27 Mayıs 2005 Cuma

İstanbul tarihine sosyo-kültürel bakış...

İstanbul’un fethinin 552. yıldönümü kutlanırken askeri, bir dehanın ürünü olan bu başarının sosyal ve kültürel yansımalarına da bakılmalıdır. Ünlü yazar Jon Freely’in “saltanat kenti” ve tarihçi Philip Mansel’in “dünyanın arzuladığı şehir” olarak tanımladığı İstanbul, iki ayrı kıtayı birleştiren, daha da önemlisi, “doğu” ve “batı” diye tanımlanan birbirinden farklı iki uygarlık arasında köprü gibi uzanan tek kenttir. İstanbul “doğu” ve “batı” düşüncesini buluşturan bir uygarlık köprüsüdür. Günümüz coğrafyasında benzer fonksiyonlar icra eden bir başka şehre rastlamak mümkün değildir.
En eski mahallesinin kuruluşu milattan önce 658 yılına kadar uzanan İstanbul, milattan sonra 330 yılında Bizans’ın başşehri olmuştur. İstanbul’un bir imparatorluk başşehri statüsüne kavuşması Roma İmparatorluğunun bölünmesiyle başlar ve 1923 yılına kadar devam eder. Bizans imparatoru Constantinus, 353 yılında İstanbul’u başşehir ilan eder ve bu tarihten itibaren İstanbul dünyanın odak noktalarından biri haline gelir. Bu tarihten itibaren İstanbul tam bir imparatorluk şehri kimliğine bürünmüş, bu kimliğini Osmanlı İmparatorluğu döneminde de kuvvetlendirmiş ve nihayet modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile İstanbul ve kent sakinleri için yeni bir dönem başlamıştır.
İstanbul'un kimliği 1453 yılında yeni bir dönüşüme uğramıştır. Türklerin şehri fethetmesiyle İstanbul, farklı medeniyet paradigmalarına teslim olmuş ve binlerce yıllık kent birikimine dinamik bir yapı daha eklenmiştir. Eski Yunan, Bizans ve Roma kültür birikiminin üzerine oturan İstanbul'un temelleri, Türk medeniyeti ile daha da sağlamlaşmıştır. İstanbul önemli bir imparatorluk şehri olmaya devam etmiştir. Daha önce kurulu medeniyetlerin birikimini yıkarak değil, bu birikimlere yeni unsurlar ekleyerek başardı bunu başarmıştır. Fetih sırasında İstanbul'un yağmalanması önlenmiş ve günümüzdeki hoşgörüsüzlere parmak ısırtacak “çok kültürlü” toplumda bir arada yaşamanın ilk temelleri atılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra yeni kurulan Türk Devleti bu imparatorluk şehrinden “başşehir” unvanını alıp Ankara’ya veriyor. Buna rağmen modern Türkiye’de İstanbul kültür, sanat, mimari, iktisadi ve fikri hayatın başşehri olma unvanını sürdürüyor. Çünkü yazar Freely’in deyimiyle “İstanbul'un ölümsüz bir ruhu var.”
İstanbul’un Kent Kimliği
İstanbul’a kent kimliğini veren ve bu şehri diğer dünya kentlerinden farklı ve seçkin kılan çeşitli unsurlar vardır. Bu unsurlardan biri kuşkusuz İstanbul’un coğrafi konumu, yani karalar ve denizler arasında bir geçit konumunda bulunmasıdır. Balkan ve Anadolu yarımadalarını katederek geçen yolların kesişme noktası bu kenttir. İstanbul’a özel ve ayrıcalıklı bir kimlik kazandıran bir başka unsur ise İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ve Akdeniz kültür dünyalarını birleştiren bir deniz yolu olmasıdır.
Sık sık komşu devletlerin saldırısına uğrayan İstanbul, Bizans imparatorluğunun güçlü olduğu dönemlerde başarılı şekilde savunulmuştur. Ancak VII. Yüzyılda başlayan İslam fetihleri sonunda imparatorluk, doğuda kazandığı üstünlüğü yitirirken İstanbul müslüman güçlerin hedefi haline gelmiştir. Emevi Halifesi Muaviye’nin ordularının 669 yılında İstanbul surlarının önüne kadar geldiği görülmüştür. 674 yılında başlayan karadan ve denizden kuşatma 678 yılına kadar sürmüş ancak hücumlar geri püskürtülmüştür. Müslüman güçlerin kuşatması zaman zaman tekrarlanmıştır. Abbasi Halifesi Mehdi Billah’ın oğlu Harunnürreşid kumandasındaki orduyla 782 yılında tekrar kuşatılan İstanbul, İmparatoriçe İrene’nin imzaladığı barış antlaşması ile kuşatmadan kurtuldu. İstanbul sadece müslümanların değil diğer devletlerin de ilgisini çekmiştir. Karadeniz’den gemilerle gelen Rusların 860 ve 941 yıllarında iki kez kuşatmasına maruz kalan kenti 913 ve 924 yıllarında Bulgarlar da iki defa kuşatmıştır.
İstanbul, 1096 yılında Haçlı ordularının kentin yakınlarında konuşlandırılması sırasında endişeli günler geçirmiştir. Dördüncü Haçlı seferi sırasında, Haçlılar kenti ele geçirerek 1204 yılında yağmalamıştır. 900 yıl boyunca Hıristiyan dünyasına merkezlik eden İstanbul, Haçlı yağması sonunda bütün görkemini ve ihtişamını yitirmiştir. “Şehirler kraliçesi” olarak şöhrete kavuşan İstanbul, Haçlı yağması ve talanı sonucu Avrupalı barbarların ayakları altında tüm güzelliğini kaybetmiştir. Kentin ihtişamını kaybetmesinin ardından Avrupalılar İstanbul’da bir Latin imparatorluğu kurmuş, bu sırada İstanbul’un nüfusu 75 000 kişiye kadar düşmiştür. Osmanlı orduları ilk kez 1359 yılında İstanbul surları önünde görülmüştür. Daha sonra 1391, 1400 ve 1422 yıllarındaki kuşatmalardan kurtulan İstanbul nihayet 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiştir.

