Prof. Dr. Talip Küçükcan
Endonezya
Küreselleşme diye tanımladığımız olgu, soyut anlamda fiziki
sınırları aşan bir hareketlilikle devam ediyor. Küreselleşme ile ilgili tartışmalarda
fiziki sınırların aşınacağı ve nihai noktada ortadan kalkacağı veya
anlamsızlaşacağı öngörüsünde bulunanlar da olmuştu ama son yıllarda bu
öngörülerin tersine bir takım gelişmeler yaşandı. Sınırlar daha belirginleşti,
duvarlar ve setler örüldü, vize uygulamaları daha da katılaştı. Ulus devlet
yapısı yeniden tahkim edildi.
Buna karşın ürün, sermaye ve fikir hareketliliği arttı ve artmaya
devam ediyor. Yeni teknolojiler, ulaşım ağındaki genişlemeler ve sınır
tanımayan sosyal medya platformları etkileşimi hızlı biçimde artırdı. Bu
şekliyle aslında küreselleşme bütün hızıyla devam ediyor. Kovid-19 salgını
ve bölgesel çatışmaların tetiklediği enerji ve gıda güvenliği riskleri, temel
ihtiyaç maddelerinin tedarik zincirlerindeki kopuşlar ve küresel ekonomik
krizler, günümüzde karşılıklı güven, bağımlılık ve çok taraflı küresel
işbirliklerinin zorunluluğuna işaret ediyor.
Küreselleşmenin
yönü
Öte yandan dünyadaki jeopolitik dengeler de hissedilir biçimde
değişiyor. Yakın zamana kadar içeriği ve yönü ile küreselleşme, ziyadesiyle
Batı'dan Doğu'ya, Avrupa ve ABD'den Asya'ya ve Afrika’ya doğru yayılıyordu. Bunu
özellikle sanayi ve teknoloji üretimde, siyasi ve askeri gelişmelerde, fikri ve
kültürel ürünlerde görmek mümkündü. Bütün bu gelişmeler, küresel gelişmeleri
değerlendirirken (sanayi devrimi ve yayılmacılık dönemlerinin mirasına da
eklemlenerek) Batı/Avrupa merkezli bir bakış ve okumanın yaygınlaşmasını
beraberinde getirdi.
Tarihsel
olarak bakıldığında, en azından son yıllara kadar, Batı'nın (Avrupa-ABD)
dünyanın ağırlıklı üretim merkezi ve teknolojik gelişmelerin odağı, siyasi ve
askeri şekillenmenin etkin aktörü ve kültür endüstrisinin çekim merkezi olarak
temayüz ettiğini ve dolayısıyla küresel ekonomiden en büyük payı alan aktör
olduğunu söylemek abartı olmaz. İşte bu göreceli güç birikimi, jeo-politik ve
jeo-ekonomik gelişmelere Batı merkezli bir bakışın küresel olarak egemen
olmasına kapı aralamıştı.
Bugün gelinen noktada ise dünyadaki güç dengelerinin değişmeye
başladığını gösteren önemli gelişmelere tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu
gelişmeler dünyaya, küresel gelişmelere, jeo-politik ve jeo-ekonomik dönüşümlere
yeni bir gözle bakılmasını, eski gözlükleri bırakıp yeni gözlükler takılmasını,
öğrenilmiş çaresizlik gibi tanımlanabilecek Batı merkezli yorumlama biçimi
yerine daha yeni ve özgün, daha farklı bir yer ve daha geniş bir pencereden
bakılmasını zorunlu kılıyor. Zira artık
küresel ekonominin, üretim ve tüketimin, hammadde zenginliğinin Asya'ya
kaydığı, uluslararası ilişkilerdeki tek merkezlilik yerine çok merkezliliğin
ortaya çıktığı, hemen her alanda rekabetin hızlandığı, yeni bölgesel ve küresel
aktörlerin varlıklarını daha belirgin hissettirmeye başladığı bir dönemdeyiz. Yani
dünya artık eski dünya değil. Bu nedenle jeo-politik ve jeo-ekonomik
gelişmeleri farklı paradigmalar ışığında değerlendirmek gerekiyor.
Dünyaya yeni
bir pencereden bakmak
Hızla değişen
bir dünyadayız ve yaşadığımız dünyadaki değişimler eskisi gibi yarım asra, bir
asra yayılan değişimler değil. Son on yıldaki teknolojik yenilikler, jeopolitik
sarsılmalar, üretim biçimleri ve tüketim alışkanlıklarındaki değişimlerin son
yüzyılda tanıklık ettiğimiz tüm değişimlerden daha hızlı ve kapsamlı olduğunu
söyleyebiliriz. İşte bu gerçekliği göz önünde bulundurarak dünyaya nereden, hangi
bakış açısı ve perspektif ile bakmamız gerektiği üzerinde yeniden düşünmek
gerektiğini savunabiliriz. Tek boyutlu, tek yönlü, alışılageldik, ön kabuller
ve kalıp yargıların şekillendirdiği bakış açısını bir kenara bırakmanın zamanı
çoktan geldi.
Küresel
gelişmeleri daha iyi kavrayabilmek, ortaya çıkan yeni jeo-politik ve jeo-ekonomik
sınamaları fırsata dönüştürebilecek bir bakış açısı geliştirmek gerekiyor.
Bunun için de öncelikle Batı merkezli bakış açısı ve okuma biçimlerinin
sınırlılıklarını aşabilecek, dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmeleri daha
özgün bir değerlendirmeye tabi tutacak bir bakış açısı geliştirmek için çaba
harcamak gerekiyor. Bu çaba herhangi bir perspektifi ret ve kabul meselesi olarak değerlendirilmemeli.
Bugünün dünyasını ve ağırlık merkezini Asya'nın oluşturmaya başladığı küresel
gelişme ve dönüşümleri isabetli bir değerlendirme arayışı ve çabası olarak
görülmelidir. Çünkü yazının başlığında da belirtildiği gibi dünyaya nereden
baktığınız, küresel değişme, sınama ve fırsatları hangi paradigma ile
okuduğunuz alacağınız kararları ve geleceği şekillendireceği için, çok ama çok
önemlidir.
@tkucukcan
1 yorum:
Çok değerli ve okunması gereken bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık hocam. Aysa, Türkiye için keşfedilmeyi bekleyen büyük bir hazine ve Türkiye de Asya için öyle. Bu durumun farkında olup ona göre politikaların geliştirilmesi ve uygulanması gerekiyor kanaatindeyim.
Yorum Gönder