler dünya görüşü Katolikliğin baskı ve dogmalarına karşı verilen bir mücadelenin ve ruh sınıfının baskısından kurtulmak için verilen bir savaşın ürünüdür. Doğaları, amaçları, dünya ve toplum tasavvurları gereği bu iki kesimin bir araya gelmeleri mümkün değil. Ama her nasılsa Türkiye’nin tam üyelik korkusu bu farklı kesimleri bir araya getirebiliyor. Meğer nelere kadirmiş Türkiye’nin kültürel kimliği.
Biz Türkler bu potansiyeli pek keşfedemedik anlaşılan. Öyle görünüyor ki yabancılar içimizi, dışımızı ve tarihimizi bizden daha iyi biliyor. Türkiye her ne kadar seksen küsur yıllık bir Cumhuriyet olsa da devlet geleneği çok eski olan bir ülkedir. Sanat, kültür, mimari, düşünce, askeri deneyim ve dünyaya açılma gibi konularda çok önemli birikimleri tevarüs etmiştir Türkiye. Bu tarihsel derinlik ve birikim Türklerin kendilerine güven kaynaklarının başında geliyor. Kedine güvenen binlerce Türk bugün Türkiye dışında yaşıyor. Çin’den Romanya’ya kadar uzanan coğrafyada Türkler okul açıyor, yatırım yapıyor, iş kuruyor ve ülkelerini temsil ediyor.

Türkiye’yi sadece iş adamları ve yatırımcılar mı temsil ediyor? Kuşkusuz hayır. Şu anda Avrupa’nın göbeğinde zaten en az dört milyon Türk yaşıyor. Hem de yaşadıkları ülkeye kök salmış durumda bu insanlar. Kimse dört milyon Türkü evinden, işinden el çektirip Türkiye’ye gönderemez. Buna ne Fransa ve Almanya ne de Papa’nın gücü yeter. Çatlak sesler çıksa da çıkmasa da zaten Türkiye Avrupa’da temsil ediliyor. Peki Türkiye söz konusu olduğunda çatlak ses çıkaran ve yan çizen politikacıları ve medya mensuplarını etkileme konusunda dört milyon Avrupalı Türk potansiyel güçlerini yansıtan bir çalışma yapıyor mu? Bu soruya evet diye cevap vermek imkansız.

Avrupalı Türkler, Türkiye aleyhine çıkan çatlak seslerin kısılması için çok şeyler yapabilir aslında. Örneğin yerel ve ulusal medya aracılığıyla Türkiye ve Türkler hakkındaki yanlış imajları düzeltmeye başlayabilirler. Ayrıca siyasal partileri, hükümet üyelerini ve üst düzey karar mekanizmalarını Türkiye konusunda daha olumlu düşünmeye davet edebilirler. Ama bunu yapabilmek için önce Türklerin sahip oldukları sermayeyi yani birikimi keşfetmeleri gerekir. En büyük sermaye nüfus kuşkusuz. Sonra siyasal katılım, sivil toplum örgütleri ve ortak çalışma ruhu. Bütün bunlar devreye sokulduğunda AB’deki Türkiye aleyhtarı çatlak seslerin fazla etkisi kalmayacaktır.

AB ne kadar yan çizerse çizsin Türkiye ile müzakereler 3 Ekim'de başlayacaktır. Bu da Avrupa’daki Türkiye karşıtı seküler-kutsal ittifakla mücadele etmeyi meşru kılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...