İstanbul’da çok kültürlü kent hayatının kuruluşu
İstanbul’un fethini müteakiben kente giren Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’ya giderek burada toplanmış korku ve panik içindeki halka ve din adamlarına hitap ederek güvenliklerinin sağlanacağı güvencesini vermiştir. Fatih Sultan Mehmet şehrin askerler tarafından tahrip edilmesini önlemek için elinden geleni yapmıştır. Kiliselere ve orduya teslimiyet gösterenlerin evlerine dokunulmamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in imparatorluk başkenti yapmaya kararlı olduğu kentin nüfusunu korumak için çaba gösterdiği ve bu kente yaraşır bir sosyal ve ekonomik yapı oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir. İstanbul’un Türkler tarafından fethi kent kimliği açısından bir dönüm noktası olmuştur. Fetih sonrası hızlı bir imar hamlesi ile çehresi değişmeye başlayan şehir yavaş yavaş bir Türk İslam kenti kimliğini kazanmıştır. On altıncı yüzyıla gelindiğine artık İstanbul bir cazibe merkezi haline gelmiştir. II. Mahmut dönemindeki reformlar kent kimliğine yeni bir boyut eklemiştir. Bu reformlar kentin doğu ve İslami mistik havasına batı esintileri eklemiş, kent daha kozmopolit bir görünüm kazanmıştır. Dünyanın gözbebeği bir kent olan İstanbul bütün büyük devletlerin ilgisini çekmiş ancak Çanakkale savunması örneğinde olduğu gibi o güne kadarki tüm tehlikelerden kurtulmuştur. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, ekonomik ve askeri çöküşü hızlandıkça savunma daha da zorlanmış ve nihayet 13 Ekim 1918’de müttefik güçlerin İstanbul’a girişi ile işgal devri başlamıştır. İstanbul 1453’te fethedildikten sonra ilk kez yabancı işgaline uğramıştır. Ancak Ankara hükümetinin Milli Mücadeleyi büyük bir zaferle kazanması üzerine işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmıştır. Osmanlı idaresinin fiilen sona ermesi anlamına gelen son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed’in 16 Ekim 1923’te İstanbul’dan ayrılması ile kentin kaderinde yeni bir sayfa açılmıştır. İstanbul payitaht olma özeliğini yitirmiş ancak sahip olduğu kurumlar ve özelliklerden dolayı büyük bir metropol olma niteliğini devam ettirmiştir.

Bir Kültür Potası Olarak İstanbul
İstanbul’un kent kimliğinin oluşmasında tarih boyunca çeşitli milletlerin ve uygarlıkların katkısı olmuştur. İstanbul’a yakından bakıldığında kentin farklı medeniyetlerin bıraktığı eserlerle süslü olduğu görülür. Ancak 1950’li yıllardan itibaren şehrin tarihi özellikleri, mimari birikimi ve kültürel mirası göz önünde bulundurulmadan yapılan çalışmalar ve izin verilen yapılaşma hem kent görünümü bozmuş hem de bu kente kimliğini veren bir çok tarihi eserin tahribine yol açmıştır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet bakımsız, harap ve nüfusun çoğu tarafından terkedilmiş durumda fethettiği İstanbul’a eski ihtişamını kazandırmak, burayı bir dünya şehri yapmak için ciddi imar faaliyetleri başlattığı bilinmektedir. Bu arada şehre Türk ve İslam kimliği verecek bir dizi mimari yapı kazandırılması kararlaştırılmıştır. Bu planın bir parçası olarak. İstanbul her dinden ve inançtan insanın kendi kültürel mirasını yaşattığı bir kent kimliği kazanırken, Türkler de kurdukları vakıflar, yaptıkları askeri tesis, külliye, medrese, cami, türbe, kütüphane, sebil, hamam, köprü ve diğer kültür kurumları ile şehre yeni bir kimlik kazandırmışlardır. Ancak kent Türk İslam kimliği kazanırken Rum, Ermeni ve Musevi cemaatler üzerine baskı kurulmamış, onların da kent hayatı için aktif rol almaları için gereken düzenlemeler yapılmıştır. Zaten İstanbul’un bir dünya kenti olmasında bahsi geçen tüm gurupların katkısı olmuştur.
Geçmişte Doğu Roma İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’ne başkentlik eden İstanbul bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfus bakımından en kalabalık, dinamik ve gelişen ekonomisi, sanat ve kültür birikimi ile en büyük merkezidir. Bir başka ifade ile İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başşehir rolünü kaybetmesine karşın kalabalık nüfusu ve insan gücü yanında Türkiye’nin en büyük şehri olma niteliğini ve ayrıca ülkenin fikri, kültürel, iktisadi, ticari ve sanayi merkezi olma konumunu sürdürmüştür. Ülkenin idari ve siyasi anlamda başşehri Ankara olmakla birlikte İstanbul sanat, kültür, edebiyat, ekonomi, eğitim ve endüstri alanlarında Türkiye’nin başşehri olmaya devam etmektedir.

Hiç yorum yok:

Endonezya’da yeni hükümetin öncelikleri hangi konular?

Nüfus bakımından dünyanın en büyük dördüncü ülkesi olan Endonezya, 280 milyonluk nüfusu ile en büyük İslam ülkesi. G20 üyesi olan Endonezya ...